87"Allah'a iman edin, Resulünün maiyetinde cihada gidin" diye bir sûre indirildiği zaman içlerinden servet sahibi olanlar, senden izin isteyip: "Bırak bizi, harbe gitmeyip oturanlarla beraber olalım..." derler. Onar. Oturanlarla beraber olmalarını hoş gördüler. Kalblerine mühür vurulmuş onların. Onlar artık pek anlamazlar". Bil ki Allahü teâlâ, önceki ayetlerinde, münafıkların Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den geri kalma ve savaşa katılmama müsaadesi alma hususunda yollar ve çareler aradıklarını beyan etmiş, bu ayette de buna şöyle bir incelik ilave etmiştir: Her ne zaman, iman etmeyi ve Hazret-i Peygamber'le beraber cihad etmeyi ihtiva eden, kapsayan bir ayet nazil olduğunda, onların servet ve zenginlik sahibi olanları, savaşa katılmamak için izin isteyerek, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e, "Bizi bırak, aciz kimselerle ve şehirde oturup kalanlarla bir olalım., " derlerdi. Cenâb-ı Hakk'ın, "Allah'a iman edin. Resulünün maiyetinde cihada gidin" diye bir sûre indirildiği zaman" buyruğu hakkında birkaç bahis bulunmaktadır: Birinci bahis: Tıpkı, "Kur'an" ve "Kitab" lafızlarının, Kur'an'ın tamamı veya bir kısmı için kullanılabilmesi gibi, bu ayette bulunan "sûre" kelimesiyle de, bu sûrenin tamamının veya bir kısmının murad edilmiş olmasi caizdir. Burada geçen "sûre" kelimesiyle, içinde hem iman, hem de cihadı emreden ayetler bulunduğu için, "Berâe Suresi"nin kasdedilmiş olduğu söylenmiştir. İkinci bahis: Cenâb-ı Hakk'ın, ifadesindeki en edatının i'rabtaki yerinin, Vahidî şu şekilde olduğunu söylemiştir: "Bu kelimenin başına geldiği cümlenin, bu edattan harf-i cerrin hazfedilmiş olması sebebiyle, mahallen mansûb olup takdiri de, şeklindedir. Yani, "İman edesiniz..." demektir. Mü'mine İman Etme Emri Verilebilir mi? Üçüncü bahis: Bir kimse şöyle diyebilir: "Cenâb-ı- Hak, mü'minlere, iman etmelerini nasıl emretmiştir? Çünkü böyle bir emir, hâsılı tahsil etmeyi istemek olur ki bu muhaldir." Alimler buna da şu şekilde cevap vermişlerdir: Mü'minlere imanı emretmenin manası, o imana devam etmelerini ve ileride de ona sımsıkı sarılmalarını istemek demektir. Ben derim ki, böyle bir cevaba gerek yoktur. Çünkü emir, o (münafık)lara yöneliktir. Cenâb-ı Hak, iman etme emrini, cihad etmek emrinden önce zikretmiştir. Çünkü kelamın takdiri şöyledir: Buna göre münafıklara sanki, "Sizin, iman etmeden önce cihada yönelmeniz, hiçbir şey ifade etmez. Öyleyse sizin önce iman etmeniz, sonra da, cihadla meşgul olmanız gerekir, ve cihadfa meşguf olmanız dinde, ancak bundan sonra sizin için bir mâna ifade eder" denilmek istenmiştir. Daha sonra Cenâb-ı Hak, bu sûre nazil olduğunda, onların neler söylediğini de naklederek: "içlerinden servet sahibi olanlar, senden izin isteyip: "Bırak bizi, harbe gidemeyip oturanlarla beraber olalım" derler, ., "buyurmuştur. Bu ayette bulunan, "servet sahipleri"ifadesiyle ilgili iki açıklama yapılmıştır: 1) İbn Abbas ve Hasan el-Basri, bundan, malî yönden zenginler murad edilmiştir" derlerken; 2) Esamm, "Bundan maksad, bakışların kendisine yöneldiği liderlerdir" demiştir. Burada, özellikle "servet sahipleri" tabirinin zikredilmesi hakkında da şu iki görüş ileri sürülmüştür: a) Sefere ve cihada çıkabilecek durumda olduklarından, çıkmamalarından ötürü onlar kınanmaya müstahak olmuşlardır. b) Mal ve sefere çıkma kudreti olan kimse, izin istemeye ihtiyaç duymaz. Daha sonra Cenâb-ı Hak, "Onlar, oturanlarla beraber olmalarını hoş gördüler" buyurmuştur. Hâlif kelimesinin ne demek olduğunu, (Tevbe, 83) ayetinin tefsirinde ele alıp açıklamıştık. Burada bu hususta şu iki izah yapılabilir: a) Ferrâ şöyle demiştir: "Hevalif kelimesi, evinde oturan, oradan hiç ayrılmayan kadınlar demektir. Buna göre mana, "Onlar, cihada katılmama hususunda, kadınlar gibi olmaya razı oldular" şeklinde olur. b) Bu kelimenin, hâlife kelimesinin cem'i olması da mümkündür. Hâlife kelimesi ise, asîl olmayan kimse anlamına gelir." Ferrâ sözüne devamla şöyle der: "Arapça'da fâris (fevâris) (binici, süvari) ve halik (hevalik) (helak olan...) kelimeleri hariç çoğulu fevail vezninde olan fail vezninden kelime bulunmamaktadır, " Birinci görüş daha tercihe şayandır. Zira, bu kelime kıllet ve zillete daha fazla delâlet eder. Müfessirter, "Münafıklara, kendilerinin kadınlara benzetilmesi çok zor geliyordu" demişlerdir. Daha sonra Cenâb-ı Hak "Kalblerine mühür vurulmuş onların. Artık onlar pek anlamazlar" buyurmuştur. Sen, biz ehl-i sünnete göre "tab ve hatm"in, imanın tahakkuk etmesine mani olan ve küfrü gerektiren kuvvetli bir sebebin bulunması demek olduğunu biliyorsun. Bu böyledir, zira herhangi bir fiilin sebepsiz olarak meydana gelmesi muhal olunca, küfr için kuvvetli ve derin bir sebep bulununca, kalb, âdeta küfür üzere mühürlenmiş gibi olur. Sonra o sebebin tahakkuku şayet kul tarafından olursa, o zaman teselsül gerekir. Eğer Allah tarafından ise, o zaman maksat hasıl olmuş demektir. Hasan el-Basri şöyle demiştir: "Tab, kalbin, küfre meyletmek hususunda sanki iman etmeye karşı ölmüş bir hale, bir noktaya varıp ulaşması demektir." Mutezile'ye göre ise tab, kalbte meydana gelen bir alâmet ve emare demektir. Bu husustaki tafsilatlı açıklama, Cenâb-ı Hakk'ın Bakara süresindeki (Bakara. 6) ayetinin tefsirinde geçmişti. Cenâb-ı Hak, buyurmuştur. Yani "Onlar, Allah'ın cihadı emretmesindeki hikmetinin sırlarını anlayamazlar" demek  | 
	
﴾ 87 ﴿