| 101"Çevrenizdeki bedevilerden ve Medine ahâlisinden birtakım münafıklar vardır ki onlar nifak üzerinde idman yapmışlardır. Sen bunları bilmezsin. Onları biz bilir: Biz onları iki. kere. azaba uğratacağız. Sonra da onlar daha büyük bir azaba döndürüleceklerdir" Bil ki Allahü teâlâ, Medineli münafıkların hallerini açıkladı. Daha sonra da bedevilerin yani çöl Araplarının münafıklarından bahsetti. Bunun peşisıra da: bedevi Araplar içinde, mü'min, sâlih ve ihlasiı kimselerin de bulunduğunu bildirdi. Daha sonra da mü'minlerin ileri gelenlerini ve bunların, birinci dereceyi kazanmış olan muhacirler ile ensar olduğunu beyân buyurdu. Bu ayette ise, "Siz onların böyle olduklarını bilmeseniz dahi, Medine'nin etrafında münafık sıfatına sahip bazı kimselerin bulunduğunu haber vererek, "Çevrenizdeki bedevilerden... birtakım münafıklar vardır" buyurmuştur Bunlar Cüheyne, Eşlem, Eşca' ve Gıfâr kabileleri olup, Medine'nin etrafında yerleşmiş vaziyette idiler. Hak teâlâ'nın "Ve Medine ahalisinden birtakım münafıklar vardır ki onlar nifak üzerinde idman yapmışlardır" ifadesi ile ilgili iki bahis vardır: 1) Birinci bahis: Zeccâc şöyle demiştir: "Bu ifadede bir takdim-tehir söz konusu olup, ayetin takdiri "Çevrenizdeki bedevilerden ve Medine ahalisinden birtakım münafıklar vardır. Onlar nifak üzerinde idman yapmışlardır" şeklindedir." 2) İbnü'l-Enbari "Bu ayetin takdirinin, "Ve Medine ehlinden de, nifak üzerine idman yapmış olanlar vardır" şeklinde olabileceğini ve min edatı delâlet ettiği için, bu men kelimesinin mahzûf olduğunu, bunun, tıpkı "Bizim herbirimiz için belli bir makam vardır" (Saffat, 164) ayetinde olduğu gibi olduğunu ve bu ayetin takdirinde olduğunu" söylemiştir. İkinci bahis: Arapça'da, biri azıp serkeşlik ettiğinde, denilir. İnsan ve cin şeytanlarına da "merid" (azgın) denilir, Yine birisi azıp, haddi aştığında, (O, bize karşı haddi aştı) denilir, İbnü'l-Arâbî şöyle demiştir: Merad kelimesi, çokça kibir gösterip günah işlemek manasınadır. Ayetteki, tabiri de bu manadadır. "Mürûd"un aslı, yumuşak olup, sert olmamaktır. (Uzun ve pürüzsüz köşk) ve (Tüysüz çocuk) ifadeleri de bu köktendir. Mirdâ' kelimesi, üzerine birşey bitmeyen tepe manasındadır. Bu, sanki başkasının sözünü kabul etmeyen ve ona iltifat etmeyen (değer vermeyen) birisinin, kendisinde hiçbir değişiklik olmaksızın, olduğu gibi, asıl hali üzere kalan şey gibi olmasıdır. İşte melâse (pürüzsüzlük, yumuşaklık) budur. Lafzın asıl manasının bu olduğunu iyice kavradığında biz deriz ki: "Ayetteki tabirinin manası, "Onlar bu nifak üzere uzun müddet kaldılar, ona devam ettiler ve ondan dönmediler" şeklinde olur. Allahü teâlâ daha sonra "Sen bunları bilmezsin. Onları biz biliriz" buyurmuştur. Bu tıpkı "Siz onları bilmezsiniz. Allah onları bilir" (Enfal, 60) ayeti gibidir. Bu, "Onlar nifak sanatında alıştırma yaptılar. Böylece nifak hususunda ustalaştılar ve senin zekân, anlayışın ve kavrayışın kuvvetli olmasına rağmen, onlar, senin kendilerinin münafık olduğunu kestiremeyeceğin bir seviyeye vardılar" demektir. Münafıkların Çekeceği İki Nevi Azap Daha sonra Cenâb-ı Hak, "Biz onları iki kere azaba uğratacağız" buyurmuştur. Alimler bu ifadedeki "iki kere"nin ne demek olduğu hususunda pek çok izahlar yapmışlardır: Birinci izah: İbn Abbas (radıyallahü anh) şöyle demiştir: "Cenab-ı Hak bununla, onların dünyada iken hastalanmalarını ve ahirette iken çekecekleri azabı kastetmiştir, Çünkü mü'minin hastalığı, günahlarının affolunmasına vesile olur. Kâfirin hastalığ ise, inkârının ve nankörlüğünün artmasına sebeb olur." İkinci izah: Süddî, Enes b. Mâlik (radıyallahü anh)'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bir cuma günü hutbe okurken, "Ey falanca çık. çünkü sen münafıksın. Ey falanca, çık! Çünkü sen de münafıksın" dedi ve bu şekilde Mescidden bazı kimseleri çıkardı ve onları rezil-rüsvay etti. İşte bu iki azabtan biri budur, biri de kabir azabıdır." Üçüncü izah: Mücahid şöyle demiştir: "Bu azaplar, dünyada iken öldürülmeleri ve esir edilmeleri, bundan sonra da kabirde azab edilmeleridir." Dördüncü izah: Katâde şöyle demiştir: "Bu iki azab, çıban ile kabir azabıdır. Çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Huzeyfe (radıyallahü anh)'ye oniki münafığı gizlice bildirip şöyle demiştir: "Cenâb-ı Hak onların akısını, herbirini yakalayan ve göğsünde çıkan ateşli bir çıbana mübtela eder. Altısı da (mûtâd) ölümle ölürler, " Beşinci izah: Hasan el-Basrî: "Bu iki azabın biri, onların mallarından zekat almak, diğeri ise kabir azabıdır" demiştir. Altıncı izah: Muhammed b. İshak şöyle der: "Bunlar, o münafıkların içine dolan İslâm'a karşı öfkelen ve gönülsüz olarak girmeleri ile kabirde görecekleri azablandır." Yedinci izah: Bu iki azabtan birisi, meleklerin onların yüzlerine ve arkalarına vurmalarıdır. Diğeri ise öldükten sonra dirilirken boğazlarına ateşten bir halkanın geçirilmesidir. En uygun olan görüş, şunu söylemektir: Hayat, üç türlüdür: Dünya hayatı, kabir hayatı ve Kıyamet hayatı, Binaenaleyh Cenâb-ı Allah'ın bu ifadesinden murad, her türlüsü ile dünya azabı ve kabir azabıdır. Ayetteki, "Sonra da onlar daha büyük bir azaba döndürüleceklerdir" ifadesi ile de, onların üçüncü hayatta, yani Kıyamet hayatında görecekleri azab kastedilmiştir. Cenâb-ı Allah ayetin sonunda. "Sonra da onlar daha büyük bir azaba döndürüleceklerdir" buyurmuştur. Bu. "Onlar, ebedi ve devamlı olan bir azaba duçar kılınacaklardır" demektir. | 
﴾ 101 ﴿