106"(Savaşa gitmeyenlerden) diğer birtakımı da, Allah'ın emrine (intizaren), haklarındaki hüküm ertelenmiştir. O, , bunları ya azaba uğratacak, yahut tevbelerini, kabul edecektir. Allah, çok iyi bilen, tam bir hikmetle yapandır" Bu ayetle ilgili birkaç mesele vardır: Hamza, Nâfi, Kisaî ve Asım'ın ravisi Hafs, hemzesiz olmak üzere mürcevne; diğer kıraat imamları da, hemze ile mürceûne okumuşlardır ki, bu, iki kullanıştır. Arapça'da, bir şeyi ertelediğinde, hemzeli ve hemzesiz olmak üzere "Onu tehir ettim" denilir. Tevbe edenin mutfak bağışlanacağını söylemeyip, bu mağfireti Allah'ın meşîetine, iradesine havale ettikleri, bıraktıkları içindir ki, "Mürcie" mezhebine bu ad verilmiştir. Evzâî'ye göre onlara bu adın verilmesinin sebebi ameli imandan geri bırakmaları, yani ayrı düşürmeleridir. Bil ki Allahü Teâlâ, cihaddan geri kalanları üç kısma ayırmıştır: 1) Nifak üzere talimli olan münafıklar. 2) Tevbe edenler. "Diğer bir kısmı da günahlarını itiraf ettiler" (Tevbe, 102)ayetiyle kasdedilenler bunlar olup, Cenâb-ı Hak, onların tevbelerini kabul buyurduğunu açıklamıştır. 3) Alıkonarak, bekleyerek, geride kalanlar ki, bu ayette zikredilenler de bunlardır. İkinci kısımdakilerle bunlar arasındaki fark şudur: Ötekiler hemen îevbe etmeye koşmuşlarken, bunlar tevbeye yönelmemişlerdir. İbn Abbas (radıyallahü anh) ise şöyle demiştir: "Bu ayet, Ka'b İbn Malik, Mürare Ibnu'r-Rebî ve Hilal İbn Ümeyye hakkında nazil olmuştur. Ka'b: 'Medine'deki en hızlı deve benimdir; bu sebeble, dilediğimde Hazret-i Peygamber'e ulaşırım " der ve günlerce gecikir. Daha sonra da, Hazret-i Peygamber'e ulaşmaktan ümidini keser ve yaptığı şeye pişman olur; aynı şekilde arkadaşları da. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Medine'ye geri döndüğünde Ka'b'a, Hazret-i Peygambere git ve yaptığından dolayı O'ndan özür dile " denildiğindeyse o: "Hayır, tevbenin kabulüne dair bir hüküm, ayet nazil olmadıkça, gitmeyeceğim vallahi" der. Diğer iki arkadaşı ise, Hazret-i Peygamber'e giderek özür beyanında bulunurlar. Hazret-i Peygamber, onlara: "Sizin, bana katılmayarak geride kalmanızın sebebi nedir?" dediğinde onlar: "Hatadan başka bir mazeretimiz, haklı gerekçemiz yoktur" cevabını verirler.. Bunun üzerine Cenâb-ı Hakk'ın, "Savaşa gitmeyenlerden diğer birtakımı da Allah'ın emrine intizaren. haklarındaki hüküm ertelenmiştir" ayeti nazil olur. Haklarındaki Hüküm Ertelenen Üç Kişi Bunun üzerine, bu ayetin nüzulünden sonra Hazret-i Peygamber orrtarı (haklarında hüküm ininceye kadar bir yerde) durdurtur. İnsanları, onlarla oturup kalkmaktan men eder; onlara, hanımlarından ayrılmalarını ve onları, ana babalarının yanına yollamalarını emreder. Derken, kendisine yiyecek getirmek arzusuyla, Hilâl'in hanımı gelir; çünkü Hilal, son derece yaşit bir kimsedir. Sadece ona izin verilir. Şam'dan ise bir elçi gelmiş, Ka'b'ı kendilerine (Bizans'a) katılmaya teşvik etmektedir. Bunun üzerine Ka'b: "Yaptığım hata öyle bir dereceye ulaşmıştır ki, müşrikler bile benden bir şey umar hale geldiler. Onca genişliğine rağrnen. yeryüzü bana dar geldi" der. Hilâl İbn Ümeyye ise öylesine ağladı ki, gözlerinin kör olacağından korkuldu. Elli gün geçtikten sonra, onların tevbelerinin kabul edildiğine dair, "Allah, peygamberinin tevbesini kabul buyurdu "(Tevbe, 117) ve, "Savaştan geri bırakılan üç kişinin (tevbelerini de kabul etti) (Tevbe. 118) ayetleri nazil oldu. Hasan el-Basri şöyle demiştir: "İşbu ayetinde bahsedilen kimseler, Resulüllah'ın, kendi huzurundan uzaklaştırdığı bir münafık güruhudur." Esamm da, Cenab-ı Hakk'ın bu ayetle münafıkları kastettiğini ve bunun tıpkı, "Çevrenizdeki bedevilerden ve Medine ahalisinden birtakım münafıklar vardır ki" Tevbe, ıoıt ifadesi gibi olduğunu söyleyerek, sözünü şöyle sürdürmüştür: "Allah, onlar hakkındaki hükmü ertelemiş, onlar hakkında bildiği şeyi haber vermemiş ve tevbe etmemeleri halinde, haklarında ayet ineceğini bildirerek, onları bu ayetle korkutmuştur. İşte bundan dolayı Cenâb-ı Hak "O, bunları ya azaba uğratacak, yahud tevbelerini kabul edecektir" buyurmuştur." Bu ifadeyle ilgili birkaç mesele vardır: Akıbetleri Hakkında, Ayette Müphem ifade Kullanılması Bir kimse şöyle diyebilir: "İmma kelimesi, şek ifade eder. Halbuki Cenab-ı Hak, şekden münezzeh ve beridir." Buna şu şekilde cevap verilebilir: "Bundan murad, "Onların içleri. korku ve ümit üzere olsun" manasıdır." Böylece, bazı insanlar, "Allah onlar hakkında, mazeretlerinin kabul edildiğini bildiren bir ayet indirmezse, onlar helak olurlar"; diğer bazıları da, "Umulur ki Allah onları bağışlar, affeder" demeye başladılar. Bunların savaştan geri kaldıklarına ve Hazret-i Peygamber'e katılmadıklarına pişman olduklarında şüphe yoktur. Allahü teâlâ da onların tevbe ettiklerine hükmetmeyip, aksine "O. bunları ya azaba uğratacak, yahud tevbelerini kabul edecektir" buyurmuştur. Bu da sadece pişman olmanın, tevbenin sahih olması için yeterli olmayacağına delâlet eder. Eğer, "Tevbenin şartları nedir?" denilirse, biz deriz ki: Belki de onlar, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, kendilerine 'eziyyet edilmesini emretmesinden;veyahut da mahcûb ve rezil kepaze olmaktan çekinmişlerdir. Böyle olması halinde, onların tevbeleri doğru ve makbul olmaz. Tevbelerinin kabul edilmeyişi meselesi, insanların, onları tenkid veya medhetmeleri hususundaki durumları, onlar nezdinde önemini yitirip hafifleyinceye kadar devam etmiştir. İşte, iş bu noktaya gelince, onlar, yapmış oldukları günantan, sırf günah olduğu için, pişman olmuşlardır. İşte o zaman da, yapmış oldukları tevbe sahih ve makbul olmuş olur. Cübbai, bu ayet ile Allahü teâlâ'nın, tevbe etmeyenleri affetmeyeceği hususunda istidlalde bulunmuştur. Ona göre bu böyledir, zira Cenâb-ı Hak, o günahkârlar hakkında, "O, bunları ya azaba uğratacak yahut tevbelerini kabul edecektir" buyurmuştur. Bu ifade, hükmün şu iki şeyden, yani, azab etmekten veya tevbelerini kabul etmekten biri olduğuna delalet eder. Tevbe etmeksizin günahların affedilmesi meselesi üçüncü bir kısım olmuş olur. Allahü teâlâ ise bu üçüncü kısımdan bahsetmeyince, bu bahsetmeyiş böyle bir hükmün bâtıl olduğuna, onun muteber olmadığına delâlet eder. Af Hakkında Genel Hüküm Verilip Muayyen Kişinin Akıbeti Bilinmez Buna şöyle cevap verilir: Biz, bütün günahların affedileceğine dair kesin hüküm veremeyiz. Aksine biz, genel manada, affın bulunacağına dair kesin hüküm verebiliyoruz. Ama bu affın, bizatihi falanca hakkında tahakkuk edip etmeyeceği meselesine gelince, bu şüphelidir. Baksana Cenab-ı Hak, "Ondan başkasını, dileyeceği kimseler için bağışlar" (Nisa. 48) buyurmuştur. Böylece Allah, şirkin dışında kalan günahların bağışlanacağına kesin hüküm vermiş, ancak, bu herkes hakkında değildir. Tam aksine, bu aff, Cenâb-ı Hakk'ın dilediği kimseler hakkında böyledir. Binâenaleyh, onlar hakkında affın bulunmamasından, mutlak manada affın olmayacağı neticesi çıkmaz. Hem, zikredilmemiş olma, yokluğa (o şeyin bulunmadığına) delâlet etmez. Baksana, Cenâb-ı Hak: "O gün yüzler vardır parıl parıl parlayıcıdır, güleçtir, sevinçlidir" (Abese. 38-39) buyurmuştur ki bunlar, mü'minlerdir. Yine, "O gün yüzler de vardır, üzerlerini toz toprak bürümüştür. Onları da bir karanlık ve siyahlık kaplayacaktır, işte bunlar kâfirler ve facirlerdir" (Abese 40-42) buyurmuştur. Bu ifadelerde bahsedilenler ise ya mü'minlerdir, ya kâfirlerdir. Üçüncü bir kısmın zikredilmemesi, Cübbaî'ye göre de, bulunmadığına delâlet etmez. İşte, bu ayette de böyledir. Cenâb-ı Hak, buyurmuştur.Yani, "Allah, o mü'minlerin kalblerinde olanı bihakkın bilen, onlar hakkında hükmettiğinde hakim olandır" demektir. |
﴾ 106 ﴿