111"Allah, karşılığında cenneti vererek, mü'minlerden canlarını ve mallarını satın almıştır. Onlar Allah yolunda savaşır, öldürürler veya öldürülürler, Tevrat'ta, incil'de ve Kur'an'da (bulunan bu vaad), kendi üzerine hak bir vaaddir. Allah kadar ahdine vefa eden kim olabilir ki? O halde, ey mü'minler yapmış olduğunuz bu alış verişten dolayı sevinin. Bu en büyük bir nâıliyettir" Bil ki Cenâb-ı Hak, Tebük Savaşı'na katılmadıkları için münafıkların, çirkin fiillerini, hakirliklerini açıklamaya başlayıp, bu izahı bitirmeyi müteakip münafıkların kısımlarından bahsedip, her kısımla ilgili hüküm ve durumlardan bahsedince, cihadın faziletini ve hakikatini açıklamaya yönelerek, buyurmuştur. Bu ifade ile ilgili birkaç mesele vardır: Ayetin Akabe Biati Vesilesi İle İnmesi el-Kurtubî şöyle demektedir: "Sayıları yetmiş olan bir kısım ensar, Akabe Gecesi'nde Mekke'de Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e biat edince, Abdullah b. Revâha (radıyallahü anh): "Ya Rasulallah, bize, hem Rabbin için, hem de kendin için istediğin şartı koş" dedi. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber: "Ben Rabbim hakkında, sadece O'na ibadet etmenizi ve O'na hiçbirşeyi ortak koşmamanızı; kendi hakkımda da, kendinizi ve mallarınızı tehlikeden koruduğunuz gibi beni de korumanızı şart koşuyorum " deyince, ensar, "Bunu yaptığımız takdirde, bizim içn ne var?" dediler. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Cennet" cevabını verdi. Biat eden bu kimseler: "Alış-verişimiz kârlı oldu. Biz bu alış-verişimizi ne bozarız, ne de bozulmasını isteriz" dediler. İşte bunun üzerine, bu ayet nazil oldu. Mücahid, Hasan ve Mukatil: "Allah onlara bir fiyat biçti ve fiyatlarını çok yüksek tesbit etti" dediler, Meânî âlimleri şöyle demişlerdir: Allah'ın, gerçekte herhangi bir şeyi satın alması söz konusu değildir. Çünkü müşteri, sahib olmadığı şeyi satın alır. İşte bundan ötürü, Hasan el-Basrî bu ayete: "Allah, bazı canları satın aldı ki onları zaten kendisi yaratmıştı. Yine bazı malları da satın aldı ki o malları onlara rızık olarak veren de zaten kendisidir. Fakat Cenâb-ı Hak bunu, lütufkâr bir şekilde taata çağırmak için böyle beyan buyurmuştur. Bunun özü şudur: Mü'min, ne zaman Allah yolunda savaşır ve bu uğurda öldürülür, ruhu çıkar ve malı da .Allah yolunda harcanırsa, âhirette Allahü teâlâ'dan, yaptığı bu şeylere karşılık cenneti alır. Böylece bu, bir değiş-tokuş ve , bir alış-veriş olmuş olur ki işte ayetteki, "Allah karşılığında cenneti vererek canlarını ve mallarını satın almıştır" ifadesi bu manayadır" demiştir. Hazret-i Ömer'in ve A'meş'in kıraati de şeklindedir. Hasan el-Basri şöyle demiştir: "Dinleyiniz, Allah'a yemin olsun ki bu, çok kârlı bir alış-veriştir. Bu, Allah'ın her mü'min ile yaptığı pek çok kârlı bir alışveriştir. Allah'a yemin ederim ki, yeryüzünde bu biata dahil olmayan tek mü'min yoktur. Sâdıku'l-vaad olan Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), "Sizin bedenlerinizin (canlarınızın) fiyatı, ancak cennettir. Binâenaleyh onları, ancak o cennet karşılığında satın" buyurmuştur. Ayette "...ve mallarını..." buyurulmuştur. Allahü teâlâ bu tabir ile onların Allah yolunda harcadıkları malları ile, kendileri için, çoluk-çocukları için harcadıkları malları kastetmiştir. Bu ayet-i kerimede birkaç incelik vardır: Ayet-i Kerimedeki Bazı İncelikler Birinci incelik: Her müşterinin, mutlaka bir satıcısı bulunması gereklidir. Burada ise, satan da, alan da Allahü teâlâ'dır. Satanın ve alanın aynı kimse olması, ancak alış-verişte faydasına olan şeylere aklı ermeyen bir çocuğun işlerini yerine getiren kayyım hakkında doğru olur. Bu alış-veriş, memnunluk verici olması şartına bağlıdır. Binâenaleyh ayetteki bu mesel (benzetme), kulun, adetâ kendi işlerini yürütemeyen bir çocuğa; Allahü teâlâ'nın da, İyi ve mükemmel bir kayyime benzetildiğini gösterir. Bundan maksad, Cenâb-ı Hakk'ın müsamahakâr olup günahları affedeceğine ve kullarını her türlü hayır ve saadet mertebelerine ulaştıracağına işaret etmektir. İkinci incelik: Allahü teâlâ, canlan ve ms'hrt, (onların canları ve malları) diye kulların kendisine izafe etmiştir. Binaenaleyh canların ve malların kullara nisbet edilmesi, kulların kendilerinin dışında iki şeyin bulunmasını gerektirir. Aslında durum da böyledir. Çünkü insan, "devamlı kalan aslî cevher"den ibarettir. Bu beden, o aslî cevherin aleti, edevatı ve bineği durumundadır. Mal da, bu bineğin faydasına olarak yaratılmıştır. İşte Hak teâlâ insandan bu bineği ile malını, cennet karşılığında satın almıştır. Doğrusu da budur. Çünkü insanın, bu durmadan değişen maddeler âleminin faydalarına mal ve bedenle ilgili faydalara kalbi bağlı kaldığı müddetçe, yüce mutluluklara ve kıymetti derecelere ulaşması imkansız olur. Fakat insanın bu faydalara olan ilgisi kesilir ve bu ilgi, bedeni ölüme; malı da, Allah'ın rızasını kazanmak için harcama derecesine gelirse, o kimse, hidayeti heva-vü hevesine; Mevlâ'yı dünyaya, âhireti ûlâ'ya (dünyaya) tercih etmiş olur. Dolayısıyla da saîdlerden, iyiler (ebrâr)dan, faziletli ve hayırlı kimselerden olur. O halde, burada aslında satıcı olan, (insanın) o kutsi ruh cevheridir, müşteri (satın alan) da Allahü teâlâ'dır. Bu iki bedelden birisi çürümeye mahkûm beden ile fani maldır, diğeri ise, devamlı cennet ve bakî mutluluklardır. O halde büyük bir kazanç elde edilmiş, gam ve keder zail olmuş olur. İşte bundan ötürü Cenâb-ı Hak, "O halde (ey mü'minler) yapmış olduğunuz bu alış verişten dolayı sevinin" buyurmuştur. Allah Yolunda Öldürmek ve Öldürülmek Allahü teâlâ daha sonra "Allah yolunda savaşır, ölür veya öldürülürler" buyurmuştur. Keşşaf sahibi: "Ayetteki ifadesi, tıpkı "mallarınızla, canlarınızla Allah yolunda mücahede edersiniz" (Saf, 11) ayetinde olduğu gibi, emir manasındadır, "savaşsınlar" demektir" demiştir. Bu tabirin, o alış-verişin bir izahı ve onun için gerekli bir şart gibi olduğu da söylenmiştir. Hamza ve Kisâî, ayetteki fiillerin yerini değiştirip, birincisini meçhul, ikincisini malûm olarak, ("öldürülür veya öldürürler)" şeklinde okumuşlardır. Bu, o kimselerin savaşta öldürülmeleridir. Diğer kıraat imamları ise, bu fiillerin birincisini malum, ikincisini meçhul olarak, (......) şeklinde okumuşlardır. Bu kıraata göre, ifadenin manası açıktır. Çünkü bu, "onlar kâfirleri öldürürler ve ölünceye kadar onları öfdürmekten, onlarla savaşmaktan geri durmazlar" demektir. Fakat fiillerden birincisinin meçhul, ikincisinin malûm olarak okunması durumunda, bunun manası, "Müslümanlardan büyük bir kısmı öldürülse bile, bu diğer müslümanları savaşmaktan caydırmaz. Aksine geride kalanlar, bundan sonra da düşmanla vuruşmaya devam eder ve ellerinden geldiğince onları öldürürler. Bu tıpkı, "Onlar, Allah yolunda, başlarına gelen belalardan dolayı ne gevşeklik gösterdiler, ne de zayıflık..." (al-i imran. 146). yani "onlardan geri kalanlar acze düşüp, gevşeklik göstermediler" ayetinde olduğu gibidir. Emr-i Marufun Savaşmaktan Üstün Olduğu Alimler, deliller ile emr-i ma'ruf ve nehy-i münker yaparak düşmanla mücadele ve münakaşa etmenin, bu ayetin hükmüne girip girmediği hususunda ihtilaf etmişler, bazıları, bunun vuruşarak cihad etme ile ilgili olduğuna, çünkü Cenâb-ı Hakk'ın bu alış verişi, "Allah yolunda savaşır, öldürürler veya öldürülürler..." ifadesi ile, "savaşma" manasında tefsir etmiş olduğunu söylemişler; diğer bazıları ise, bu ifadeye, her türlü cihad çeşidinin dahil olduğunu söyleyerek, şöyle demişlerdir: "Bunun delili, bizim Abdullah b. Revâha (radıyallahü anh)'dan (yukarıda) rivayet etmiş olduğumuz hadistir. Hem, hüccet getirerek ve tevhidin delillerini ortaya koyarak yapılan cihad, savaştan daha tesirlidir. İşte bundan ötürü Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Hazret-i Ali (radıyallahü anh)'ye, "Allahü teâlâ'nın, senin elinle (vasıtanla) bir insana hidayet etmesi, senin için, güneşin üzerine doğduğu şeylerden yani dünyada herşeyden daha hayırlıdır" Buharî, Cihad, 143 (4/20); Müslim. Fezâilü's-Sahabe. 34 (4/1872). buyurmuştur. Bir de, savaşarak yaptlan cihadın tesiri delillerle yapılan cihaddan sonra mükemmel ve güzel olur. Deliller ile yapılan cihadın ise, savaşarak yapılan cihada ihtiyacı yoktur. "Nefis" (can), kıymetli bir cevher (öz) olup, Allah o cevhere bu âlemde, son derece kıymet vermiştir. Onun zatında bir bozukluk yoktur. Bozukluk, onunla beraber bulunan küfür ve cehalet sıfatındadır. Binaenaleyh asıl cevhere dokunmadan, ondaki fasit sıfatı izale edip gidermek mümkün olduğu zaman, bunu yapmak daha evlâ olur. Baksana, ölen hayvanın derisinden, bazı bakımlardan istifade etmek mümkün olduğu için, şeriat onu aslı üzere bırakmaya teşvik ederek, "Keşke o hayvanın (leş'in) derisini alıp, dabaklasaydınız ve ondan istifade etseydiniz" demiştir. O halde, deliller ile yapılan cihad, tıpkı deriyi dabaklayıp temizleme gibidir. Bu da, fasit sıfatları giderip, cevheri (özü), aslı üzere (temiz olarak) bırakmaktır. Vuruşarak cihad etmek ise, cevherin (canın) kendisini ortadan kaldırmaktır. Binâenaleyh birincisi daha evlâ ve üstündür. Allahü teâlâ daha sonra, "Tevrat'ta, incil'de ve Kur'an'da bulunan bu vaad O'nun üzerine hak bir vaaddir" buyurmuştur. Zeccâc şöyle demiştir: "Ayetteki "vaad" kelimesi, mana bakımından mef'ûl-ü mutlak olduğu için mansub kılınmıştır. Çünkü ifadesi "Allah onlara cenneti vaadetti" manasındadır. Buna göre "vaad", kelimesi, te'kid için gelmiş olan mefûl-ü mutlak olur." Alimler, Cenâb-ı Hakk'ın kitaplarındaki, yani Tevrat, İncil ve Kur'an'daki şeyin ne olduğu hususunda ihtilaf etmişlerdir: Birinci görüş: Allahü teâlâ'nın, Allah yolunda cihad edenlere yaptığı bu vaad, gerçek bir vaad olup, Allah onû Kur'an'da belirtip, var olduğunu haber verdiği gibi, Tevrat ve İncil'de de olduğunu bildirmiştir. İkinci görüş: Bu "Allahü teâlâ, Kur'an'da beyan ettiği gibi, Tevrat ve İncil'de de, ümmet-i Muhammedin canlarını ve mallarını, cennet karşılığında satın aldığını beyan buyurmuştur" demektir. Üçüncü görüş: Bu, "cihad ve savaşla ilgili emir, her şeriatta mevcuttur" demektir. Allahü teâlâ daha sonra, "Allah kadar ahdine kim vefa gösterebilir ki!" buyurmuştur. Bu, "Ahdi bozmak yalandır, hiledir, tuzaktır. Bütün bunlar kabîh ve çirkin olan şeylerden olup, muhtaç olmalarına ve noksanlıklarına rağmen, her insan tarafından çirkin görülen şeylerdir. O halde, hertürlü noksanlıktan ve ihtiyaçtan uzak olan Allah'ın bu tür şeylerden münezzeh olması daha evladır" demektir. Hak Teâla'nın bu ifadesi inkârı manada, red manasında bir istifham olup, "Vaadini Allah'dan daha iyi yerine getirecek bir kimse yok" manasındadır. Daha sonra Cenâb-ı Hak, 'O halde (ey mü'minler) yapmış olduğunuz bu alış-verişten dolayı sevinin. Bu en büyük bir nâiliyettir" buyurur. Bil ki bu ayette pek çok te'kid nev'i vardır: Birincisi: "Şüphesiz ki Allah, mü'minlerin canlarını ve mallarını cennet karşılığı satın almıştır" ifadesidir. Buna göre, satın alan, yalandan ve hainlikten münezzeh olan Allahü teâlâ olmuş olur ki bu da, bunun son derece güçlü bir ahd (antlaşma) olduğuna delâlet eder. İkincisi: Cenâb-ı Hak, mü'minlere mükafaat verişini, bir alış-veriş olarak beyan etmiştir ki bu da, te'kidle beyan edilmiş bir gerçektir. Üçüncüsü: "Bir vaaddir" ifadesidir. Çünkü Allah'ın vaadi haktır. Dördüncüsü: "Kendi üzerine" kelimesinin ifade ettiği husustur. Çünkü (üzerine) kelimesi, "vucûb" (kesinlik-mecburiyet) ifade eder. Beşincisi: "Hak" kelimesinin ifade ettği husustur. Bu da, tahkiki te'kid ifade eder. Altıncısı: "Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da" ifadesinin ortaya koyduğu husustur. Bu, bütün ilahi kitâbların ve bütün peygamberlerin, o alış-verişe şahid olmaları demektir. Yedincisi: "Allah kadar ahdine vefa eden kim olabilir ki?" ayetinin ifade ettiği husustur. Bu ifade de, te'kidde zirvedir. Sekizincisi: "O halde (ey mü'minler) yapmış olduğunuz bu alış-verişten dolayı sevinin!" ifadesidir. Bu da, son derece te'kidli bir ifadedir. Dokuzuncusu: "Bu, bir farz (nâiliyyet)tir" tabiri. Onuncusu: Bu ise, "büyük" lafzının ifade ettiği husustur. Böylece bu ayet-i kerimenin, işte bu on te'kid ve pekiştirmeyi ihtiva ettiği sabit olmuş olur. Biz bu ayeti, şöyle bir sonuçla bitirelim: Ebu'l-Kasım el-Belhî, çocukların ve hayvanların da, çektikleri elemlerden ötürü mutlaka bir karşılık (mükâfaat) alacaklarına bu ayeti delil getirerek şöyle demiştir: "Zira ayet, mükellef olanlara, cennet fiatı verilmedikçe canlarının ve matlarının alınamayacağına delalet eder. O bedel de cennettir. İşte bundan ötürü Cenâb-ı Hak, "Şüphesiz ki Allah... müminlerin canlarını ve mallarını cennet karşılığında satın almıştır" buyurmuştur. Binâenaleyh bunun, çocuklar ve diğer canlılar hakkında da böyle olması gerekir. Eğer bunlar bir temennide butunabilselerdi, bu kıymetli dereceleri ve yüksek bedeli elde edebilmek için, elem ve acılarının kat kat daha fazla olmasını isterlerdi." Biz de şöyle diyoruz: "Çocukların ve diğer canlıların çektikleri elemler karşılığında, birtakım mükafaatlar elde edeceklerini inkâr etmiyoruz. Aramızdaki ihtilaf şu husustadır: Biz (ehl-i sünnete) göre, insanlara bir karşılık (mükâfaat) vermek, Allah üzerine vâcib (mecbur) değildir. Size (Mu'tezile'ye) göre ise, bu, Allah üzerine vâcibtir. Bu ayet, böyle bir vâcib oluşu göstermemektedir." |
﴾ 111 ﴿