13

"Yoksa Kur'ân'ı kendisi mi uydurdu diyorlar? De ki: "O halde haydi siz de onun sûreleri gibi on sure getirin, düzme ve uydurma olarak!., , Allah'dan başka çağırabileceğiniz herkesi de çağırın, eğer iddianızda doğru iseniz...

Bil ki müşrikler, Hazret-i Peygamber'den mucize isteyince, O: "Benim mucizem, bu Kur'ân'dır. Tek bir mucize tahakkuk edince, fazlasını istemek haddi aşmak ve cehalet olur" dedi. Sonra da, Kur'ân'ın bir mucize olduğunu, onlara o Kur'ân'a muaraza etmelerini istemekle meydan okuyarak beyân etti. Bu ayetin muhtevasının izahı hem Bakara 23, hem de Yunus 38. ayetlerin tefsirinde detaylı bir biçimde geçmişti. Ayetle ilgili birkaç mesele vardır:

Birinci Mesele

Ayetteki ifterâhu kelimesindeki mef'ûl zamiri, bir önceki ayette geçen "sana vahyolunan şey..." kısmına râcidir. Yani, "Şayet onlar, "sana vahyedilen bu şey uydurulmuştur" derlerse onlara, "haydi, isterse uydurulmuş, hakikatsiz sözler olsun, bunun gibi on sure getirin" de!.." demektir. Ayetteki mislini kelimesinin, o on sûreden herbirine hamledilebilmesi için, emsalini anlamındadır. Bununla, o sûrelerin toplamının murad edilmiş olması da uzak bir ihtimal değildir. Zira, on sûrenin toplamı bir sûre olmuş olur.

On Süre Belli Olmayıp Herhangi On Sûredir

İbn Abbas şöyle demiştir: "Tehaddîye (meydan okumaya) esas teşkil eden bu sûreler muayyen ve belli olup, bunlar: Bakara, Âl-i İmran, Nisa, Mâide, En'âm, A'râf, Enfâl, Tevbe, Yûnus ve Hûd (aleyhisselâm) sûreleridir.

Cenâb-ı Hakk'ın "De ki: "O halde, haydi siz de onun sûreleri gibi on sûre getirin düzme ve uydurma olarak!..." hitabı, bu sûreden önce geçmiş olan sûrelere bir işarettir." Bu hususta bir müşkil ortaya çıkar: Zira bu sûre Mekki, bu sûreden önce geçen sûrelerin bir kısmı ise, Medenîdir. Binâenaleyh, bu on sûre ile, bu söz söylendiğinde henüz nazil olmamış olan o sûreler nasıl kasdedilmiş olabilir? Bu sebeple, daha münasip olan, meydan okumanın, kendisinde kelâmın terkîb ve ahenginin kuvvetinin müşahede edildiği herhangi on sûre ile tahakkuk ettiğinin söylenmesidir.

Bil ki, on sûre ile meydan okumanın, tek bir sûre ile meydan okumadan mutlaka .önce olması gerekir. Bu, bir kimsenin, bir başkasına, "Tıpkı benim yazdığım gibi, on satır yaz..." deyip, sonra da, onun bunu yapmaktan aciz olduğu görülünce, "Ben, onun gibi olan tek bir satırla yetindim" demesi gibidir.

Bunu iyice kavradığın zaman biz deriz ki: Daha önce de geçtiği üzere, tek bir sûreyle meydan okuma meselesi, Bakara ve Yunus sûrelerinde varid olmuştur. Bu sûrenin Sakara sûresinden önce olmasına gelince, hu aşikârdır. Zira bu sûre Mekki, Bakara sûresi ise Medenî'dir. Ama, Yunus sûresindekine gelince, buradaki problem de zail olmuştur. Zira, bu iki sûreden her biri Mekkî'dir. Bu sözün doğru olabilmesi için, bizim zikrettiğimiz delil, Hûd Sûresinin, nüzul itibariyle Yûnus Sûresinden önce olmasını gerektirir.

İ'caz Vechi Nedir?

Alimler, Kur'ân'ın mu'cizliğinin hangi hususta olduğu konusunda ihtilâf etmişlerdir. Bazıları bunun, fesahatinde; bazıları üslubu; bazıları tenakuzun bulunmaması; bazıları, onun pek çok ilim ihtiva etmesi;bazıları sarf bazıları gaybî haber kapsaması hususunda olduğunu söylemişlerdir. Bana ve ekser âlimlere göre Kur'ân'ın asıl i'caz vechi, onun fesahatidir. Bu görüşte, olanlar, bu ayeti görüşlerinin doğruluğuna dair delil getirerek şöyle demişlerdir: "Kur'ân'ın mucize olması şayet, ihtiva ettiği ilimlerin çokluğu yahut gaybtan haberler vermesi, yahut da tenakuzun bulunmaması hususunda olsaydı o zaman Cenâb-ı Hakk'ın, müftereyât ifâdesinin bir manası kalmazdı. Ama, Kur'ân'ın i'câz yönü, onun fesahati olunca, bu lafzın kullanılmış olması doğru olur. Zira, fasîh olanın fesahati, söylediği ister doğru ister yalan olsun, onun sözüyle ortaya çıkar.

Hem, Kur'ân'ın mucize olmasının sebebi "sarf" olmuş olsaydı, o zaman, fesahat hususunda düşük ve zayıf olan kelâmın bu gayeye delâlet etmesi, fesahat bakımından daha üstün olan kelamından daha kuvvetli olurdu.

Daha sonra Cenâb-ı Hak, meydan okuma vechini iyice izah ederek "Allah'tan başka çağırabileceğiniz herkesi de çağırın, eğer İddianızda doğru iseniz" buyurmuştur. Bu, "Cenâb-ı Hakk'ın da, "Yoksa onu (Kur'ân'ı) kendisi mi uydurdu diyorlar?" buyurduğu gibi, eğer onun uydurulmuş olduğu iddiasında doğru iseniz..." demektir. Bil ki bu söz, dinin isbatı hususunda mutlaka aklî ve naklî delillerin izah edilmesi gerektiğine delâlet eder. Zira Allahü Teâlâ. Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in nübüvveti hususunda, işte bu delili, işte bu hücceti getirmiştir. Binâenaleyh, şayet din, ancak delil ile tamamlanmış olmasaydı, bunun zikredilmesinin herhangi bir faydası olmazdı.

Tehaddînin Cevapsız Kalması

13 ﴿