14"Eğer bunun üzerine onlar da size cevap veremedilerse bilin ki, demek, o (Kur'ân) ancak Allah'ın ilmiyle indirilmiştir. (O Allah ki), hakikaten kendisinden başka hiç bir Tanrı yoktur. Artık siz müslüman oluyor musunuz:. Bil ki önceki ayet, iki hitabı kapsamıştır: a) Hazret-i Peygamber'e hitab ki bu, Cenâb-ı Hakk'ın, "De ki: "O halde haydi siz de onun gibi on sûre getirin, isterse düzme ve uydurma olsun"(Hûd. 13) ayetidir. b) Kâfirlere hitab, ki bu da Cenâb-ı Hakk'ın, "Allah'tan başka çağırabileceğiniz herkesi de çağırın "(Hüd, 13) ayetidir. Binâenaleyh, Cenâb-ı Hak bunun peşinden, "Eğer bunun üzerine onlar da size cevap veremedilerse (...)" buyurunca, bundan muradın, "O kâfirler, kendilerine imkânsız ve zor geldiği için Kur'ân'a karşı koyma teklifine cevap veremediler." şeklinde bir mana olması muhtemel olduğu gibi, "Onların, Allah'dan başka yardıma çağırdığı kimseler icabet etmediler..." şeklindeki bir mananın kasdedilmesi muhtemeldir. İşte bundan dolayı müfessirler, şu iki görüş üzere ihtilaf etmişlerdir: Ayetin Muhatabı Hakkında İki İhtimal Birinci görüş: Bu görüşe göre bu ifâde hem Hazret-i Peygamber'e, hem de mü'minlere bir hitap olup, kastedilen mana şudur: "O kâfirler şayet, Kur'ân'a muaraza etme teklifine icabet etmezlerse, bilin ki, demek o (Kur'ân) ancak Allah'ın ilmiyle indirilmiştir." Buna göre mana, "üzerinde olduğunuz ilim üzere devam edin. O Kur'ân'ın Allah katından indirilmiş olduğu hususundaki katî bilginizi ve kararlılığınızı, azminizi artırınız" şeklinde olur. (......) buyruğunun manası da, "Artık siz muhlis, muvahhid oluyor musunuz?" şeklinde olur. Bazıları da, bu ifâdede bir hazfın bulunduğunu, buna göre kelamın takdirinin de, "Ey müslümanlar, o kâfirlere, "Biliniz ki, o Kur'ân ancak Allah'ın ilmi ile indirilmiştir" deyiniz" şeklinde olduğunu söylemişlerdir. İkinci görüş: Bu, kâfirlere yapılan bir hitap olup, mana şöyledir: "Allah'tan başka çağırdığınız o kimseler, Kur'ân'a muâraza etme hususunda size yardımcı olma teklifinize icabet etmezlerse, ey kâfirler biliniz ki, bu Kur'ân ancak Allah'ın ilmiyle indirilmiştir. Şu halde sizi deliller ilzam edip susturduktan sonra, halâ müslüman olmaz mısınız?" Bu görüşü benimseyenler, bunun birinci görüşten daha münasip olduğunu şunu açıklayarak söylemişlerdir: "Çünkü sizler birinci görüşte, Hak teâlâ'nın fa'lemû emrini "sebat edin" manasına alma, yahut külü (deyiniz ki) lafzını takdir etme cihetine gittiniz. Bizim ileri sürdüğümüz ihtimalde ise böyle bir takdire ihtiyaç yoktur. O halde bizimkisi daha uygundur. Hem zamiri, daha önce bahsedilen iki şeyden en yakın olana râcî kılmak vâcibtir. Bu ayetle bahsedilen iki şeyin zamire en yakın olanı ise, ikinci ihtimalde söylenen şeydir. Hem sonra birinci hitab, yani, "De" hitabı, sadece Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e yapılmıştır. İkinci hitab, yani "çağırın" hitabı ise, kâfirler topluluğunadır. Hak teâlâ'nın, "Eğer bunun üzerine onlar da size cevap vermedilerse..." ifadesi, bir cemaata yapılmış hitabtır. Binâenaleyh bunu, bizim dediğimiz manaya hamletmek daha evlâ olur. Geriye ayetle ilgili birkaç soru kalır: Ayetle İlgili Bazı Sorular: 1- Yapamadıkları Şey Nedir? Birinci soru: Onların cevap vermedikleri şey nedir? Cevap: Bu, "Eğer onlar, Kur'ân'a muâraza etme hususunda size cevap vermezlerse" demektir. Bazıları da bunun manasının, "Eğer onlar size iman mefhumunda cevap vermezlerse..." şeklinde olduğunu söylemişlerdir ki bu uzak bir ihtimaldir. "Siz" Hitabı Kime Aittir? İkinci soru: "Size" ifâdesi ile, kimlere işaret edilmiştir? Cevap: Eğer ayetteki, "Eğer bunun üzerine onlar da size cevap vermedilerse (...)" hitabını mü'minlerle ilgili sayarsak, durum vazıhtır. Yok eğer bunu Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'le ilgili sayarsak, bu soruya şu iki şekilde cevap verilir: a) Bununla, "Eğer onlar sana ve mü'minlere cevap vermedilerse..." manası kastedilmiştir. Çünkü hem Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), hem de mü'minler, o kâfirlere meydan okuyorlardı. Allahü teâlâ bir başka ayette de, "Sana icabet etmek (teklifine karşılık vermek) istemezlerse, bil ki onlar sırf nevalarının arkasından gitmektedirler" (Kasas. 50) buyurmuştur. b) Ayetteki "size" zamirinin, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e saygı için cemi olarak getirilmiş olması da mümkündür. Ayette Şart İle Ceza Cümlesi Arasındaki İlgi? Üçüncü soru: Bu ayette geçen şart ile ceza (cevap) arasında ne ilgi vardır? Cevap: Kâfirler, Kur'ân-ı Kerimin Allah adına uydurulduğunu iddia etmişlerdir. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak: "Eğer ü Kur'ân benim adıma uydurulmuş ise, o zaman insanların onun gibisini yapmaya muktedir olmaları gerekir. . İnsanlar bunu yapamadıklarına göre, onun Allah katından olduğu sabit olmuş olur" demiştir. Buna göre ayetteki, '"O (Kur'ân) ancak Allah'ın ilmiyle indirilmiştir" cümlesi, Kur'ân-ı Kerim'in Allah katından ve O'nun tarafından oluşunu mecazî olarak anlatır. Bu, hâkimin, "Bu hüküm benim ilmim ile olmuştur" demesi gibidir. Nazire Yapılmaması ile Kur'ân'ın Allah Kelamı Olması Arasında İlgi Dördüncü soru: Ayetteki, "(O Allah ki), hakikaten kendisinden başka hiç bir tanrı yoktur" cümlesinin kâfirleri Kur'ân'a muaraza etmekten (benzerini söylemekten) aciz bırakma ile ne ilgisi vardır? Buna birkaç yönden cevap verilebilir: 1) Allahü teâlâ, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e, o kâfirlerin Kur'ân'a muarazayı gerçekleştirme hususunda putlarından yardım isteyerek muarazada bulunmalarını teklif edip, sonra da onların bundan aciz kaldıkları ortaya çıkınca, o putların hiçbirşey hususunda kesinlikle fayda ve zararları olmadığı da ortaya çıkmış oldu. Durum böyle olunca da, onların ilah olduğunu iddia eden görüş, batıl olmuş oldu. Böylece de kâfirlerin putlarından yardım istemelerinden sonra da Kur'ân'a muaraza edememeleri, o putların ulûhiyyetinin batıl olduğunu gösteren, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in nübüvvetinin sabit olduğu hususunda bir delil olmuş oldu. Böylece ayetteki, "Hakikaten kendisinden başka hiç bir tanrı yoktur" ifâdesi, putların ilah olduğu şeklindeki görüşün aşikar yanlışlığına bir işaret olmuş olur. 2) Usûl ilminde şu vardır: Allah'ın ortaklan olmadığını söylemek, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in sözüyle isbatı mümkün olan meselelerdendir. Buna göre sanki şöyle denilmek istenmiştir. "Karşı tarafın Kur'ân'a muâraza edememesi sabit olunca, hem Kur'ân'ın hak olduğu, hem de Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in risâlet davasında doğru olduğu sabit olmuş olur. Sonra Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Allah'tan başka ilah olmadığını haber vermiştir. Binâenaleyh Peygamberin (sallallahü aleyhi ve sellem), nübüvvet davasında haklı olduğu sabit olunca, Onun "Allah'tan başka tanrı yoktur' sözünün doğruluğu da sabit olmuş olur. 3) Ayetteki "Hakikaten kendisinden başka hiç bir tanrı yoktur" ifâdesi, tehdidvârî bir sözdür. Sanki şöyle denilmektedir. "Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın, risâlet iddiasında doğru olduğu delil ile sabit olup, siz de Allah'tan başka ilah olmadığını bildiğinize göre, o Allah'ın kahrından ve azabından çekininiz, küfürde ısrarı bırakıp, İslâm'ı kabul ediniz." Bunun tor benzeri de, Bakara Sûresinde, "tehaddî" ayetinin peşinden gelen şu ayettir: "Fakat bunu yapamazsanız -ki, hiç bir zaman yapamayacaksınız- artık sakının o ateşten ki onun tutarağı (odunu-çırası), insan ile taştır. O kâfirler için hazırlanmıştır" (Bakara, 24). Hak teâlâ'nın "Artık siz müslüman oluyor musunuz?" ifadesine gelince, eğer biz bunun mü'minlere bir hitab olduğunu söylersek, bu, "ihlası artırmaya teşvik" manasında olmuş olur. Yok eğer kâfirlere hitab olduğunu söylersek, bu, "İslâm'a girmeye teşvik" manasında olmuş olur. Fani Dünyayı Dileyene Allah Verebilir |
﴾ 14 ﴿