20"Bir yolcu kafilesi gelip, sakalarını kuyu başına yolladı. O da, kovasını sarkıttı. "Aaa, müjde! işte bir çocuk!" dedi. Onu, bir ticaret malı olarak sakladılar. Allah ne yapacaklarını pek iyi biliyordu. Onu, değersiz bir fiyata, birkaç dirheme sattılar. Onlar, ona fazla değer vermemişlerdi". Bil ki Allahü teâlâ, Yusuf (aleyhisselâm)'un bu belâdan çıkış yolunu nasıl kolaylaştırdığını beyan ederek, "Bir yolcu kafilesi geldi..." buyurmuştur. Seyyare, birlikte yolculuk yapan grup demektir. İbn Abbas (radıyallahü anh): "Bu, "Medyen'den Mısır'a giden, fakat yolu şaşırdıkları için, izlemeleri gereken güzergâhın dışında giden, böylece de Yusuf (aleyhisselâm)'un atıldığı kuyunun bulunduğu yere uğrayan bir yolcu kafilesi" demektir. O kuyu ise, ancak çobanların işine yarayan bir kuyu olup, çölün meskun mahallerden uzak bir yerinde idi" demiştir. Yine kuyunun suyunun çorak İken, Yusuf (aleyhisselâm) içine atılınca, tatlı olduğu; kervan sahiplerinin, kendilerine su getirsin diye, Malik b. Za'r el-Huzâî adında birini kuyuya yolladıkları da rivayet edilmiştir. "Vârid" kelimesi, topluluğu sulamak için suya "giden" ve kovasını suya "sarkıtana" denilir. Vahidî dil âlimlerinin çoğundan Arapça'da bir kimse kovasını suya sarkıttığı zaman kovasını çekip çıkardığı zaman da (......) denildiğini; yine Arapça'da "saldı" manasında, (......) kovayı "çekip çıkardı" manasında da- (......) denildiğini nakil ve rivayet etmiştir. "Delv" malum olduğu üzere "kova" manasındadır ve çoğulu dilâ' şeklindedir. Sakanın Yusuf'u Görmesi Ayetteki, "Aaa, müjde! İşte bir çocuk" dedi" ifadesinde, mahzuf bir kısım var ve takdiri, "Yusuf ortaya çıktı ve o saka "Aaa, müjde" dedi" şeklindedir, Müfessirler şöyle demişlerdir: "Suya gitmiş olan saka, kovasını kuyuya sarkıtınca, Yusuf (aleyhisselâm), kuyunun bir köşesinde idi. İşte o zaman Yusuf, kovanın ipine tutundu. Saka onu görüp, güzelliğini müşahede ederek, "Müjde.." diye bağırdı." Bu ifade hakkında iki mesele vardır: Birinci Mesele Âsim, Hamza ve Kisâi, bunu, elifsiz ve yâ'nın sükûnu ile büşrâ (......) şeklinde; diğer kıraat imamları ise, elifli olarak ve muzaafun ileyh olmak üzere yâ'nın fethası ile büşrâye "Âaa, bana müjde.." şeklinde okumuşlardır. İkinci Mesele Büşrâ kelimesi hakkında iki görüş vardır: Birinci Görüş: Bu, bir müjde vermek için söylenen bir kelime olup; bunun bir benzeri de Arapların "Hayret şuna!." ifâdesi ile, "Vah Yûsuf um!" (Yusuf, 84) ayetidir Bu görüşe göre, ayetteki nidanın iki şekilde izahı vardır: a) Zeccâc şöyle demiştir: "Bir cevap vermeyen şeylere nida edilmesinin manası, natabın dikkatini çekmek ve kıssayı takviye etmektir. Binâenaleyh sen "Hayret şuna!" dediğin zaman, "Bakın da şaşın şuna!" demiş gibi olursun." d) Ebu Ali de şöyle der: "O saka sanki, "Ey müjde, işte bu vakit senin zamanındır. Eğer sen, hitab edilebilecek bir şey olsaydın, muhakkak şu anda çağırılır ve derhal gefrnen istenirdi" demiştir. Bil ki bu sevincin sebebi onların, son derece güzel bir çocuk bulmuş olmaları ve "Onu büyük bir paraya satarız. Bu da, zengin olmamızı sağlar" diye düşünmüş olmalarıdır. İkinci Görüş: Bu, Süddî'nin söylediği görüştür. Buna göre, nida eden, sakanın arkadaşı idi ve sakanın ismi "Büşrâ" idi. Binâen edilmiştir: "Saka, ismi Büşrâ olan bir kadına seslenerek, "Ey Büşrâ" dedi." Ebu Ali el-Farisî ise: "Eğer biz, "Büşrâ kelimesini, müjdenin ismi kabul edersek, ki tercih edilen görüş budur, bu kelimenin mahallen merfû olması caiz olur. Tıpkı kandisine nida edilerek bir adama, "Ey Adam!" denilmesi gibi. Yine bu fcıtenin, bu nidayı tahsis etmeyip, müjde cinslerinden yaygın bir müjde kabul etmiş olması takdirine göre, nasb mahallinde olması da caizdir. Bu tıpkı ya reculen "Ey Adam!" demen gibidir Cenab-ı Hakk'ın, "Ey kulların üzerine (çöken büyük) hasret ve nedamet!" (Yasin, 30) buyruğu da böyledir. Burada "Saklama'nın Manası Ayetteki bir ticaret malı olarak sakladılar " tabiri ile ilgili iki mesele vardır: aleyh o ona, senin "Ya Zeyd!" dediğin gibi, "Yâ Büşrâ!" demişti! Birinci Mesele "Sakladılar" fiilindeki failin kimler olduğu hususunda iki görüş vardır: a) Bu zamir, saka ile onun arkadaşlarına râcîdir. Çünkü onlar, kervandan, onu kuyunun dibinde bulduklarını gizlemişlerdir. Zira onlar: "Eğer biz kervandaki onu bulduğumuzu söylersek, ona ortak olmaya kalkarlar. Ama onu satın aldığımızı söylersek, o zaman da ortaklık teklif ederler. Doğrusu bizim, "Suyun sahipleri bu çocuğu, Mısır'da onlar adına satmamız için, bize verdiler" dememizdir" diye düşündüler. b) İbn Abbas (radıyallahü anh)'ın: "Sakladılar" kelimesi, "Yusuf'un kardeşleri, onun gerçek durumunu sakladılar" manasınadır" dediği rivayet edilmiştir. Bu, "Onlar, Yusuf'un kendilerinin kardeşi olduğunu sakladılar ve hatta, "O, bizden kaçmış olan bir kölemizdir" dediler. Yusuf da onların bu sözlerine sesini çıkarmadı. Çünkü onlar Yusuf'u (o anda) İbranice olarak, ölümle tehdîd etmişlerdi" demektir. Birinci görüş daha doğrudur. Çünkü ayetteki, "Onu, bir ticaret malı olarak sakladılar" ifadesi, bu saklamadan muradın, onların Yusuf'u bir ticaret metâı (esir) olarak hükmettikleri durumdaki gizlemeleri olduğuna delâlet eder. Bu ise, Yusuf'un kardeşlerine değil de, sakaya uygun düşer. İkinci Mesele Bidâe Kelimesinin Manası Bidâe ticaret metaı olarak hazırlanmış olan mala denilir ki, bu kelime, eti kesip parçaladığın zaman söylediğin, (......) deyiminden alınmadır. Zeccâc: "Bu kelime, "hal" olarak mansubtur. Sanki Cenâb-ı Hak, "Onu bir ticaret metaı olarak bir tarafa sakladılar" demiştir. Hak teâlâ daha sonra, "Allah ne yapacaklarım pek iyi biliyordu" buyurmuştur. Bundan maksad şudur: Yusuf (aleyhisselâm) rüyasında yıldızların, güneşin ve ayın, kendisine secde ettiklerini görüp; bu da, kardeşlerinin ona haset etmesine sebep olup, böylece onlar onun bu durumunu boşa çıkarmak için hile yollan arayınca, onu bu maksadına nail olamasın diye, büyük bir belaya düşürmüşlerdir. Allahü teâlâ da, onun bu belaya düşmesini, Mısır'a varmasına bir vesile kılmıştır. Daha sonra da, o Mısır da hükümdar olup, rüyası gerçekleşinceye kadar, pek çok hadise olmuş, birçok işler peşpeşe gelmiştir. İşte, düşmanlarının onu gayesinden uzaklaştırmak için yaptıkları bu işi, Hak teâlâ gayesine ulaşmasına vesile kılmıştır. İşte bundan dolayı Cenâb-ı Hak, "Allah, ne yapacaklarını pek iyi biliyordu" buyurmuştur. Ayetteki "Satma"nın İzahı Daha sonra Hak teâlâ "Onu değersiz bir fiyata, birkaç dirheme sattılar" buyurmuştur. Ayetteki, "sattılar" ifadesi hakkında iki görüş vardır: Birinci Görüş: Ayetteki şerav kelimesi "sattılar" manasınadır. Binâenaleyh onu kimin sattığı hususunda iki görüş vardır: a) İbn Abbas (radıyallahü anh) şöyle demiştir: "Hazret-i Yusuf'un kardeşleri onu kuyuya atıp dönünce, üç gün sonra, durumunu öğrenmek üzere kuyuya tekrar geldiler. Onu göremeyip, o kervanın izlerine rastlayınca, kervandan Yusuf'u istediler. Yusuf'u gördükleri zaman da, "Bu bizim kölemiz. Evimizden kaçtı" dediler. Bunun tarre kervandakiler, "Onu bize satın" deyince, kardeşleri de onu, kervandakilere sattılar. Dolayısıyle ayetteki, şeravhu kelimesinden maksad, "Onlar, onu sattılar" Nitekim Arapça'da, sen birşeyi sattığında, "O şeyi sattım" Buradaki "şirâ"yı satmak manasına hamletmek gerekir. Çünkü hem şeravhu'daki fail zamir, hem de kânû ifadesindeki zamir, aynı şeyi gösterir. Fakat kânû'daki kardeşler"e râcidir. Dolayısıyla şeravhudaki fail zamirinin de kardeşlere râcî olması gerekir. Durum böyle olunca, bu ifade. "Onlar, onu sattılar" manasında olmuş olur. Binaenaleyh ayetteki "şirâ"yı "satmak" manasına almak gerekir. b) Yusuf'u satanlar, onu kuyudan çıkaranlardır. Muhammed b. İshâk: "Onu mi, yoksa kervancılar mı sattı, bunu en iyi Allah bilir" demiştir. doci Görüş: Ayette bahsedilen "şirâ"dan maksad, "satın almak"tır. Buna göre "Kervandakiler onu satın aldılar ve ona fazla değer (fiyat) vermediler" Çünkü onlar, halden anlaşılan karinelere göre, Yusuf'un kardeşlerinin; "O bizim kölemiz" deyişlerinde yalan söylediklerini anlamışlardı. Yine onlar, onun Ya'kub çocuğu olduğunu anlamışlar ve bu yüzden, hem Allah'dan korkarak, hem açığa çıkmasından korkarak, onu satın almaya istekli olmamışlardı. Ama yine de onu satın almışlardı. Çünkü onu az bir fiyata aldılar. Ne var ki onlar isteksiz gibi göründüler. Bundan gayeleri, daha az fiyat vermeyi sağlamaktı. Şöyle de denebilir: Yusuf (aleyhisselâm)'un kardeşleri: "O, bizim kaçan kölemizdir" satın alacakların onu alma arzuları kaybolmuştu. Mücahid de şöyle demiştir: "Onlar, "kaçmasın diye onu iyice bağlayın" dediler." Bil ki Allahü teâlâ, bu fiyatı üç sıfatla nitelemiştir: Satış Fiyatı Birinci Sıfat, onun değersiz oluşudur. İbn Abbas: "Cenâb-ı Hakk'ın bu tabir ile, paranın haram oluşunu kastetmiştir. Çünkü, hür kimsenin (köle diye) satılmasıyla elde edilecek para haramdır" demiştir. Yine İbn Abbas (radıyallahü anh): "Kur'ân'da geçen her bahs kelimesi, "noksanlık" manasını ifade eder. Fakat bu ayet, "haram para" manasınadır" demiştir. Vahidi: "Bereketsiz olduğu için, harama bahs denilmiştir" der. Katâde de: "Bahs, zulüm demektir, zulüm ise noksanlaştırma manasınadır. Nitekim, "O, onu noksan yaptı, noksan verdi" manasında, zalameh denilir" demiştir. İkrime ve Şa'bî, bu kelimenin, "az olan" manasına geldiğini söylemişlerdir.Yine bu kelimenin, "kıymeti açıkça az olan şey" manasına olduğu da söylenmiştir. Bu ifadeye, "Dirhemler düşük ayarda ve geçersizdi" manası da verilmiştir. Vahidi (r.h) şöyle demiştir: "Bütün bu görüşlerden anlaşılan, "bahs", masdar olup, isim yerine kullanılan bir kelimedir. Buna göre mana, "kendisinde "bahs" olan para" şeklindedir. İkinci Sıfat, "birkaç dirhem" deyimidir. Buna, "Sayılan, tartılmayan dirhemler" manası verilmiştir. Çünkü onlar, ancak meblağ bir ûkiyye (okka) ağırlığına ulaştığında parayı tartarlardı. Dirhemler kırk tane olursa, bu kadar tutardı. Kırktan aşağı olunca, sayarak alıp-verirlerdi. İşte bundan dolayı "az miktarda olan" manasında, ma'dûde (sayılan) diyorlardı. Çünkü çok paranın sayılmasından, çok olduğu için imtina edilir (tartılır). İbn Abbas'ın, o dirhemlerin yirmi tane olduğunu söylediği; Süddî'nin de, onların yirmiiki dirhem olduğunu söylediği rivayet edilmiştir. "Yusuf'un kardeşleri onbir tane idi. Binaenaleyh onlardan herbiri iki dirhem almış, ama Yahuda hiçbirşey almamıştır" denilmiştir. Zâhid Kelimesinin Manası Üçüncü Sıfat, ayetteki "Onlar, ona fazla değer vermemişlerdi" ifadesinin anlattığı sıfattır. Zühd, fazla rağbet ve arzu etmemektir. Nitekim bir kimse, birşeye arzulu ve istekli olmadığı zaman, denilir ki, bu kelimenin asıl manası, "azlık"tır. Nitekim arzu ve isteği az olan adama denilir. Bu ifade ile ilgili şu izahlar yapılabilir: a) Yusuf'un kardeşleri, Yusuf hakkında istekli ve arzulu olmadıkları, (onu sevmedikleri) için, onu sattılar. b) Oradan geçen kervandakiler, ona fazla kıymet vermedikleri için, onu sattılar. Çünkü onlar onu zaten bulmuşlardı. Birşeyi bulan, ona fazla değer vermez, Kaça sattığına pek aldırmaz. Yahut da kervandakiler, onun sahibinin ortaya çıkıp, ellerinden almasından endişelendiler. İşte bundan dolayı onu, pek az bir paraya sattılar. c) Onu satın alanlar, ona fazla değer vermemişlerdi. Bu görüşlerin izahı daha önce geçmişti. Fîhl kelimesindeki zamirin Yusuf (aleyhisselâm)'a râcî olması muhtemel olduğu gibi, "değersiz fiyaf'a râcî olması da muhtemeldir. Allah en iyi bilendir. Yusuf Devrindeki Mısır Hükümdarı |
﴾ 20 ﴿