42

"O ikisinden, kurtulacağını zannetiği kimseye dedi ki: "Efendine benden bahset." Fakat şeytan, efendisine anmayı ona unutturdu da, o daha nice yıllar zindanda kaldı".

Bu ayetle ilgili birkaç mesele vardır:

Birinci Mesele

Alimler, burada zannedenin kim olduğu hususunda ihtilaf etmişlerdir. Buna göre, zanneden ya Hazret-i Yûsuf (aleyhisselâm)'dur, veya kurtulacak olan o kimsedir. Birinci ihtimale göre ayetin manası "Yûsuf'un, kurtulacağını zanneden adam dedi ki" şeklindedir. Bu manaya göre, ayetle ilgili iki izah yapılabilir:

a) Bu zann, kesin ve yakînî olarak bilme manasınadır. Bu, biz "Hazret-i Yûsuf, bu rüya tabirini vahye dayanarak yapmıştır" dediğimizde, söz konusudur. Bu görüşte olanlar şöyle derler: "Zann lafzı, yakînî ilim manasına, Kur'ân'da çok yerde kullanılmıştır. Nitekim Cenâb-ı Hak, "Rablerine kavuşacaklarını zanneden, yani buna kesin inanan kimseler"(Bakara. 46) ve "Ben, hesabıma ulaşacağımı zannediyordum, kesin biliyordum"(Hakkâ. 20) buyurmuştur.

b) Bu, "zann"ın, hakiki manada zannetmek olması da muhtemeldir. Bu, "Yûsuf (aleyhisselâm) bu yorumu, vahye dayanmaksızın, rüya tabiri ilminin usullerine göre yapmıştır" dediğimizde söz konusudur. O halde bu, ancak zan ve tahmin manasınadır.

İkinci ihtimale göre, bu zann, kurtulacak olan o kimseye aittir. Çünkü rüyalarının yorumunu soran o iki adam Hazret-i Yûsuf (aleyhisselâm)'un peygamber olduğunu kabul etmiyorlardı, fakat onun hakkında hüsn-ü zan sahibi İdiler. Binâenaleyh Yûsuf (aleyhisselâm)'un kendileri hakkındaki görüşü onlarca sırf zannı ifade eder.

İkinci Mesele

Hazret-i Yûsuf (aleyhisselâm), hapisten çıkıp, kralın hizmetine döneceğini söylediği o adama, "Efendine benden bahset" dedi ki, bu "Kardeşleri tarafından satılıp zulmedilmiş; sonra da bu hadise sebebi ile hapsedilerek zulme uğratılmış bir adam olarak benden ona bahset" demektir. İşte ayette bahsedilen "anma"dan murad budur.

Daha sonra Hak teâlâ, "Fakat şeytan, efendisine anmayı ona unutturdu" buyurmuştur. Bununla ilgili iki görüş vardır:

1) Bu ifade Hazret-i Yûsuf ile ilgili olup, "Şeytan Yûsuf'a rabbini anmasını unutturan" demektir. Bu manaya göre, bu hususta şu iki izah yapılabilir:

a) Hazret-i Yûsuf (aleyhisselâm) un Allah'dan başkasına sarılıp güvenmekle hata eder etmez, Allah tarafından kendisine bu durum hatırlatılmıştır. Bunu da birkaç yönden izah edebiliriz:

Birincisi: Hazret-i Yûsuf'un faydasına olan, bu hadise hususunda hiçbir insana başvurmamak, Allah'dan başka hiç kimseye ihtiyacını arzetmemek ve bu hususta büyük dedesi Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm) gibi yapmasıdır. Çünkü Hazret-i İbarihm (aleyhisselâm), ateşe atılmak üzere mancınığa konulduğunda, Cebrail (aleyhisselâm) ona gelip, "Bir ihtiyacın var mı?"dedeği zaman o: "Sana ise, hayır yok" demişti. Binâenaleyh Yûsuf (aleyhisselâm) da, insanlara başvurunca, Allahü teâlâ pek yerinde olarak hadiseyi tavsif etmiştir.Şöyle ki: "Şeytan, bütün işleri Allah'a bırakıp, tevekkül etmeyi ve bü tevhidi ona unutturmuş ve onu, ihtiyacını insanlara arzetmeye sevketmiştir." Ceı.âh-ı Hak bu hadiseyi bu şekilde tavsif ettikten sonra da, işte bundan dolayı Hazret-i Yûsuf un hapiste kaldığını beyan buyurmuştur ki bu, "O, Rabbisine başvurup tevekkül etmeyip, bu insanlara müracaat edince, hapiste birkaç yıl daha bekletilmek suretiyle, kendisine ilahî ceza verilmiştir" demektir. Bu işin neticesi Yûsuf (aleyhisselâm)'un, insanlara başvurmasının şu iki şeye sebep olmasıdır:

İlki, şeytanın, kendisine hükümran olması ve böylece de Rabbinin zikrini (hatırlanmasını) ona unutturmasıdır. Sonuncusu, bunun, onun uzun müddet bir sıkıntı içinde kalmasına sebep oluşudur.

İkincisi: Hazret-i Yûsuf (aleyhisselâm). putlara ibadetin yanlış olduğunu gösterme hususunda, Darmadağınık birçok düzme tanrılar mı hayırlıdır, yoksa hepsine ve herşeye galib, kahhârolan bir tek tanrı mı?"(Yûsuf, 39) demiştir. Bu ayette de "Efendine (rabbine) enden bahset" diyerek, Allah'dan başka "rab" olduğunu söylemiştir. Hazret-i Yûsuf (aleyhisselâm)'un, "ilah" manasında onun "rab" olduğunu söylemiş olmasından Allah'a sığınırız. Aksine o, kral hakkında, tıpkı rabbüd-dâr (ev sahibi) ve rabbu's-sevb (elbise sahibi) sözlerinde olduğu gibi, sadece "efendilik, sahiplik" manasını kastetmiştir. Çünkü kelimenin zahirî manası ile o kral hakkında "rabb" kelimesini kullanması, daha önce Allah'dan başka rab olmadığını ifade edişi ile çelişir.

Üçüncüsü: Hazret-i Yûsuf o ayette, "Allah'a her hangi bir şeyi ortak tutmamız bize (doğru) olmaz" (Yûsuf, 39) demiştir. Bu, mutlak olarak şirki reddir ve herşeyi tamamen Allah'a havale etmektir. Binâenaleyh işte bu sözde, onun Allah'dan başkasına güvenmiş olması, bu tevhid akidesi ile bir çelişki olurdu.

Bil ki zulmü savuşturma hususunda, insanlardan yardım istemek dînen caizdir. Fakat ebrârın (en iyi kimselerin) hasenatı (iyi işleri), mukarreb kulların (en iyi kimselerin) seyyiatı sayılır. Bu, her nekadar insanların geneli için caiz ise de, sıddîk kullara yaraşan, bakışlarını her türlü sebepten çevirip, ancak müsebbibü'l-esbab olan Allah'a yöneltmektir.

b) Şöyle denilebilir: "Farzet ki Hazret-i Yûsuf, Allah'dan başkasına tutundu ve o sâkîden, kralın yanına varınca, kendisinin durumunu anlatmasını istedi. Fakat Hazret-i Yûsuf'a gereken, "inşaallah" veya "Eğer Allah takdir etmiş ise" demek sureti ile, sözünü, Allah'ın zikrinden ayırmaması İdi. Fakat o, sözünü böyle Allah'ın adını anmaksızın söyleyince, işte bu istidrâk (hatırlatma) cümlesi söylendi,

2) "Fakat şeytan, efendisine (rabbine) anmayı ona unutturdu" ifadesinin, o kurtulan kimse ile alakalı olduğu da söylenebilir. Buna göre mana şu şekilde olur:

'Şeytan, o delikanlıya, kralın yanında Hazret-i Yûsufu anmayı unutturdu da, böylece aradan çok zaman geçti. Bu sebepten dolayı, "o daha nice yıllar zindanda kaldı." Alimlerden bazıları Hazret-i Peyşarnber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den rivayet edilmiş olan, "Allah Yûsuf un iyiliğini versin. O, eğer Efendine benden bahset" dememiş olsaydı, hapiste (böyle uzun) kalmazdı" şeklindeki hadisten ötürü birinci görüşün daha evlâ olduğunu söylemişlerdir. Katâde'den ise şu görüş rivayet edilmiştir: "Hazret-i Yûsuf, burada Allah'dan başkasına müracaat edip güvenmiş olması sebebiyle cezalandırılmıştır."

İbrahim et-Teymi'den rivayet edildiğine göre: Hazret-i Yusuf, zindanın kapısına vardığı zaman, arkadaşı (o ikisinden biri) ona, "Bir istediğin var mı?" deyince, Hazret-i Yusuf da: "Yusuf'un dediği (anlattığı) Rabb'den başka bir rabb (efendi hükümdar) yanında beni anman" demiştir." İmam Malik'den de şu rivayet edilmiştir: Hazret-i Yusuf (aleyhisselâm), o sakiye, "Efendine benden bahset" dediği zaman, ona taraf-ı ilâhiden: "Ey Yusuf, sen Benden başkasına mı tevekkül ediyorsun? Andolsun ki senin hapsini uzatacağım" denilmiş. Bunun üzerine Hazret-i Yusuf ağlayarak "Mihnetin ve sıkıntının uzun olması, bana Rabbimi hatırlamayı unutturdu. Bundan dolayı bu sözü söyledim. Yazıklar olsun o kardeşlerime" demiştir.

Bu eserin müellifi (Fahrüddin er-Râzi) şöyle der: "Hayatımın başlangıcından sonlarına kadar tecrübe ettiğim şudur ki: İnsan, herhangi bir işinde Allah'dan başkasına itimad edip güvendiği zaman bu, onun bela ve mihnetlere, sıkıntı ve darlıklara düşmesine sebeb olur. Fakat kul, Allah'dan ister ve tevekkül eder de, başka hiçbir varlığa güvenip dayanmazsa, o istediği gayesine en güzel bir şekilde ulaşır. İşte edindiğim bu tecrübe, hayatımın ilk anından, elliyedi yaşıma ulaştığım bu zamana kadar devam edip gelmiştir. İşte o gün bugün kalbimde, insanın Allah'ın lutfu ve ihsanından başka, herhangi bir şeye güvenmekle, hiçbir menfaat temin edemeyeceği hususu, kalbimde iyice yerleşmiştir."

Bazı âlimler ise, ikinci görüşü tercih etmişlerdir. Çünkü şeytanın vesvesesinin o adama yönelik olduğunu söylemek, sıddîk olan Yusuf (aleyhisselâm)'a hamletmekten daha evlâdır. Bir de zulümden kurtulmak hususunda, insanlardan yardım istemek caizdir.

Bil ki, gerçek ve doğru olan ilk görüştür. İkinci görüşü benimseyenlerin söylediği söz ise, şeriatın zahirine tutunmaktır. Birinci görüşü söyleyenlerin anlattıkları şeyler ise, hakikatin sırlarına ve şeriatın en yüce ve en keremli yönlerine tutunmaktır. Kendisinin kulluk makamı hakkında bir zevki bulunan ve de tevhid pınarından içmiş olan bir kimse, durumun bizim anlattığımız gibi olduğunu anlar. Hem sonra ayetin lafzında, bu ikinci görüşün zayıf olduğunu gösteren bir husus bulunmaktadır. Çünkü eğer maksat bu olsaydı, o zaman, ayette "şeytan ona Yusuf'u efendisi yanında anmayı unutturdu" denilirdi.

Üçüncü Mesele

Zulmü savuşturmak hususunda, Allah'dan başkasından yardım istemek, şer'an caiz olup, bu hususta herhan-gi bir red bulunmamaktadır. Fakat bu durum, kulluk okyanuslarına dalmış olan muhakkik (hakka ulaşmış) kimseler için, düzeltilmesi gereken bir hata olunca, işte Yusuf (aleyhisselâm) da bundan ötürü muaheze olunmuştur. Binâenaleyh biz diyoruz ki: Bu kadarcık bir kusurdan ötürü muaheze edilen bir kimsenin, zinaya yeltenmek ve de kendisine yapılan iyiliğe kötülükle mukabele etmekten ötürü muaheze edilmesi, haydi haydi evlâ olurdu. İşte biz, Allahü teâlâ'nın onu, bu kadarcık bir hatadan dolayı muaheze ettiğini ama o meselede kesin olarak muaheze etmeyip onu ayıplamadığını, hatta medih ve övgü üslûblarının en ilerisi ile övdüğünü görünce, Hazret-i Yusuf'un, câhillerin ve Haşviyyenin ona isnat ettiği şeylerden uzak ve münezzeh olduğunu anlamış oluyoruz.

Dördüncü Mesele

"Şeytanın vesvese vermesi mümkündür. Ama unutturması mümkün değildir. Çünkü unutmak, bilginin kalbten yok olmasından ibarettir. Buna ise şeytanın gücü yetmez. Aksi halde o, insanoğlunun kalbinden marifettulahı silip götürürdü?" (denilirse), şöyle cevap verilir: Şeytanın, insanı diğer amellere ve başka işlerle meşgul olmaya çağırıp, böylece onu, bu ilim ve marifeti hatırlamaktan alıkoyacak şekilde vesvesede bulunmak sureti ile unutturması mümkündür.

Beşinci Mesele

Cenâb-ı Hakk'ın, "O, daha nice yıllar zindanda kaldı" buyruğu hakkında iki bahis vardır: Birinci Bahis, lügat bakımındandır. Zeccâc şöyle demiştir:

"Bu kelime, "kestim" anlamına gelen (......) kelimesinden, buna göre anlamı, "sayılardan bir parça" şeklinde olur." Ferrâ ise şöyle demiştir: "Bıd" kelimesi ancak on veya yirmiden doksana kadar olan sayılarla beraber zikredilir. Bu da onun, üç ile dokuz arasındaki bir sayıya tahsis edilmiş olmasını gerektirir." Ferrâ sözüne devamla, "Arapların, dediklerini görmedim" şeklinde sürdürmüştür. Şa'bî Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, ashabına şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Bıd" kelimesi ne miktar sayıyı ifâde eder?" diye sorunca, onlar da "Allah ve Resulü daha iyi bilir" dediklerinde O: "Bu, ondan aşağıdaki sayılar için kullanılır" dedi. Ekser ulemâ, buradaki bıd'a sinîn tabirinden maksadın yedi yıl olduğu üzerinde ittifak etmişler ve "Yusuf (aleyhisselâm), o adama, "Rabbine, (efendine) benden bahset, dediği zaman hapiste beş yıl kalmıştı. Bundan sonra, yedi yıl daha kaldı" demişlerdir. İbn Abbas (radıyallahü anh) ise şöyle demiştir: "Yusuf (aleyhisselâm) o adama rica etiğinde zindandan çıkma zamanı yaklaşmıştı. Bunu söyleyince bundan sonra zindanda yedi yıl daha kaldı." Rivayet edildiğine göre, Hasan el-Basrî, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in "Allah, Yusuf'un iyiliğini versin; eğer onun söylediği o söz olmasaydı, zindanda bu kadar uzun süre kalmazdı " dediğini rivayet etmiş, sonra da ağlayarak, "Bizim başımıza bir iş geldiğinde, insanlara yalvarıp yakarıyoruz" demiştir.

Firavun'un Rüyası

42 ﴿