44

"Kral dedi ki: "Ben rüyamda yedi arık ineğin yemekte olduğu yedi semiz inekle, yedi başak ve diğer (yedi) kuru (başak) görüyorum. Ey ileri gelenler, eğer rüya tabir ediyorsanız, benim bu rüyamı da yorumlayınız." Onlar da, "Karmakarışık düşler" dediler, biz böyle düşlerin tabirini bilmeyiz"

Bil ki Allahü teâlâ, bir şeyi dilediği zaman, ona sebepler hazırlar. İşte Yusuf'un zindandan kurtulması yaklaştığı zaman Mısır Kralı rüyasında, kuru bir nehirden çıkan yedi semiz inekle, yedi arık inek görür. Arık inekler, semiz inekleri yutar. Yine, tane tutmuş yedi başak ile (danesiz olan) diğer yedi kuru başak. Kuru yedi başak da, taneli başağı iyice sarar ve onu yener. Bunun üzerine o kâhinleri toplar ve rüyasını onlara anlatır ki, Cenâb-ı Hakk'ın, "Ey ileri gelenler, benim rüyamı yorumlayın" ifâdesinden murad budur. Bunun üzerine o topluluk ise, "Bu rüya karmakarışık, biz onu yorumlayamayız. ve tabir edemeyiz" dediler. İşte sözün zahirî anlamı budur. Bu ifâdeyle ilgili birkaç mesele vardır:

Birinci Mesele

Leys şöyle demiştir: (......) kelimesi, semizlik halinin yok olması, arıklaşmak anlamındandır. Bu kelimenin fiili ise (......) şeklindedir. Müzekker sıfat-ı müşebbehesi (......), müennesi ise (......)dür. Çoğuluysa, hem müzekker, hem de müennes için (......) kelimesidir. Arapça'da, (......) ve (......) kelimelerinden başka, çoğulu (......) vezninde gelen başka bir (......) ve (......) siğası bulunmamaktadır. Bu şazz bir kullanış olup, onu siman kelimesine hamletmişler ve şöyle demişlerdir: Simân ve İ'câf kelimeleri birbirine zıd olan iki kelimedir. Arapların âdeti ise nazîr (benzer)kelimeyi benzere, zıt olanı da zıddına hamletmektir. (......) ifâdesindeki lâm, bazılarının görüşüne göre, mefûlün fiilden önce gelmesinden dolayı, zâidbir lamdır. Keşşaf Sahibi ise, şöyle der: "Rü'yâ kelimesinin kâne fiilinin haberi olması caizdir. Nitekim sen, bir kimse herhangi bir işi tek başına yapabilip, ona muktedir olduğu zaman "Falanca bu iş içindir" dersin, ta'burûn kelimesi ise, ikinci haber veya haldir. Arapça'da rüyayı yorumladığın zaman, dersin." Ezheri ise şunu nakletmiştir: Bu kelime "nehrin kıyısı, kenarı" anlamına gelen ibr ve abr kelimesinden iştikak etmiştir. (......) tabirinin anlamı, "Nehri kat ederek, öte yakasına geçtim" demektir. Rüyanın iki tarafım iyice düşünüp, etrafında dönüp dolaşarak tefekkürde bulunduğu ve bir tarafından ötekine geçtiği için, rüyayı yorumlayana da âbir ismi verilmektedir. Edgâs kelimesi ise dağs kelimesinin çoğulu olup, bunun anlamı da, dik ve uzunlamasına ayakta durması şartıyla muhtelif ot ve çeşitlerinden yapılmış olan "demet, bağ" şeklindedir. Nitekim Cenâb-ı Hak, bir demet sap al" (Sâd. 44) buyurmuştur.

Bunu iyice anladığın zaman biz diyoruz ki: Eğer rüya, birbiriyle uyum içinde ayan unsurlarla karışık ise adetâ böylesi bir demete benzer.

İkinci Mesele

Cenâb-ı Hak, bu rüyayı Yusuf'un zindandan çıkmasına bir sebep kılmıştır. Çünkü hükümdar huzursuz olmuş, rüyasından dolayı canı sıkılmıştı. Zira o, zayıf ve noksan olanın, mükkemmel ve kuvvetli olanı alt ettiğini görmüştü. Onun fıtratı, bunun hiç de iyi aradığını, bunun, herhangi bir kötülük hususunda uyarma olduğunu sezip anlamıştı. Ancak, o, bunun keyfiyetini bilemiyordu. Bir şeyse, bir yandan malûm, başka bir yandansa meçhul, belirsiz olunca, insanın bu bilgiyi tamamlamaya olan düşkünlüğü artar, noksanı ikmâl etmeye olan arzusu kuvvetlenir. Hele bu insanın makamı büyük, gücü de genişse. İşte bu şey, bazı yönlerden bir kötülüğe işaret etmektedir. İşte bu suretle, Cenâb-ı Hak, kralda bu rüyanın tabirinin bilgisini tamamlama arzusunu kuvvetlendirdi; sonra da hükümdarın yanında bulunan yorumcuları da, bu sorunun cevabını vermekten aciz bıraktı ve Yusuf'un bu mihnetten kurtulmasına vesile olsun diye, rüya karşısında onları adeta kör etti.

Bil ki o topluluk kendilerinin rüya tabiri ilmini bilmediklerini söylememişler, aksine şöyle demişlerdir: "Rüya tabîri ilmi iki kısımdır:

a) Düzgün ve muntazam olarak görülen rüyanın tabiri. Böyle olursa, hayalî şeylerden aklî ve ruhanî gerçeklere geçiş kolay olur.

b) Karışık ve düzensiz olan rüyanın tabiri ki, bu tür rüyalarda, belli bir düzen yoktur. İşte bu tür rüyalara "edsâz" ismi verilir. O topluluk, melikin rüyasının bu türden olduğunu söylemiş ve kendilerinin böylesi rüyaların tâbirini bilemediklerini ifâde sterdir. Sanki onlar şöyle demişlerdir: "Bu, pek çok şeyin birbirine karıştığı bir rüyadır. Böyle olan rüyaları yorumlayamayız ve bizim aklımız ona yetmez." Onların sözünde bu ilimde ilerleyip rüsûh sahibi olmuş kimselerin, böyle rüyaları tabir edebileceğine bir işaret vardır. İşte onlar böyle söylerler iken o saki, Hazret-i Yusuf (aleyhisselâm)'un hadisesini hatırlamış. Çünkü o, Hazret-i Yûsuf'un bu ilimde rusûh sahibi olduğuna yordu.

Hapishane Arkadaşının Gelip Rüyayı Tabir Ettirmesi

44 ﴿