5"Eğer şaşıyorsan, asıl şaşılacak olan, onların, "Biz toprak olduktan sonra mı, yeniden mi yaratılacağız?" demeleridir. İşte bunlar Rablerini tanımayanlardır, işte boyunlarında laleler, bukağılar bulunanlar bunlar ve işte, içinde müebbet kalacakları ateşin yaranı da yine bunlar, bunlardır". İfadeyle ilgili birkaç mesele vardır: Birinci Mesele Bil ki, Allahü teâlâ, yaratılışla ilgili ihtiyaç duyulan delillere dair bu kesin burhanları getirince, bunun peşinden ahiretle ilgili meseleleri ele alarak, Eğer şaşıyorsan, asıl şaşılacak olan, onların... sözleridir" buyurmuştur. Bu ifâdeyle igili birkaç görüş ileri sürülmüştür: 1) İbn Abbas (radıyallahü anh), bunun manasının, "Ey Muhammed, eğer sen onlar, senin sadık ve doğru olduğuna hükmettikten sonra, seni yalanlamalarından dolayı şaşarsan, bil ki asıl şaşılacak olan, onların şöyle şöyle demeleridir" şeklinde olduğunu söylemiştir. 2) "Ey Muhammed, sen onların, benim birliğime delâlet eden delilleri anlamalarından sonra, hâlâ, onlara hiçbir fayda ve zarar veremiyecek şeylere ibâdet etmelerine şaşıyorsan haklısın; bu şaşılacak bir durum." 3) Kelamın takdiri şöyledir: "Ey Muhammed, eğer şaşırdıysan, haklısın, şaşılacak yerde şaşırdın. Zira onlar, göklerin ve yerin İdarecisinin, bütün mahlûkâtın yaratıcısının Allah olduğunu, gökleri direksiz olarak yükseltenin O olduğunu, güneşi ve ayı, kulların maslahatlarına uygun olarak teshir edenin O olduğunu ve bu alemde her türlü hayranlık veren ve aklı aşan her türlü şeyleri ortaya koyanın O olduğunu kabul edince, böylesi büyük şeylere karşı tam bir kudret izhâr eden kimse, artık nasıl olur da insanı, ölümünden sonra, bihakkın yeniden iade edemez ? Zira, en kuvvetli ve en mükkemmel olana kadir olanın, en az ve daha kolay olana kadir olması, haydi haydi gerekir. İşte bu da, şaşılacak bir husustur." Daha sonra Cenâb-ı Hak bu sözü nakledince onlar aleyhine şu üç hükmü vermiştir: 1) Cenâb-ı Hakk'ın "işte bunlar Rablerini tanımayanlardır" buyruğu. Bu ifâde, ölümden sonra dirilmeyi ve Kıyameti inkâr eden herkesin kâfir olduğuna delâlet etmektedir. Ba'si inkâr etmek, ancak Allah'ın kudretini, ilmini ve sıdkını inkâr etmekle tamam olabileceği için, ba'si inkâr etmekten, küfür neticesi ortaya çıkmıştır. Kudreti inkâr etmeye gelince: Bu, meselâ, "Bu alemin ilahı, zâtı gereği zorunlu olarak gerektirir, yoksa, muhtar değildir; bunun için de, tekrar yaratmaya kadir olamaz;" veyahut da, "kadir olsa bite, ancak ne var ki kudreti tam değildir; bundan dolayı da, canlıları var etmesi ancak ana - baba, tabiat(lar) ve felekler vasıtasıyla mümkün olur. İlmi inkâr etmeye gelince: Bu "Allahü teâlâ cüziyyâtı bilmez; bundan dolayı da, itaatkâr ile asîyi birbirinden ayırması mümkün değildir" denilmesi gibidir. O'nun doğruluğunu inkâr etmeye gelince, bu da, "O, her ne kadar bunu bildirmiş ise de böyle yapmaz. Çünkü O'nun yalan söylemesi mümkündür" denilmesi gibidir. Bütün bunlar küfür olunca, ba'si inkar etmenin de Allah'ı inkâr etmek olduğu sabit olur. "Ateşten Bukağı" Ne Demektir? 2) Ayetteki "İşte boyunlarında lâleler, bukağılar bulunanlar bunlar" buyruğu ile ilgili iki görüş bulunmaktadır: a) Ebu Bekr el-Esamm şöyle demiştir: "Ağlâl kelimesinden murad, onların küfrü, zilleti ve putlara inkıyadıdır." Bunun bir benzeri de, Cenâb-ı Allah'ın, "Hakikat, biz onların boyunlarına öyle lâleler geçirdik ki" (Yasin, 8) ayetidir. Şair de şöyle demiştir: "Onları, doğruluktan uzak tutan bukağılan ve bağları bulunur." Bir kimse hakkında kötü ve adî fiilinden dolayı, "Bu, senin boynunda bir bukağıdır" denilir. Bunun anlamı, "sen ondan kurtulamıyacaksın; sen bundan dolayı azâbla cezalandırılacaksın" şeklindedir. Kadf "Bu mâna muhtemel ise de, sözü hakiki manasına hamletmek daha evlâdır" demiştir. Ben de derim ki: Esamm'ın sözü, şöyle denilerek desteklenebilir: Ayetin zahiri, şu anda onların boyunlarında bu bukağıların bulunmasını iktiza etmektedir. Oysa bu, şu anda bulunmamaktadır. Siz ise lafzı, bu durumun ilerde hasıl olacağı manasına hamlediyorsunuz. Biz de onun, şu anda nasıl olduğu manasına hamlediyoruz, ama "ağlardan muradın, zikrettiğimiz şey olduğunu söylüyoruz. Binâenaleyh siz de biz de, bir yönden sözün hakikî manasını terketmiş oluyoruz. Öyleyse niçin sizin sözünüz bizimkinden evlâ olsun ki?. b) Bundan murad şudur: "Allahü teâlâ Kıyamet günü, onların boyunlarına bukağılar takacaktır. Bunun delili, Cenâb-ı Hakk'ın, "Boyunlarında, bukağılar bulunduğu zaman "(Mu'min, 71) ayetidir. 3) Cenâb-ı Hakk'ın, "İşte, içinde müebbet kalacakları ateşin yaranı da yine bunlar, bunlardır" ayetidir. Bundan maksad "Ebedi muhalled azâb ile tehdit etmektir." Ehl-i sünnet alimlerimiz (r.h) ise, bu ayeti, ebedî azabın ancak kâfirler için olduğu görüşüne delil getirerek şöyle demişlerdir: "Ayetteki ifâdesi, başkalarının değil sadece kâfirlerin ebedî azâb ile mevsûf ve muttasıl olduklarını gösterir. Bu ise büyük günah sahiplerinin ebedî olarak cehennemde kalmayacaklarına delâlet eder." İkinci Mesele Allah Hakkında Taaccübün Manası Kelâmcılar, "şaşmak", sebebi bilinmeyen şeyle alâkalı olur. Bu ise, Cenâb-ı Hak için muhaldir. Binâenaleh ayetten maksat "Eğer şaşarsan, bu senden olan bir şaşmadır" şeklindedir" demişlerdir. Bir kimse şöyle diyebilir: "Bazı kıraat âlimleri, başka bir ayette, bu teaccübü, Allah'ın kendisine izafe ederek okumuşlar. O zaman bunun tevil edilmesi gerekir. Biz, böylesi lafızların, arazların, sıfatların başlangıçları manasından Allah'ı tenzih edip, onların sonuçlarına hamledilmesi gerektiğini beyân etmiştik. Çünkü insan, bir şeye taaccüb ederse, onu inkâr eder. Dolayısıyla bu şaşma, netice itibariyle, yadırgama ve inkâr manasına hamledilir. Üçüncü Mesele Kurrâ, "Biz toprak olduktan sonra mı, yeniden mi yaratılacağız?" ayetiyle, benzeri ayetlerde ihtilâf etmişlerdir. Birinci ve ikinci cümleler istifham suretinde olunca, bazı kıraat imamları, iki istifhamın arasını cem etmişlerdir. Bunlar, İbn Kesir, Ebu Âmir, Asım ve Hamza'dır. Sonra, bu kıraat imamları da kendi aralarında ihtilâf etmişler ve meselâ İbn Kesir, tek bir hemzeyle istifhamı göstermiş, ama hemzeyi meddetmemiştir. Ebu Amr, istifhamı, meddettiği uzun bir hemzeyle göstermiştir. Hamza ve Asım ise, bütün Kur'an'da (böylesi yerleri) iki hemzeyle okumuşlardır. Kıraat alimlerinden, iki istifhamın arasını cem etmeyenler de bulunmaktadır. Sonra bunlar da kendi aralarında ihtilâf etmişlerdir: Meselâ Nafi, İbn Amir ve Kisaî, birinci cümleyi istifham ile, ikinci cümleyi ise haber cümlesi olarak okumuşlardır. Yine İbn Âmir, birincisini haber cümlesi şeklinde, ikincisini ise istifham cümlesi olarak okumuştur. Sonra bunlar bir başka bakımdan ihtilâf etmişlerdir. Buna göre Nâfi, uzun olmayan bir hemzeyle; İbn Amr ve Kisaî de, iki hemze ile okumuşlardır. Nâfi, Sâffât sûresi dışındaki yerlerde; İbn Amir de, Vakıa sûresi dışındaki yerlerde; Kisaî de, Ankebût ve Saffât sûreleri dışındaki yerlerde böyle okumuşlardır. Dördüncü Mesele Zeccâc şöyle demiştir: ifâdesindeki âmil; yani cevap mahzûf olup bunun takdiri, "Biz toprak olduktan sonra mı diriltileceğiz?" şeklindedir. Bundan sonraki kısım, mahzûf olan bu ifâdeye delâlet etmektedir. Kâfirlerin Hemen Azap İstemeleri |
﴾ 5 ﴿