6"Senden, iyilikten önce çarçabuk kötülük isterler. Halbuki onlardan evvel, nice ukubet misâlleri gelip geçmiştir. Gerçekten Rabbin, zulümlerine rağmen insanlar için mağfiret sahibidir. (Bununla beraber), Rabbinin ikâbı da cidden çetindir". Bil ki, Hazret-i Peygamber, onları bazan Kıyamet azabı ile, bazan da dünya azabı ile tehdit ediyordu. Kâfirler de, Hazret-i Peygamber onları ne zaman Kıyamet azâbıyla tehdit etse Kıyameti, ba'si ve neşri inkâr ediyorlardı ki, bu, daha önceki ayette zikredilmişti. Yine, her ne zaman onları dünya azâbıyla tehdit etse, O'na, azâb bize getir bakalım" diyorlar ta'n ve tenkid, alay yoluyla ve Hazret-i Peygamberin söylediğinin aslı olmayan bir söz olduğunu göstermek arzusuyla Hazret-i Peygamber'der bu azabı izhâr edip başlarına getirmesini istiyorlardı. İşte bu sebepten dolayı Cenâb-Hak, onların Hazret-i Peygamber'den, iyilikten önce, çarçabuk kötülüğü istediklerin nakletmiştir. Buradaki "kötülük"ten murat, başlarına azabın inmesidir. Nitekim Cenâb-ı Allah, müşriklerin "durma bizim üstümüze gökten taş yağdır" (Enfal, 32) ve "Biz, dediler, sana katiyyen inanmayız. Ta ki bizim için şu yerden bir pınar akıtasın (...)" (İsrâ, 90-92) dediklerini nakletmiştir. Kâfirler bu sözü, Hazret-i Peygamberin sözünü tenkit etmek için söylemişlerdir. Halbuki Hazret-i Peygamber onlara, imana karşılık. ahirette mükâfaat, dünyada ise zafer ve yardım tahakkuk edeceğini vaadediyordu. Kâfirler ise, Hazret-i Peygamber'den, zafer ve yardım gelmesini değil de başlarına azat gelmesini istiyorlardı. İşte, "Senden, İyilikten önce çarçabuk kötülük isterler' ifâdesinin manası budur. Bazı alimler, buradaki "iyiliği", mühlet verme ve azabı tehir etme manasına tefsir etmişlerdir. Araplar, azabı, "seyyie-kötülük" kelimesiyle isimlendirmektedirler; çünkü azâb onlara kötü gelip, eziyyet vermektedir. Müsle Kelimesi Hakkında İzahat Cenâb-ı Hakk'ın, "Halbuki onlardan evvel, nice ukûbe: misalleri gelip geçmiştir" buyruğuna gelince, bil ki Araplar, müsle kelimesinin, ukubet, ceza anlamına geldiğini söylerler ve bunun, saduka ve sudka, (mehir) kelimesinde olduğu gibi hem mesule, hem de müsle olarak her iki şekilde kullanıldığını söylerler Birincisi Hicâzlıların; ikincisi ise Temimlilerin kullanışıdır. Bunu, mesule, okuyan mesülat şeklinde, müsle okuyan ise, müsülât ve müslat şeklinde cemi yapmıştır Ferra ve Zeccac da, bu şekilde anlatmışlardır. İbnü'l-Enbarî (r.h.) şöyle demiştir: "Müsle" cezalandırılan kimsede iz bırakan bir ukubettir. Bu da, kendisinden ötürü bedende çirkin bir izin kalmış olduğu bir tağyir ve değişiklik yapmadır. Bu deyim. Arapların, bir kimse, bir başkasının kulağını, burnunu kesmek, gözlerini oymak ve karnını deşmek suretiyle, bir başkasının şeklini ve suratını değiştirdiğinde şeklindeki tabirlerinden alınmıştır. İşte, bu kelimenin esas manası budur." Sonra Arapça'da, bedendeki bu devamlı utanç verici ve hiç gitmeyen ize "müsle' denilmektedir. Vahidî ise şöyle demiştir: "Bu kelimenin aslı, benzer manasına gelen (......) kelimesidir. Bunda aslolan, cezanın suça denk ve ona mümasil olması olduğu için, pek yerinde olarak bu benzerlik müsle diye isimlendirilmiştir. Keşşaf sahibi der ki: "Bu kelime şu şekillerde okunmuştur: 1) Fâu'l-fiili ayne'l-fiile uydurmak suretiyle iki ötreli olarak müsülat. 2) Semre kelimesi gibi mimin fethası ve se'nin sükûnu ile meslât. 3) Müsûlat'ın tahfifi olarak müslât. 4) Rükbe'nin çoğulunun rukebât gelmesi gibi müselât şeklinde." Bunu anladığın zaman biz deriz ki, ayetin manası şöyledir: "O kâfirler, bizim acele etmediğimiz azabı, hemen acele istiyorlar. Oysa ki onlar, daha önceki ümmetlerin başına gelen ukubetlerimizi biliyorlar, ama bundan ibret almıyorlar. Halbuki, kendilerinden önceki kavimlerin hallerinden ibret alarak, bundan ötürü duyacakları korkunun, onları küfürden men etmesi gerekir." Cenâb-ı Hak "Gerçekten Rabbin, zulümlerine rağmen insanlar için mağfiret sahibidir" buyurmuştur. Bil ki alimlerimiz, bu ayeti, Allahü teâlâ'nın büyük günah sahibini, tevbe etmese de affedebileceği ne delil getirmişlerdir. Bununla istidlal edilmesinin izahı şöyledir: "Zulümlerine rağmen, insanlar için mağfiret sahibidir" ifâdesi, "zulümle meşgul oldukları bir halde" anlamındadır. Nitekim, "yemekle meşgul olduğu halde, emîri gördüm" manasında denilir. Bu, Allahü teâlâ'nın, insanları, zulümle meşgul oldukları halde onları affedebileceğine delâlet eder. İnsanın, zulümle meşgul olduğu anda, tevbe halinde olmadığı malumdur. Bu, Allahü teâlâ'nın, tevbe edilmeden önce, bazan günahı oağışlayabileceğine delâlet eder. Sonra biz deriz ki, kâfir hakkında bu delil getirilmez. Binâenaleyh, geriye, bu ayet ile, büyük günah sahipleri hakkında amel edilmesi durumu kalır ki bizim anlatmak istediğimiz de budur. Ya da şöyle deriz: Allahü teâlâ burada, sadece, "Gerçekten Rabbin, zulümlerine rağmen insanlar için mağfiret sahibidir" demekle yetinmemiş, bunun peşinden, "Rabbinin ikâbı da cidden çetindir" buyurmuştur. Binâenaleyh, birinci cümleyi, büyük günah sahipleriyle ilgili kılmak: ninci cümleyi de kâfirlerin durumlarıyla ilgili saymak gerekir." Mutezileden Gelen Soruya Cevap İmdi, eğer denirse ki: "Bu ayetten maksad, Allah'ın küçük günahları affetmesidir. Böyle anlamak pekâla mümkündür. Hem diyebiliriz ki: Yahut ayetten maksad şudur: "tevbe ettikleri takdirde Allah, büyük günah sahiplerine karşı mağfiret sahibidir ve Allah Tealâ, onlara, tevbe etmeleri için bir mühlet tanımış olmak üzere, azabı çarçabuk vermemiştir. Binâenaleyh, eğer onlar tevbe ederlerse, Allahü teâlâ onlara karşı -nağfiret sahibidir; ikâbı âhirete tehir etmek, bu mağfiret cümlesindendir." Hatta biz deriz ki, ayeti bu manaya hamletmek gerekir. Çünkü kâfirler, azabın çarçabuk getirilmesini istedikleri zaman, bu hususta zikredilen cevâbın, suâle uygun olabilmesi için, cezanın ertelenmesi anlamına olması gerekir. Sonra biz yine deriz ki, bu ayetin, şüphesiz Rabbin mağfiret sahibidir; tevbe etmeleri için, onlara bir mühlet olmak üzere, cezalandırmakta acele etmez. Eğer tevbe ederlerse, onlara karşı mağfiret sahibidir. Yok eğer, zulümlerini arttırırlar ve tevbe etmezlerse, O, ikâbı şiddetli olandır"olması niçin mümkün olmasın? Muarızlar tarafından sorulan bu suallerden birincisine şöyle cevap verilebilir: Cezanın geciktirilmesi, "mağfiret" olarak isimlendirilmez. Aksi takdirde, "Bütün kâfirler, Allahü teâlâ onların cezalarını ahirete bıraktığı için mağfurdurlar" demek gerekirdi. İkinci hususa da şöyle cevap verilir: Cenâb-ı Allah ayetteki affedicilik vasfı ile zatını övmüştür. Kendini methetmek ise, ancak bir lütuf ve ikram ile olur. Ama, zaten vâcib olan, yapılması gereken bir şeyle, övünülmez. Siz "Mûtezile'ye göre, küçük günahların bağışlanması, zaten vacibtir. Üçüncüye ise şöyle cevap verilir: Biz, ayetin zahirinin, günah işliyorken, mağfiretin meydana geldiğini ifâde ettiğini anlatmıştık. Keza, günaha devamın tevbenin mevcudiyetini önlediğini de açıklamıştık. Böylece bu soruların hepsi düşer ve bizim söylediklerimiz doğru olur. Münkirlerin Başka Mucize istemeleri |
﴾ 6 ﴿