7"O inkâr edenler: "Ona Rabbisinden bir mucize indirilmeli değil miydi?" der. 'Sen, ancak bir uyarıcısın, her kavim için de bir hidayet rehberi bulunmuştur". Bil ki Allahü teâlâ, kâfirlerin önce, hasrı ve neşri inkâr etmelerinden ötürü, Hazret-i Peygamber'in nübüvvetini inkâr etmiş olduklarını; ikinci olarak, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in onları uyardığı, başlarına gelecek ve köklerini kazıyacak bir azabın inmesine dâir bildirdiği şeyin doğruluğunu inkâr ettikleri için, yine O'nun nübüvvetini inkâr etmiş olduklarını; üçüncü olarak da, ondan mucize ve deliller istemek sureti ile, nübüvvetini inkâr etmiş olduklarını anlatmıştır. İşte bu ayette anlatılan, bu üçüncü husustur. Bil ki bunun sebebi şudur: Onlar, Kur'an-ı Kerim'in bir mucize oluşunu inkâr ederek, "Bu, diğer kitaplar gibi bir kitaptır. Bir kimsenin, bir kitap yazması ve bir kitap getirmesi, kesinlikle bir mucize olmaz. Mucize, ancak Mûsa ve İsâ (aleyhisselâm.)'nın mucizeleri gibi olur" dediler. Peygamberimizin Kur'an'dan Başka Mucizeleri Bil ki, bazı kimseler, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in doğruluğu hususunda Kur'an'dan başka bir mucizenin zuhur etmediğini iddia etmişler ve "Bu söz ancak O'nun etinde, başka mucizelerin zuhur etmemesi durumunda, Kur'an'ın da bir mucize olduğunu inkâr etmeleri halinde doğru olur. Çünkü, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in elinden, başka mucizelerin de ortaya çıktığını kabul etmemiz halinde, müşriklerin, "Ona Rabbisinden bir mucize indirilmeli değil miydi?" demeleri imkansız olurdu. İşte bu da gösterir ki, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, Kur'an'dan başka mucizesi yoktur" demişlerdir. Bil ki buna şu iki yönden cevap verilir: 1) Belki de, bu ifadeden maksad, müşriklerin, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den müşahede etmiş oldukları, hurma kütüğünün inlemesi, parmakları arasından sular fışkırması ve azıcık bir yiyecekle çok sayıdaki insanı doyurması şeklindeki mucizelerinin dışında, başka mucizeler istemiş olmalarıdır. Böylece onlar, bunların dışında, denizin, bir asanın vurulması ile yarılması ve asanın bir ejderhaya dönüşmesi şeklinde, Hazret-i Peygamberden mucizeler istemişlerdir. İmdi eğer, "Allahü teâlâ'nın onları mahrum edip, böylesi mucizeler vermemesinin sebebi nedir?" denilirse, deriz. ki: "Çünkü Hak Teâla, bir mucize gönderdiği zaman aslında maksad tamamlanmış olur. Binâenaleyh Kur'an'ın zuhuru (kendisi) zaten bir mucize olduğu halde, başka mucizeler istemek bir tahakküm (keyfine göre hüküm verme) olmuş olur. Halbuki Kur'an ortada iken daha başka mucize istemeye gerek yoktur. Yine belki de, Allahü teâlâ, istedikleri mucizeler zuhur ettikten sonra da, onların inad ve küfürlerinde ısrar edeceklerini, o zaman da köklerini kesecek bir azaba müstehak olacaklarını biliyordu. İşte bundan ötürü, istedikleri şeyi onlara vermemiştir. Allahü teâlâ bu hususu, "Eğer Allah onlarda bir hayır görseydi, elbette onlara duyururdu. Kulaklarına (bunu) soksaydı bile, yine onlar muhakkak ki yüz çevirici olarak arkalarını dönerlerdi" (Enfal, 23) diyerek beyân etmiş ve böylece o mucizelerden istifâde edemiyeceklerini bildiği için, istediklerini onlara vermediğini bildirmiştir. Bir de, bu kapıyı açmak, sonu olmayan bir şeye götürür. Şöyle ki: Peygamber bir mucize getirdiği zaman, birileri çıkar başka bir mucize ister. Bu ise, peygamberlik iddiasının düşmesini gerektirir. Bu da batıldır. 2) Belki de kâfirler, bu sözü, diğer mucizeleri görmeden önce söylemişlerdir. Daha sonra Cenâb-ı Hak, kâfirlerin bu durumunu nakledince, "Sen, ancak bir uyarıcısın, her kavim için de bir hidayet rehberi bulunmuştur" buyurmuştur. Bu ifâde ile ilgili birkaç mesele vardır: Birinci Mesele Kıraat imamları, vasıl (geçiş) halinde (......) kelimesinin tenvinli okunacağı ve (kelimenin aslındaki) yâ harfinin hazfedileceği hususunda İttifak etmişlerdir. Vakf (durma) halinde, nasıl okunacağı hususunda ihtilaf etmişlerdir. Buna göre, İbn Kesir, yâ harfi üzerinde vakfederek (durarak), diğer kıraat imamları ise, yâ'sız olarak vakfederek okumuşlardır. Bu, İbn Füleyh'in, İbn Kesir'den naklettiği hafiflik için okunan kıraattir. Ayetin birkaç şekilde tefsiri yapılabilir: İkinci Mesele 1) Bundan murad şudur: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kendi kavmi için bir uyarıcı ve onlar için hükümleri bir beyân edicidir. Ondan önce her kavmin de, bir hidayet rehberi, bir uyarıcısı ve bir davetcisi vardı. Hak teâlâ mucizeler göstermek hususunda, peygamberlerin hepsini eşit kılmıştır. Ama ne var ki o husûsi mucizenin kendisine verilmesini hak etmiş olduğu için, her kavmin belli bir yolu ve tarzı vardı. Bundan ötürü Musa (aleyhisselâm) zamanında hâkim olan şey sihir olduğu için, Allahü teâlâ, Musa (aleyhisselâm)'nın mucizesini, kavminin anlayışına ve tarzına en uygun olan hususta vermiştir. Yine İsâ (aleyhisselâm) zamanında tıp revaçta olduğu için, O'nun mucizesini de o konuda vermiştir ki, bu da, Hazret-i İsâ (aleyhisselâm)'nın ölüleri diriltmesi, anadan doğma kör ve alacalıları iyileştirmesidir, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) devrinde ise, belagat ve fesahat hâkim olduğu için, Hak teâlâ, O'nun mucizesini de, o zamana uygun olan bir biçimde vermiştir. Bu da, Ku'an'ın fesahat ve belagatıdır. İşte Araplar, anlayış ve tarzlarına son derece uygun olduğu halde, bu mucizeye iman etmediklerine göre, diğer mucizeler zuhur ettiğinde, onlara hiç imân etmezler. İşte bu Kâdi'nin yaptığı bir açıklama olup, sözün kendisi ile uyumlu olduğu doğru ve güzel bir izahtır. 2) Ayetin manası şöyledir: "Kâfirler, Kur'an'ın bir mucize olduğunu inkâr etmiyorlar. Binâenaleyh, bundan ötürü kalbin sıkışmasın. Sen ancak bir uyarıcısın. Görevin, onların kalblerinde iman hasıl oluncaya kadar, uyarmaya (inzâra) devam etmektir. Sen, onlara güç yetiremezsin. Her kavmin bir hidayet rehberi vardır. Onlar. ancak Allah'ın hidâyeti yaratması .ile, onları hidayete erdirebilirler." Buna göre ayet. "Sana düşen ancak, uyarmadır. Hidayete gelince, o, Allahü teâlâ'dandır" demek olur. Bil ki ayetlerin zahirini benimseyen müfessirler, bu hususta birkaç görüş zikretmişlerdir: a) Münzir (uyarıcı) ve hâdî (hidayet rehberi) aynı şeydir. Buna göre ifâdenin manası, "Sen ancak bir uyarıcısın. Aynı şekilde her kavmin de bir uyarıcısı vardır. Onlardan herbirinin mucizesi, diğerininkinden başkadır" şeklindedir. b) "Münzir (uyarıcı) Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem); Hâdî ise, Allahü teâlâ'dır." Bu mana, İbn Abbas (radıyallahü anh), Sâ'id b. Cübeyr, Mücâhid ve Dahhâk'dan rivayet edilmiştir. c) Buradaki "münzir" Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dir, "Hadi" (hidayet rehberi) ise, Hazret-i Ali'dir. İbn Abbas (radıyallahü anh) şöyle demiştir: "Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), elini Hazret-i Ali'nin göğsüne koydu ve "Ben münzirim" dedi. Sonra da Hazret-i Ali'ye işaret ederek, "Sen de hadisin (hidayet rehberisin).Benden sonra, hidayete erecekler, senin sayende hidayete ereceklerdir" Allah'ın İlminin Genişliği |
﴾ 7 ﴿