11

"Onun, önünde arkasında, kendisini Allah'ın emriyle gözetleyecek takibçi (melekler) vardır. Bir kavim, kendilerinde olan durumu değiştirip bozmadıkça, hiç şüphesiz Allah da onu değiştirip bozmaz. Allah bir kavmin de fenalığını diledi mi, artık onu geri çevirmeye hiçbir çare yoktur. Onlar için, O'ndan başka bir velîde yoktur".

Bil ki, lehû kelimesindeki zamir, geçen ayetteki "Sizden, sözünü açıkça söyleyen de" ifadesindeki men ism-i mevsûllerine râcidir. Bunun, ifadesindeki lafza-i celâle raci olduğu da söylenmiştir. Buna göre mana, "Allah'ın ta'kibçi (melekleri) var" şeklinde olur. Ayetteki, "Mu'akkıbâf kelimesinin aslının, şeklinde olması mümkündür. Buna göre te harfi kâf harfine idğam edilmiştir. (Tevbe, 90) ayeti de böyledir. Bu ayetteki (......) kelimesi, (özür dileyenler) manasınadır. "Mu'akkıb" kelimesinin, "peşinden giden, takib eden" manasına olması da muhtemeldir. O halde, herşeyin "mu'akkibi" onu takib eden, ondan sonra gelen şey demektir. Her iki izaha göre de, mana aynıdır.

Bunu iyice kavradığında biz diyoruz ki: Ayette bahsedilen "mu'akkıbât" sözü ile ilgili şu iki izah yapılmıştır

1) Alimlerin çoğunun benimsedği meşhur görüşe göre, bununla "hafaza melekleri" kastedilmiştir. Hafaza meleklerini, şu iki sebebten ötürü, mu'akkıbât (takipçiler) diye nitelemek uygun olmuştur;

a) Onlardan gece görevli olanların, gündüz görevli olanları; yahut da gündüz görevli olanların, gece görevli olanları takib etmeleri, yani onlardan sonra gelip nöbeti devralmaları sebebi ile.

b) Yahut da onların, kulların yaptığı amelleri takib etmeleri ve o amelleri yazıp Kaydetmeleri sebebiyledir. Bir iş yapıp, tekrar aynı işe yönelen kimse, o işi ta'kîb etmiş olur. Buna göre, "mu'akkıbât" sözü ile gece ve gündüz (insanın amellerini yazan ve onu koruyan) melekler kastedilmiştir.

İnsanla Beraber Olan Yirmi Melek

Hazret-i Osman (radıyallahü anh)'ın şöyle dediği rivayet edilmiştir."Ey Allah'ın Resulü! Bana, bir insan için ne kadar meleğin görevlendirildiğini söyle" dedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) "Bir melek sağındadır. O, senin hasenatını (iyiliklerini, iyi amellerini) yazar. Bu melek, aynı zamanda senin solunda bulunan meleğin emîri (reisi)dir. Binâenaleyh bir iyilik yaptığında, obuna, karşılık on katı sevab yazar. Ama bir kötülük işlediğinde, solda bulunan, sağda bulunana, "Yazayım mı?" diye sorar. O da, "Hayır, (bekle). Belki tevbe eder" der. Soldaki melek üç defa böyle deyince, sağdaki, "Evet, (artık) yaz. Allah bizi ondan kurtarsın. O, ne kötü bir arkadaş. Ne kadar az Allah'ı görüp gözetiyor ve bizden ne az utanıyor" der. Bunlardan başka önünde ve arkanda iki melek daha var. Bunlar, Hak teâlâ'nın: "Onun (insanın) Önünde ve arkasında, kendisini Allah'ın emriyle gözetleyecek ta'kibçi (melekler) var" ayetinde bahsedilenlerdir Bir melek de, senin perçeminden (kâkülünden) tutmuştur. Sen, Rabbine boyun eğip itaat ettiğinde, başını yukarı kaldırır; isyan edip, başım diktiğinde, başını yere çeker ve indirir (zelil eder). İki melek de, senin dudaklarında bulunur. Bana getirdiğin, söylediğin salât-u selamları yazar, kaydederler. Bir melek de. ağzının içinde bulunur ve ağzından içeri, yılanların çıyanların girmesine engel olur. İki melek de. iki gözünün üzerinde bulunur, işte bunlar, her insan ile birlikte bulunan toplam on melektir. Gece melekleri, gündüz melekleri ile nöbet değişirler. Böylece, her insan üzerinde (görevli) yirmi melek bulunur" buyurmuştur. Yine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Aranızda gece ve gündüz ta'kibte olan melekler vardır. Onlar sabah namazı ve ikindi namazı vaktinde (günde iki kere); nöbet değişimi için bir araya gelirler." İşte, "Sabah namazını da (edâ et). Çünkü sabah namazı şâhidlidir" (isra, 78) ayeti ile murad edilen şâhidiik budur.

On gece meleğinin yukarı çıktığı esnada, on gündüz meleğinin yere indiği de söylenmiştir. İbn Cüreyc bu ayetin, tıpkı "Hem sağında, hem solunda oturan iki de (melek) vardır" (Kaf, 17) ayeti gibi olduğunu, sağdakinin iyilikleri, soldakinin ise kötülükleri yazıp tesbit ettiğini söylemiştir. Mücahid de: "Her insan ile birlikte, onu. uykusunda ve uyanık halinde, cinlerden, diğer insanlardan ve haşerâttan koruyan bir melek vardır" demiştir.

Muakkıbât Niçin Münnes Getirildi?

Ayetle ilgili birkaç soru vardır:

Birinci Soru: "Melek" kelimesi müzekkerdir. Binâenaleyh niçin, "mu'akkıbât" diye, cemi müennes sigasıyla zikredilmiştir?

Cevap: Bu hususta iki izah vardır:

1) Ferrâ şöyle demiştir: "Mu'akkıbât kelimesi, aslında müzekkerdir. Çünkü, "melâike"nin cem'i (çoğulu), "mu'akkıbe" şeklindedir. Daha sonra bu kelime, ikinci kez "mu'akkıbât" diye cemilenmiştir. Bu tıpkı, "Sa'd'ın oğulları ve Bekir'in adamları" denilmesi gibir. "Ricalât", rical (adamlar) kelimesinin çoğuludur. Bunun müzekker olduğuna, ayetteki fiilinin cemi müzekker sigasıyla getirilmiş olması da delâlet eder."

2) Ahfeş'in görüşüne göre, bu ta'kib işi o meleklerce çokça yapıldığı için, (bunu ifâde eden) "mu'akkıb" kelimesi müennes olarak kullanılmıştır. Mesela, aslında müzekker olduktan halde, nessâbe, (neseb âlimi) ve allâme (çok bilgin) kelimeleri de, müennes olarak kullanılmıştır.

İkinci Soru: Mu'akkıb meleklerin, insanın önünde ve arkasında olması ne demektir?

Cevap: Gece gizlenen ve gündüz yoluna giden insanları, bazan mu'akkıb melekler sarar ve ona o insanın yaptığı ve söylediği herşeyi tastamam sayar, dökerler. Onların gözünden, insanın hiçbir ameli ve sözü kaçmaz, onlar hepsini yazar, zaptederler. Bazı alimler, "Aksine bundan murad, "onlar, o kimseyi, önünden ve arkasından gelecek hertürlü tehlikeden korurlar. Çünkü gündüz yoluna giden, işlerine sa'y-ü gayret gösterdiği için, önünden ve arkasından bir şey gelmesinden sakınır" demişlerdir.

Üçüncü Soru: Ayetteki "Allah'ın emriyle" ifâdesi ile, ne murad edilmiştir?

Cevap: Ferra, bu hususta şu iki görüşü ileri sürmüştür:

1) Ayette, bir takdim-tehir vardır ve takdiri, "Onu, Allah'ın emri ile gözetleyen ta'kibçi melekler vardır, onlar onu muhafaza ederler" şeklindedir.

2) Burada bir hazf vardır, yani "Bu muhafaza, Allah'ın ermindendir; emrettiği şeylerdendir" demektir. Binâenaleyh bu cümlenin ismi (mübtedası) hazfedilmiş, haberi kalmıştır. Nitekim, kesenin üzerine, "Bunun içinde ikibin (lira) var" manasında, sadece "ikibin" yazılır.

Burada İbnü'l-Enbârî'nin söylediği bir üçüncü izah daha vardır: Buradaki min harf-i cerri, "bâ" (ile) harf-i cerri manasına olup ifade, "Onlar onu Allah'ın emri ve yardımı ile korurlar" demektir. Bunun böyle olduğunun delili, ne meleklerden, ne de insandan hiç birinin, hiçbir kimseyi Allah'ın emrinden ve takdirinden korumasının mümkün olmayışıdır.

O Meleklerin Görevlendirilmelerinin Hikmeti

Dördüncü Soru: O meleklerin, biz insanlar üzerine vazifeli kılınmasının hikmeti nedir?

Cevap: Bu, beklenmeyen bir soru değildir. Çünkü müneccimler, her günün (işlerinin) yönetilmesinin bir yıldıza ait olduğu görüşünde ittifak etmişlerdir. Her gecenin (işlerinin) tedbiri de, yine aynı şekilde bir yıldıza aittir. Müneccimlere göre, yıldızların ruhları olduğunda şüphe yoktur. Binâenaleyh bu farklı farklı tedbir ve idareler, gerçekte o ruhlara aittir. Müneccimlerin görüşüne göre, ay, Hilac ve Kethüda (yıldızlarına) ait tedbirler hususunda söylenecek söz de aynıdır. Büyücülerin dilinde bu söz yaygındır. İşte bundan ötürü sen onların, "Bana gökteki ruhanî bildirdi" dediklerini görürsün. Onlar "gökteki ruhanî" sözü ile her insanın, işlerini gören bela ve âfetlerini savuşturan felekî bir ruhunun bulunmasını kastederler. Bu, eski felsefeciler ile (yıldızlara bakıp) ahkâm kesenler arasında ittifak edilmiş bir husus olunca, bunun şeriatta yer alması nasıl tuhaf görülebilir? Bu hususta sözün özü şudur: Beşeri ruhlar da, cevherleri karakterleri bakımından, farklı farklıdırlar. Bundan dolayı bazıları hayırlı (iyi), bazıları şerli (kötü), bazıları aziz, bazıları zelil, bazılarının kahri (gücü) ve hükümranlığı kuvvetli, bazılarınınki zayıf ve tesirsizdir. Beşerî ruhların durumu böyle olduğu gibi, felekî ruhların durumu da böyledir. Her hususta ve her vasıfta, felekî ruhların beşeri ruhlardan daha kuvvetli olduğunda şüphe yoktur. Beşerî ruhların her bir grubu, felekî ruhlardan bir ruhun terbiyesi (tesiri) altında oldukları ve karakterleri ile özellikleri bakımından o feleki ruha benzedikleri için, belli karekter ve vasıflarda müşterektirler. O beşeri ruhlar, sanki o feleki ruhun çocukları gibidir. Durum böyle olunca, o felekî ruh, o beşerî ruha her işinde yardımcı olmuş, faydalı şeylere iletmiş ve onu her türlü afet ve belâlardan korumuş olur. Bu, muhakkik felsefecilerin ileri sürmüş olduğu bir görüştür. Durum böyle olunca da, şeriatın bahsettiği bu mu'akkıb melekler meselesinin hepsi nezdinde geçerli olduğunu anları:. Binâenaleyh şeriatın, böyle birşeyi getirmiş olması nasıl yadırganabilir?

Meleklerin Diğer Faydaları

Ayrıca o meleklerin, insanoğluna has ve vazifeli kılınıp, onlara hükümran hae getirilmesinin, yukarıda bahsedilen hususların dışında, şu gibi birçok faydası vardır:

1) Şeytanlar, insanı şer ve günah olan şeylere çağırırlar. Melekler ise hayır ve taat olan şeylere çağırırlar.

2) Mücahid: "İnsan uyurken ve uyanıkken, kendisini cin ve insanlardan koruyan bir meleğin onunla birlikte bulunduğunu" söylemiştir.

3) Biz bazan sebepsiz yere durup dururken insanın kalbine bir niyetin geldiği' sonra da kalbine gelen o şeyin kendisi için faydalı ve hayırlı bir sebeb olarak ortaya çıktığını; bazan da bunun, o insanın bir belâya ve günaha düşmesine bir sebeb olarak ortaya çıktığını görüyoruz. Böylece ilk şeye davet edenin, onun hayrını ve İyiliğin istediği; ikincisine davet edenin ise, onun kötülüğünü ve sıkıntısını istediği ortaya çıkmış olur. Binâenaleyh birincisinin, hidayet rehberi olan bir melek; ikincisinin ise,dalâlet edici olan bir şeytan olduğunu anlarız.

4) İnsan, amellerini meleklerin yazıp kaydettiğini bilince; bu bilme insar günahlardan daha fazlaleyhisselâmakınmasına sebeb olur. Çünkü meleklerin yüceliğine ve mertebelerinin üstün olduğuna inanan kimse, bir günah işleme gayretine girip, meleklerin de kendisini müşahede ettiklerini bilince, meleklerden utanma hissi, o insanı o günaha yönelmekten alıkor. Bu tıpkı o insanın saygı duyduğu bir başka insandan dolayı o günahı işlemekten utanmasına benzer. İnsan amellerini, meleklerin tek tek saydığını bildiğinde, bu bilme insanı günahtan alıkoyan birşey olur. Yine insan günahlarını onların yazdığını bildiğinde, bu alıkoyuculuk daha mükemmel olur.

İşlerin Kaydedilmesinin Hikmeti

Beşinci Soru: Amellerin yazılmasının faydası ve hikmeti nedir? Biz deriz ki: Bu hususta birkaç mukaddime vardır:

Birinci Mukaddime: Bu meleklere "Ketebe Melekleri" denmesi, onların yazıc olmalarından ötürüdür. Kelamcılar şöyle demişlerdir: O sayfaların yazılmasının hikmeti, terazinin iki kefesinden birisinin diğerine baskın-ağır geldiğinin anlaşılmas için, tartılmasıdır. Zira, taat kefesi ağır geldiğinde, muhlûkat tarafından o kimsenin cennetlik olduğu; bunun zıddı ise, o kimsenin cehennemlik olduğu anlaşılmış olur Kâdî bunun uzak bir ihtimal olduğunu söyleyerek şöyle der "Çünkü deliller, herbr insanın, araştırılıp incelendiğinde, ölümünden önce onun saîd kimselerden veya şaki kimselerden olduğunun anlaşılacağına delâlet etmektedir. Bunu anlamak, tartıya bağii değildir." Kadî, daha sonra bu görüşüne de cevap vererek şöyle der: "Rivayet edip anlattığımız şeyin, o kimsenin Allah'ın cennetteki velî kullarından olduğunun büyük bir kitle tarafından anlaşılması esnasında, onun sevinmesine sebep olacak bir işter dolayı olması da imkânsız değildir. Bunun zıddı da, Allah'ın düşmanları hakkında söz konusudur."

Bu Konuda Feylesofların Görüşleri

İkinci Mukaddime: Bu, İslâm filozoflarına ait bir görüştür. Buna göre, kitabet (amellerin yazılması işi), hususî manaların bilinmesi için, tstılâh olarak îcad edilmiş birtakım hususî nakış ve çizgilerden ibarettir. Biz, o nakışların, bizzat o manalara ve o şeylerin zâtlarına delâlet ettiğini farzettiğimizde, o yazma işi daha kuvvetli ve daha mükemmel olmuş olur.

Bunun böyle olduğu sabit olunca biz deriz ki: İnsan, herhangi bir işi defalarca yaptığında, onu çokça yapmasından dolayı o kimsede kök salmış olan güçlü bir meleke meydana gelmiş olur. Binâenaleyh, o meleke, faydalı ameller sebebiyle ruhani mutluluklara, faydalı olan amellerden dolayı sevinen bir meleke olursa, onun o kimsenin ölümünden sonra manevî mutluluklar vesilesiyle duyacağı sevinç büyük olur. Yok, eğer o meleke, ruhani hallere zarar verici bir meleke olursa, o kimsenin ölümünden sonra o haller sebebiyle duyacağı zarar da büyük olur.

Bunun da böyle olduğu sabit olunca, biz diyoruz ki: Çokça tekrar, o kök salan melekelerin tahakkuk etmesine sebep olunca, tekrar tekrar yapılan her bir amelin, o kök salan melekenin tahakkuk etmesinde bir tesiri olur. Bu tesir, her ne kadar hissolunmasa dahi, gerçekte mevcuttur. Bunun böyle olduğunu anladığında, insanın her an, her hareket ve sükûnunda, onun nefs cevherinde, az veya çok, ya mutluluk eserlerinden bir eser, veyahut da şekavet eserlerinden bir eser gelmiş olur. İşte onlara göre, o amellerin yazılmasından kastedilen budur. İşlerin hakikatini en iyi bilen Allah'dır. Bütün bu izahlar, biz, Cenâb-ı Hakk'ın, "Onun, önünde ve arkasında, takipçiler vardır" -özünü melekler anlamına aldığımız zaman söz konusudur.

2) Bu da, İbn Abbas, (radıyallahü anh)'dan nakledilmiş olup, Ebu Müslim el-İsfehani'nin tercih ettiği görüştür. Buna göre bu ifâdeden şu kastedilmiştir: "Allah'ın ilminde gizli ve açık birdir. O halde, gecenin karanlığında gizlenen ile, yardımcılar ve muavinlerle desteklenerek gündüzleyin yolunda gidenler, ancak hükümdarlar ve komutanlardır. Binâenaleyh, geceye iltica eden kimse, Allah'ın emrinden kurtulamaz. Gündüzün muâkkiblerle -ki bunlar da bekçiler ile onu koruyan yardımcılardır- hareket eden kimseyi, onun bekçileri Allah'tan kurtaramaz." O halde, ayette geçen muakkib, "yardımcı" anlamındadır. Zira, şu bunu gördüğünde, mutlaka bu da onu görür. Böylece de, onlardan her birinin gözü, diğerinin gözünü takib etmiş olur. Binâenaleyh bu takibçiler, Allah'ın kaza ve kaderinden kurtaramazlar. Onlar, hizmet ettikleri o kimseleri, Allah'ın kaza ve kaderinden kurtaracaklarını zannetseler bile buna asla kadir olamayacaklardır. Bu açıklamanın gayesi, hükümdarları, emirleri ve büyük kimseleri, kötülüklerden kurtarmayı, Allah'ın hıfz ve korumasından taleb edip beklemeye ve o kötülükleri def etme hususunda kendi yardımcıları ve destekçilerine dayanmamaya sevkedip teşvik etmektir: İşte bundan dolayı Cenâb-ı Allah hemen bunun peşinden, "Allah, bir kavmin de fenalığım diledi mî artık onu geri çevirmeye hiçbir çare yoktur" buyurmuştur.

Küfran Olmadıkça Nimet Geri Alınmaz

Cenâb-ı Hakk'ın "Bir kavim, kendinde olan durumu değiştirip bozmadıkça, hiç şüphesiz Allah da, onu değiştirip bozmaz" buyruğuna gelince, bu hususta, bütün müfessirler bundan muradın, "Allah, onlardan isyan ve fesatların zuhur etmesi durumu hariç, onlardan intikam almak suretiyle içinde bulundukları nimetleri değiştirmez" manası olduğunu söylemişlerdir. Kâdi demiştir: "Ayetin zahiri, ancak bu manaya gelebilir. Zira Allah, dünyada olan nimeti, kullardan gelen bir sebep olmaksızın verir. Yalnız, cezalandırma böyle değildir. (Ceza, ancak kuldan gelen bir duruma karşılık verilir.) Çünkü Allahü teâlâ, gerek dini, gerekse dünyevî nimetleri sebep olmaksızın (hak edilmeksizin) verir ve bu hususta dilediğini, dilediğinden üstün kılar. Şu halde Hak teâlâ'nın ayette bahsettiği "değiştirme"den muradı, helak etme ve cezalandırmadır."

Sonra müfessirler ihtilaf etmişler ve bazıları, "Bu söz, daha önce geçen "(Müşrikler) senden, iyilikten önce çarçabuk kötülük isterler "(Rad, 6) ayeti ile ilgilidir. Binâenaleyh Allah Tealâ, o müşriklerin başına, onların küfür ve günahta ısrar edecekleri iyice belli oluncaya kadar, köklerini kazıyacak bir azab indirmeyeceğin beyan etmiştir" demişlerdir. Hatta bunlar şöyle de demişlerdir: "Onların içinde, ileride iman edecek kimseler olduğu veya onların soyundan iman edecek kimselerin geleceği bilinir ise, Hak teâlâ onların kökünü kurutacak bir azab indirmez." Diğer bazılar "Aksine ayetteki bu ifâde, mutlak manası üzere geçerlidir ve bundan murac "alabildiğine fesada dalmış ve Allah'a kulluk etmede yollarını bozup değiştirmiş her kavimden, Allah nimetlerini giderir (geri alır) ve onların üzerine çeşit çeşit azablar indirir" manasıdır" derlerken, bazı alimler de şöyle demişlerdir: "Bu kavimlerin içinde yaşamakta olan mü'minler de, bazan o azaba dûçâr olurlar." Hazret-i Ebu Bekir (radıyallahü anh) Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Eğer insanlar bir zalimi görür ve ona engel olmazlarsa, Allah'ın herkese şâmil bir azab indirmesinden korkulur."

Ebu Ali el-Cübbâî ve Kâdî, bu ayeti iki meselede delil getirmişlerdir:

Birinci Mesele

Allahü teâlâ, babalarının günahları yüzünden, müşriklerin (küçük iken ölen) çocuklarına azab etmez. Çünkü onlar. Allah'ın kendilerinde olan hiçbir nimetini değiştirmemişlerdir ki, Allah da onların halini, nimetten azaba değiştirsin.

İkinci Mesele

Onlar (muhtemelen ehl-i sünnet'i kastederek) şöyle demişlerdir: "Ayet, Cebriye'nin şu şekildeki: "Kul, daha baliğ olur olmaz, ondan ileri gelen bir sebep olmaksızın, Allah onu saptırıp hidayetten mahrum bırakabilir. Bu ise, cezalandırmaktan daha müthiştir. Üstelik kulun tağyiri (bozması) da sözkonusu değildir" görüşünün yanlışlığına delildir.

Cevap: Ayetin zahiri, Allah'ın bu "değiştirme" meselesindeki fiilinin, kulun "değiştirme" fiilinden sonra olduğunu gösterir. Ama "Siz, Allah dilemedikçe, dileyemezsiniz" (insan, 76) ayeti, kulun fiilinin, Allah'ın fiilinden sonra olduğuna delâlet eder. Böylece sanki bir tearuz ortaya çıkmaktadır.

Cenâb-ı Hak, "Allah bir kavmin de fenalığını diledi mi, artık onun reddine hiç bir (çare) yok" buyurmuştur. Alimlerimiz, bu ayeti kulun fiillerinde bağımsız olmadığına delil getirerek şöyle demişlerdir: Çünkü kul, kâfir olduğunda, Allahü teâlâ'nın, o kulun dünyada ayıplanmaya, âhirette de cezaya müstehak olduğuna hükmedeceğinde şüphe yoktur. Binâenaleyh kul şayet imanı elde etmede bağımsız olsa idi, o zaman Allah'ın, kendisi hakkında irâde ettiği şeyleri reddetmeye de kadir olurdu. Bu durumda Hak teâlâ'nın, "Allah bir kavmin de fenalığını diledi mi, artık onun reddine hiç bir (çâre) yok" buyruğu geçersiz olmuş olurdu. Böylece önceki ayet, her nekadar Mu'tezile'nin görüşü lehine bir delil ihtiva ediyor gibiyse de, bu ayetin de bizim (ehl-i sünnet) mezhebinin doğruluğuna delâlet eden en kuvvetli delillerden biri olduğu sabit olur. Dahhâk, İbn Abbas (radıyallahü anh)'ın: "O mu'akkıb (takibçi melekler) hiçbirşeyi savuşturamaz" dediğini; Atâ da yine İbn Abbas (radıyallahü anh)'ın: "Allah'ın bununla, benim azabımı geriye çevirecek olan, benim hükmümü bozacak hiç bir şey yoktur" manasını kastetmiştir" dediğini rivayet etmiştir.

Cenâb-ı Hak, "Onlar için O'ndan başka bir veli de yoktur" yani,,Allah'ın dışında onlara veli olacak, Allah'ın kaza ve kaderini onlardan savuşturabilecek hiç kimse yoktur" buyurmuştur. Bu, "onların işlerini deruhte edecek ilâhî azabı onlardan defedecek bir sahib ve yardımcıları yoktur" demektir.

11 ﴿