14

"Hak da'vet ancak O'nundur. (Müşriklerin), O'ndan başka dua ettikleri ise, hiçbir şekilde kendilerine icabet etmez. Onlar ancak ağzına gelsin diye, suya doğru iki avucunu açan kimse gibidir ki, bu kimse asla ona ulaşamaz. Kâfirlerin duası kaybolup gitmeye mahkûmdur".

Bil ki, "Hak davet ancak O'nundur" buyruğu " "Hak davet ancak Allah'ındır, Allah'a aittir" demektir. Bu ifâde ile ilgili iki bahis vardır:

Birinci Bahis: Müfessirlerin. bu hususta birkaç görüşü vardır:

1) İkrime, İbn Abbas (radıyallahü anh)'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Hak davet (gerçek dua), "Lâilâhe illallah" sözüdür."

2) Hasan el-Basri'nin görüşüne göre, "Allah, haktır. O'nun duası, yani Ona yapılan duâ da haktır." Buna göre Hasan el-Basrî sanki şu manayı imâ ediyor:

Sadece Allah'a dua etmek, hak ve gerçektir."

3) Allah'a ibâdet etmek, hak ve sıdktır.

Bil ki hak, mevcûd olandır. Mevcûd olan şeyler de iki kısımdır:

1) Yok olmayı kabul eden (yok olabilecek olan) kısım ki, bunun bâtıl olması da mümkindir.

2) Yok olmayı kabul etmeyen kısım ki, bu kısmın bâtıl olması mümkin değildir. İşte gerçek hak budur. Zatı itibarı ile vâcibu'l-vücûd olan mevcûd (var) olduğu zaman, yokluğu kesinlikle kabul etmez (yani onun yok olması düşünülemez). Binâenaleyh mevcudat içinde "hak" olmaya en layık olan varlık O'dur ve "hak" olmaya en layık inanç ve zikir, O'nun var olduğuna inanmak, varlığını zikretmektir. Bu izah ile sabit olur ki, varlıklar içinde O'nun varlığı gerçek "hak"tır, inançlar içinde de O'nun varlığına inanç gerçek "hak'tır. O'nu medh-ü sena etmek, ulûhiyyetini ve kemâlini itiraf etmek ve zikretmek de, zikirler içinde gerçek "hak"tır. İşte bundan dolayı O, "Hak da'vet (dua, ibadet, çağrı, isim) ancak O'nundur" demiştir.

İkinci Bahis: Keşşaf sahibi şöyle demiştir: ' ifâdesi ile ilgili iki izah vardır:

1) "Da'vet" kelimesi "bâtıl"ın zıddı olan "hakk"a muzaf kılınmıştır. Nitekim bu manada "hak" lafzına, "kelimetü'l-hak" ifâdesinde "kelime" lafzı da muzaaf kılınmıştır. Bundan maksad, bu da'vetin "hak" olduğunu, batıllık emarelerinden tamamen uzak olduğunu anlatmaktır. Bu, birşeyi sıfatına izafe etmek (muzaf kılmak) çeşidinden bir izafedir.

2) "Allah" manasında olan "hak" kelimesine "da'vet"- muzaf kılınmıştır. Binâenaleyh bunun manası, "Hakka, yani duyan ve icabet eden Allah'a yapılmış olan da'vet (duâ)" şeklindedir. Hasan el-Basri'nin, "Hak, Allahü teâlâdır. O'na yapılan her duâ da hak duadır" dediği rivayet edilmiştir.

Kâfirlerin Duasının Sonucu

Daha sonra Cenâb-ı Hak, başkaduâ ettikleri şeyler ise" yani "Kâfirterin, Allah'ın dışında duâ ettikleri ilahlar ise, "hiçbir şekilde kendilerine icabet edemezler" yani" o kâfirlerin istedikleri şeylere ancak iki avucunu, kendisine su gelsin diye suya uzatmış kimseye, suyun icabet 'etmesi (karşılık vermesi) gibi icabet ederler" buyurmuştur. Su ise cansızdır, ellerini kendisine uzatan kimseyi, onun susuzluğunu ve ihtiyacını hissetmez, görmez, o kimseye karşılık vermeye ve onun ağzına kendiliğinden ulaşmaya kadir değildir. O kâfirlerin duâ ettikleri putlar da cansızdırlar, onların dualarını duyamaz, onlara karşılık veremez ve onlara fayda vermeye kadir değildirler. Denildi ki, onların putlarına yaptıkları dualarının faydasının az oluşu, iki avucu ile su içmek isteyip, parmaklarını açarak ellerini suya uzatan (daldıran), ama avucuna su gelmeyen, böylece de su içme fiiline ulaşamayan kimsenin haline benzetilmiştir. Zira parmaklarının arası açık olduğundan suyu tutmaz (ç.) Buradaki fiil tâ'lı olarak ted'ûne (duâ ettiğiniz) şeklinde; (......) ifâdesi de tenvinli olarak, şeklinde de okunmuştur.

Daha sonra Allahü teâlâ "Kâfirlerin duası kaybulup gitmeye mahkûmdur" buyurmuştur. Yani, "Boşa gitmiştir, hiçbir faydası yoktur. Çünkü onlar Allah'a duâ ederlerse, Allah onlara icabet etmez. İlahlarına (putlarına) duâ ederlerse de, putları icabet etmeye kadir olamaz" demektir.

Göklerde ve Yerde Bulunanların Allah'a Boyun Eğmesi

14 ﴿