6

"Biz Musa'yı, "kavmini karanlıklardan aydınlığa çıkar ve onlara, Allah'ın günlerini hatırlat" diye mucizelerle gönderdik. Şüphesiz ki bunda, çok sabreden ve çok şükreden herkes için ibretler bulunmaktadır. Hani Musa kavmine: "Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Çünkü O, sizi kötü azaba sürmekte olan, oğullarınızı boğazlamaya, kadınlarınızı diri bırakmaya devam eden Firavun hanedanından sizi kurtarmıştı ve bunda, Rabbinizden büyük bir imtihan vardır" demişti ".

Ayetle İlgili birkaç mesele vardır:

Birinci Mesele

Bil ki Allahü teâlâ, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'i insanlara. onları karanlıklardan nura çıkarması için gönderdiğin' beyan edip, O'nun gönderilmesinde gerek Hazret-i Peygambere. gerek O'nun kavmine olan nimetinin kemalini zikredince, bunun peşisıra, geçmiş kavimlere gönderilen diğer peygamberlerin bi'setini, ve o kavimlerin onlara karşı davranışlarını anlatmaya başlamış, böylece Hazret-i Peygambere, kavminin kendisine yapmış olduğu eziyetlere sabretmesini tavsiye ederek, onlarla nasıl konuşacağını ve onlara nasıl muamele edeceğini öğretmiştir. Binâenaleyh Cenâb-ı Hak, alışılmış olan adet üzere, bazı peygamberlerin kıssasını zikretmiş ve işe, Hazret-i Musa (aleyhisselâm)'nın kıssasıyla başlayarak "Biz Musa'yı (...) mucizelerle gönderdik" buyurmuştur.

Hazret-i Musa'nın Mucizeleri

Esamm şöyle demiştir: "Musa (aleyhisselâm)'nın mucizeleri, âsâ, yed-i beyzâ, çekirgeler, bitler, kurbağa, kan, denizin yarılması, taştan pınarların fışkırması, dağın gölgelik gibi kaldırılması ve gökten bıldırcın etiyle kudret helvası indirilmesidir."

Cübbâi "Allahü teâlâ Musa (aleyhisselâm)'yı. kavmi Benî İsrail'e ayetlerle göndermiştir. Bu ayetler, O'na bildirilen şeyler, O'na indirilen kitap ve O'na, dini kavmine açıklaması hususunun emredilmesidir" demiştir.

Ebu Müslim el-İsferainî ise, şöyle demiştir: "Allahü teâlâ, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) hakkında: "Bu bir kitapdır ki, insanları karanlıklardan aydınlığa çıkarman için onu sana indirdik" (ibrahim, 1) buyurmuştur.

Hazret-i Musa (aleyhisselâm) hakkında da, "kavmini karanlıklardan aydınlığa çıkar" diye Musa'yı peygamber olarak gönderdik" buyurmuştur. Bu ifâdenin maksadı, bi'setten gayenin, bütün peygamberler için aynı olduğunu; bunun da, peygamberlerin insanları, dalâlet karanlıklarından hidâyet nurlarına çıkarmaya gayret etmeleri olduğunu anlatmaktır.

İkinci Mesele

Zeccâc şöyle demiştir: "Ayetteki İ cümlesinden maksad "Kavmini çıkarasın diye" manasıdır. Buradaki en edatının, "yani" manasında olmak üzere "en-i müfessire" olması uygundur. Bu takdirde mana şöyle olur: "Andolsun ki biz Musa'yı ayetlerimizle..çıkar" diye gönderdik." Sanki şöyle denilmektedir: "Ona şöyle dedik: "Kavmini.... çıkar." Bunun bir benzeri de, "Onların elebaşlarından bir güruh, "yürüyün" diyerek kalkıp gittiler" (sâ'd, 6) ayetidir. Ayetin te'vili şöyledir: Onlara, "yürüyün" denilmiştir. Yine bu en edatının, haber için getirilen "en-i muhaffefe" olması da uygundur. Buna göre mana, "Andolsun ki biz Musa'yı kavmini dalaletten nura çıkarması için gönderdik" şeklindedir. Fakat bundaki bâ harf-i cerri hazfedilmiş ve en edatı doğrudan emir sığasına bitiştirilmiştir. Bunun bir benzeri de "Ona kalk diye yazdım, kalk diye emrettim" şeklindeki sözündür."

Allah'ın Günleri

Zeccâc, bu iki görüşü Sibeveyh'den nakletmiştir. Ayetteki "Ve onlara Allah'ın günlerini hatırlat" buyruğuna gelince, bil ki Allahü teâlâ Musa (aleyhisselâm)'ya bu ayette iki şeyi emretmiştir:

a) Kavmini küfrün karanlıklarından çıkarmasını.

b) Onlara, Allah'ın günlerini hatırlatmasını... Bu hususta iki mesele vardır:

Birinci Mesele

Vahidî şöyle demiştir: "Eyyam" kelimesi, "yevm" kelimesinin çoğuludur. "Yevm" kelimesi ise, güneşin doğumundan, batımına kadarki müddeti (gündüzü) gösterir.

"Eyyam"ın aslı, şeklinde idi, Bunda yâ ile vâv bir araya gelmiş ve birincisi, yani yâ harfi bir sükûn ile vâv'dan önce gelmiştir. Bundan dolayı biri diğerine idğâm edilmiş ve idğâmda da yâ harfi üstün gelmiştir.

İkinci Mesele

"Eyyam' (günler) kelimesi ile, o günlerde meydana gelmiş büyük hadiseler kastedilmiştir. Nitekim Arapça'da, Eyyam (Günler) ve Benî İsrail'in "Falanca Arapların eyyamını (günlerini) bilir" denilir. Vak'alan Bundan maksad, "Arapların belli başlı hadiselerindir. Nitekim darb-ı meselde de, "Bir gün gören, bir gün de görülür" denilmiştir. Bu, "Bir kimse bir günde başkasının maruz kaldığı felâket sebebiyle sevinçli görünürse, başka bir günde de kendisinin başına gelen felâketten ötürü hüzünlü görülür" demektir. Nitekim Cenâb-ı Hak: "işte öğünler... biz onları, insanlar arasında döndürür dururuz" (Al-i imran, 140) buyurmuştur. Bunu iyice anladığın zaman, bil ki ayetteki bu tabirin manası "sen onlara terğîb ve terhib (teşvik ve korkutma) ile, vaad ve va'îd ile öğüt ver" şeklinde olur. Terğîb ve vaad, onlara Allah'ın hem kendilerine, hem de kendilerinden önce yaşamış olan, geçmiş zamanda peygamberlere imân etmiş olan kimselere vermiş olduğu nimetleri hatırlatmasıdır. Terhîb ve va'îd (tehdid) ise, onlara Allah'ın azabını ve şiddetini, geçmiş ümmetlerden peygamberlerini yalanlayanlardan tıpkı Âd, Semud ve diğer kavimlerin başına gelen azablarda olduğu gibi intikam alışını hatırlatmasıdır. Ta ki onlar va'adlere arzu duyup tasdik etme (inanma) yoluna gitsin; va'idlerden de sakınıp yalanlamayı terketsinler. Bil ki Allahü teâlâ'nın Musa (aleyhisselâm) için olan "eyyamı" (günleri) arasında, İsrâiloğulları'nın Firavun'un zorbalığı ve kahrı altında bulunduğu günler olan, mihnet (sıkıntı) ve imtihan günleri ile, yine üzerlerine kudret helvası ile bıldırcın etinin indirildiği, denizin yarıldığı ve bulutun üzerlerine gölgelik yapıldığı, nimet ve rahatlık günleri bulunmaktadır.

Daha sonra Cenâb-ı Hak "Şüphesiz ki bunda çok sabreden ve çok şükreden herkes için ibretler bulunmaktadır" buyurmuştur. Bu, "Bu hatırlatma ve dikkat çekmede, çok sabreden ve çok şükreden kimseler için nice ibret alınacak şeyler vardır. Çünkü durum, ya bir mihnet ve imtihan hali, ya da bir atiyye ve bolluk hali olur. Eğer birinci durum olur ise, mü'min çok sabreder. İkinci hal söz konusu ise, o, çokşükredici olur" demektir. Bu ifadeler, mü'minin, her ânında mutlaka bu iki durumdan birisi üzere olması gerektiğine dikkat çekmektedir. Buna göre eğer zaman, onun gönlüne uygun ve arzusuna muvafık bir biçimde geçiyor ise, o, şükür ile meşgul olur; gönlüne uygun bir biçimde cereyan etmiyorsa, o zaman da sabırla meşgul olur.

İmdi, eğer: "Bu hatırlatmalar ve öğütler herkes için birer ibret vasıtasıdırlar. O halde daha niçin bunlar çok sabreden ve çok şükreden kimselere tahsis edilmiştir?" denilirse, biz deriz ki: Bu hususta birkaç izah yapılabilir:

1) Bu ayetlerden istifâde eden, bunlara itibar edenler o kimseler olduğu için, "(Bu Kur'ân) muttakiler için bir hidayet (vasıtasıdır)" (Bakara, 2), ve "Sen ancak O'ndan korkanı inzâr edicisin" (Naziât, 45) ayetinde de olduğu gibi, bunlar ancak o kimseler için bir ayet (bir ibret) olmuş olur.

2) Şöyle denilmesi de uzak bir ihtimal değildir: Hatırlatma ve öğüt vermenin bu çeşidinden yararlanmak, ancak sabreden ve şükreden kimseler için söz konusudur. Böyle olmayan kimseler, bu ayetlerden yararlanamaz.

Bil ki Allahü teâlâ, Musa (aleyhisselâm)'ya, kavmine Allah'ın günlerini hatırlatmasını emrettiğini zikredince, Hazret-i Musa'nın da onlara, bu günleri hatırlattığını bildirerek, "Hani Musa kavmine, "Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Çünkü O, sizi kötü azaba sürmekte olan... Firavun hanedanından sizi kurtarmıştı" buyurmuştur. Buradiki "Hani sizi kurtarmıştı" ifadesi, in'âm etmek manasındaki (......) kelimesinin zarfıdır, ona bağlıdır. Yani, "Allah'ın o zaman (bunu yapmakla) size olan nimetini hatırlayın" demektir. Geriye ayetle ilgili birkaç soru var:

Ayrı İşin Farklı Lafızlarla Anlatılması

Birinci Soru: Cenâb-ı Hak Bakara sûresinde (......) (Bakara, 49);A'râf sûresinde (aynı sadedde) (......) (öldürürler); bu ayette ise, atıf vâvı ile, (......) (boğazlarlar) şeklinde getirmiştir. Bunlar arasındaki fark nedir?

Cevap: Allahü teâlâ, Bakara sûresinde (Ayet. 49) vavsız olarak yüzebbihûn "Boğazlarlar" buyurmuştur. Çünkü bu ifâde, o ayetteki sûe'l-azab ifadesinin bir tefsiridir. Tefsir sadedinde gelen ifadenin başında atıf vâvının getirilmesi güzel olmaz. Nitekim sen şöyle dersin: "Bana kavim (insanlar) geldi, yani Zeyd ve Amr" Çünkü "Zeyd" ve "Amr" ile, "kavm" kelimesini tefsir etmek istedin. Bunun bir benzeri de, Cenâb-ı Hakk'ın "Kim bunlardan yaparsa, cezaya çarpar; Kıyamet günü azabı katlanır" (Furkan. 68-69) ayetidir. Bundaki (ceza) kelimesi, "azabın katlanması" şeklinde tefsir edildiği için, atıf vâvının zikredilmemesi gerekmiştir. Bu ayetteki bu ifadeye gelince, ifadesinin başına vâv getirilmiştir. Çünkü bunun manası, "Onlar İsrâiloğullarına hem boğazlama, ayrıca boğazlama olmayan başka kötü azablan yapıyorlardı" şeklindedir. Binâenaleyh bu ayette (ve boğazlıyorlardı) ifâdesi, bir başka çeşit işkenceyi ifâde etmekte olup, kendisinden önceki ifadenin tefsiri değildir.

Firavun'un Yaptığı İşkence, Rabden İmtihan Olur mu?

İkinci Soru: Firavun hanedanının yapmış olduğu iş nasıl onların Rablerinder gelen bir imtihan olmuş olur?

Buna iki şekilde cevap verilir.

a) Allahü teâlâ'nın, Firavun hanedanına bu işi yapma imkânı vermesi, Allah'dan yana bir imtihan olmuş olur.

b) Bu, Allah'ın onları kurtarmasına bir işarettir. Bu kurtarma da büyük bir imtihandır. Bela, "imtihan ile sınanmak" anlamındadır. Bu, bazan nimet ile bazan da mihnet ve sıkıntılarla olur. Hak teâlâ, "Biz sizi, fitne olarak hayırlar ile ve serler ile imtihan ederiz" (Enbiya. 35) buyurmuştur. Bu izah, daha uygundur. Çünkü, "Hani Musa, kavmine: "Allah'ın, üzerinizdeki nimetini hatırlayın" şeklindeki ayetin baş kısmına daha uygun düşmektedir.

Kadınları Hayatta Bırakıp Hizmetçi Edinmeleri

Üçüncü Soru: Farzedelim ki, oğulların boğazlanması bir imtihan olsun. Fakat kadınların hayatta bırakılması nasıl imtihan olur?

Cevap: Onlar, kadınları, kendilerini öldürmemelerine karşılık, hizmetçi olarak kullanıyorlardı. Yine Firavun hanedanının, o kadınları, kocalarından ayrı olarak sağ bırakmaları, onlara verilebilecek en büyük zarar idi.

6 ﴿