5"Biz hiçbir memleketi, onun malûm bir yazgısı olmaksızın helak etmedik. Hiçbir ümmet ne ecelinin önüne geçebilir, ne de onlar, (bunu) geciktirebilirler" Ayette ilgili birkaç mesele vardır: Bil ki Allahü teâlâ, "Bırak onlar, yesinler, faydalansınlar. Onlan, emel oyalayadursun. Onlar sonra bilip anlayacaklardır' (Hicr, 3) diyerek, Hazret-i Muhammed'i yalanlayanları daha önce tehdit edince, bunun peşisıra, bu tehdidi te'kid eden ifâdeyi getirerek, "Biz, hiçbir memleketi, onun helak ve azâb hususunda malûm bir yazgısı olmaksızın helak etmedik" buyurdu. Bu hususta ancak, takdim ve tehir olabilir. Eceli öne alınmış olanlara gelince, onların bu yazgıya göre helak olma zamanlan, acilen, hemen olmuş olur. Sona kalmış olanların, yazgıya göre helak olma zamanlan ise, geciktirilmiş olur. Bu ise, sakındırma ve tehdidin son noktasıdır. Bazıları da, bu ayette bahsedilen helak ile, Cenâb-ı Hakk'ın, Nûh, Hûd, ve diğer peygamberlerin kavimleriyle İlgili olarak da beyân buyurduğu gibi, yalanlayan ve inatçılık yapan, diretenler için indirmiş olduğu köklerini kazıma azabının murad edildiğini söylemişlerdir. Diğer bazıları da, bu helak ile, ölümlerinin kastedildiğini söylemişlerdir. Kâdî daha fazla tehdidi ifâde etmesinden dolayı, birincisinin doğruya daha yakın olduğunu söylemiştir. Böylece Allahü teâlâ, bir mühlet vermeye, aklı başında olan kimselerin aldanmamaları gerektiğini, çünkü azabın ertelenebileceğini; her ümmet için de, azabın inişinde öne geçmeyen, sona da kalmayan muayyen bir vaktin bulunduğunu beyân buyurmuştur. Diğer bir üçüncü grup da, ayette bahsedilen bu helak ile hem kökten imha azabının, hem de ölümlerinin birlikte kastedildiğini söylemişlerdir. Çünkü bunlardan her biri, helak olma bakımından birbirine ortaktırlar. Binâenaleyh lafzı, bu iki kısmın birden dahil olabileceği ortak bir manaya hamletmek gerekir. Ferrâ şöyle demiştir: ifâdesinde vâv getirilmemiş olsaydı da, doğru olurdu. Bu, nitekim bir başka ayette, yani "Biz hiçbir memleketi, ona öğüt vermek üzere inzâr ediciler olmadıkça helak etmedik" (Şuarâ, 208) ayetinde de böyledir. Bu senin tıpkı, "Gördüğüm herkes üzerinde bir elbise vardır" demen gibidir. Sen istersen, da diyebilirsin." Cenab-ı Hakk'ın "Hiçbir ümmet, ne ecelinin önüne geçebilir, ne de onlar (bunu) geciktirebilirler" ifâdesine gelince, bununla ilgili birkaç mesele vardır: Vahidî şöyle demektedir: "Ayetteki ümmet kelimesinin başında bulunan ma te'kid için getirilmiş, min-i zâide'dir. Bu senin tıpkı, "Bana, hiç kimse gelmedi" aemen gibidir." Başkaları ise, "Hayır, bu zâid değildir. Zira bu, ba'ziyyet ifâde eder. vani "bu hüküm, bu hakikatin kısımlarından bazısında tahakkuk etmesi" demektir" demişlerdir. Böylece bu, nefyin umumîliğini ifâde etme hususunda kuvvetli olmuş riur. Sahibu'n-Nazm şöyle demektedir: "Eğer fiili bir şahıs hakkında kullanılıyorsa (yani mef'ûlü şahıs ise), bunun manası, "onu geçti, onu geride bıraktı" şeklindedir. Bu -eselâ senin tıpkı, "Zeyd, Amr'ı geçti" demen gibidir. Yani, "o onu geçti, arkasında oraktı" demektir ki, bu da, "Amr, ona yetişemedi, ona ulaşamadı" demektir. Ama bir fiilin mef'ûlü zaman olursa, o zaman mana bunun tersi olur. Bu da meselâ senin, demen gibidir ki bu, "Falanca, şu zaman gelmeden önce çekip gitti. O, o zamana yetişemedi" demektir. Buna göre Cenâb-ı Hakk'ın, (......) buyruğunun manası, "Bu ecel ne o zamandan önce, ne de ondan sonra tahakkuk etmez. Tam aksine, tam zamanında tahakkuk eder" demektir. Bunun sebebi şudur: Herhangi bir hadisenin ondan önce veya sonraki bir zamana değil de, kendi muayyen zamanına tahsis edilmiş olması, herhangi bir müreccih ve herhangi bir muhassis olmadan, tesadüfi bir yolla olmuş değildir. Çünkü, mümkün olan varlığın iki tarafından birisinin diğerine herhangi bir müreccih olmadan baskın çıkması imkânsızdır. Onun meydana gelmesi o belirli zamana tahsis edildi. Çünkü âlemin ilahı onu o belirli zamana tahsis etmiştir. Durum böyle olunca ilah'ın kudret ve iradesi, bu tahsisi gerektirmiş, ilim ve hikmeti, bu tahsisin o belirli zamanda imasına taalluk etmiştir. Allah'ın kudret, irâde, ilim ve hikmet sıfatlarının değişmesi imkânsız olduğuna göre, bu tahsisin de değişmesi imkansız olur. Bunu iyice anladığında biz diyoruz ki: Bu delil, aynen kulların fiilleri hususunda da söz konusudur. Ben bu sözümle, meselâ Zeyd'den sâdır olan iman ve taat ile, Amr'dan sâdır olan küfür ve günahı kastediyorum. Binâenaleyh bu işlerde değişikliğin olması da imkansızdır. Eğer onlar, "Bu, Zeyd ve Amr'den o iman ve küfrün meydana gelmesini gerektiren şey, şayet Allah'ın kudreti ve meşîeti olursa, ancak o zaman söz konusu olur. Ama biz bunu gerektiren şeyin, Zeyd ve Amr'in kudreti ve meşîeti (iradeleri) olduğunu söylersek, bu delil düşer" derlerse, biz deriz ki: Zeyd ve Amr'in kudret ve iradeleri, eğer o belli fiili gerektirmiş ise, o fiili gerektiren o kudret ve iradenin yaratıcısı, bizzat o fiili yaratmaya da kadirdir. Binâenaleyh Mutezile'yi ilzam eden aynı şey, yine söz konusudur. Yok eğer Zeyd ve Amr'in kudret ve meşietleri (iradeleri) o fiili gerektirmemiş, aksine onların kudret ve iradeleri, hem o fiile, hem de onun zıddına elverişli ise, bu iki taraftan birinin diğerine baskın çıkması, bir müreccihten ötürü olmuş olmaz. Böylece de iş, bu tahsis işinin, herhangi bir tahsis edici olmaksızın meydana gelmesi neticesine varır ki, bu yanlıştır. Yok eğer bu bir tahsis edenden ötürü meydana gelmiş ise ve o tahsis eden de kul ise, mesele aynen geri döner ve böylece teselsül gerekir. Yok eğer o tahsis edici, Allahü teâlâ ise, o zaman konu, kulun fiilinin ancak Allah'ın tahsisi ile belirlendiği neticesine varır ki, işte ancak böyle olursa ilzam söz konusu olmaz. Ayet, ölen veya öldürülen herkesin ancak eceliyle öldüğüne delâlet eder. Öldürülen kimsenin eceli gelmeden öldürülmüş olduğunu söyleyenler hatadadırlar. Eğer onlar, "Bu istidlal, ancak biz ayetteki, "helak etmedik" ifâdesini, ölüm manasına alırsak tam olur. Fakat biz bunu, "kökü kazıma azabı verdik" manasına alırsak, bu istidlal nasıl olabilir?" derlerse, biz deriz ki: Bu helak ifadesinin altına, ölüm ya dahildir, ya değildir. Eğer dâhil ise, bu istidlal açıktır ve gereklidir; yok değil ise, deriz ki: Kökü kazıma azabında gerekli olan, o belli vaktinden önceye veya sonraya geçmeme işi, ölümde de söz konusudur. Binâenaleyh ölüm için de aynı şeyi söylemek gerekir. Allah en iyi bilendir. |
﴾ 5 ﴿