8

"Dediler ki: "Ey kendisine zikr (kitap) indirilen, sen kesinlikte mecnunsun. Eğer doğru söyleyenlerden isen, bize melekleri getirseydin ya." Biz o melekleri hak olmaksızın indirmeyiz, O zaman da kendilerine mühlet verilmez".

Bil ki Allahü teâlâ, kâfirleri iyice tehdit edince, bunun peşi sıra, Hazret-i Peygamber'in nübüvvetini inkâr hususundaki şüphelerini zikretti:

Hazret-i Peygamberin Mecnun Olduğu İddiası

Birinci şüpheleri şudur: Onlar, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in mecnûn olduğuna hükmediyorlardı. Bunda birkaç ihtimal bulunmaktadır.

1) Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in üzerinde, vahyin indiği esnada baygınlığa benzer bir hal görülüyordu. Bundan dolayı onlar da, O'nun mecnun olduğunu zannettiler. Bunun delili, Cenâb-ı Hakk'ın, "ve o, muhakkak ki bir mecnundur" der. O ancak. alemler için şereften başka bir şey değildir" (Kalem, 51-52) ve "onlar hiç düşünmediler mi ki kendilerinin sahibinde delilikten hiç bir (eser) yoktur" (A'raf, 184) ayetleridir.

2) O kâfirler, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, Allah katından gelen hak bir peygamber olmasını akıldan uzak görüyorlardı. Binâenaleyh, biri bir başkasından ihtimal vermediği bir söz işittiğinde, onun söylediği şeyin, aklın yoluna uzak olmasından dolayı bazan ona "Bu delilik!.. Sen mecnûnsun" der. Ayetteki, "Sen kesinlikle mecnunsun" ifâdesi, bu iki manaya da gelebilir.

Ayetteki "Ey kendisine zikr (kitab) indirilen, sen kesinlikle mecnûsun" ifadesiyle ilgili iki izah bulunmaktadır:

1) Onlar bu sözü, Firavun'un, "Muhakkak ki size gönderilen peygamberiniz, bir mecnûndur" (Şuârâ. 27) demesi, Şuayb (aleyhisselâm)'in kavminin "Çünkü sen, muhakkak ki sen, yumuşak huylu ve aklı başında (bir adam)sın" (Hûd. 87) demelerinde ve Cenâb-ı Allah'ın, azâbla müjdelemek imkânsız olduğu halde, "Onları, elîm bir azâbla müjdele"(Al-i İmran, 21) buyurmasında olduğu gibi, istihza üslubuyla söylemişlerdir.

2) Bu, "Ey, iddiasına ve inancına göre; ashabının ve kendisine uyanların zannına göre, kendisine zikir, kitap indirilen kimse" manasındadır.

Peygamberin Meleklerden Olması Gerektiği İddiaları

Allahü teâlâ sonra, o kâfirlerin şüphelerini izah etmek için şöyle dediklerini nakleder: "Eğer doğru söyleyenlerden isen, bize melekleri getirseydin ya..." Bu ifâdeyle ilgili iki mesele vardır:

Birinci Mesele

Bundan maksat şudur: "Eğer sen peygamberlik iddianda doğru ve sadık isen, bize, iddia ettiğin risalet hususunda senin doğruluğuna şehâdet edecek melekler getir. Çünkü, hakîm bir peygamber, bir şeyi elde etmeye yöneldiğinde, bir tarafta onu kesin olarak bu maksadı elde etmeye ulaştıracak bir yol, diğer tarafta da, bazan ulaştıracak bazan da ulaştırmayacak başka bir yol olduğunda ve yol da şek ve şüpheler ortasında bulunduğunda, eğer o hakîm zât o maksadını elde etmek isterse, hiç şüphesiz onu ikinci yotla değit de birinci yolla elde etmeye yönelir. Onu tasdik edecek ve onun sözünü doğrulayacak melekleri indirmek, bu maksadı kati olarak gerçekleştirmeye götüren yoldur. Onun peygamberliğinin doğruluğunu ortaya koyan yol ise, şek ve şüpheler ortasında, mahallinde bulunan bir yoldur. Binâenaleyh, eğer sen nübüvvet iddianda doğru isen, Allah'ın hikmetine göre, senin doğruluğunu ve sıdkını açıkça söyleyen melekler indirilmesi gerekir. Sen bunu yapmadığına göre, sende peygamberlikten hiçbir şey olmadığını anlıyoruz." İşte, bu şüphenin izahı budur. Bunun bir benzeri de, En'am süresindeki, "Ona, bir melek gönderilmeli değil miydi? dediler. Eğer biz bir melek gönderseydik, elbette iş bitirilmiş olurdu" (En'âm, 8) ifadedir.

Burada, şöyle başka bir ihtimal daha var: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), eğer buna inanmazlarsa, onları, başlarına azabın gelmesiyle korkutuyordu. Onlar da, azabın inmesini istiyor ve ona, "Senin ve bizim başımıza vaadolunan o azabı indirecek olan melekler getirsen ya bize!" diyorlardı. İşte Cenâb-ı Hakk'ın, "Senden azabı çarçabuk (getirmeni) isterler. Eğer tayin edilmiş bir vakit olmasaydı o, elbette onlara gelip çatmıştı" (Ankebût, 53) buyurmakla kasdetmiş olduğu mana budur.

Sonra Cenab-ı Allah onların bu şüphelerine, "Biz o melekleri hak olmaksızın indirmeyiz. O zaman da kendilerine mühlet verilmez" diyerek cevap vermiştir. Biz deriz ki: "Bize melekleri getirseydin ya" ifâdesinden maksat birinci mana ise, bu cevâbın izahı şu şekilde olur: "Meleklerin indirilmesi, ancak hak ile ve bir fayda hasıl olacağ: zaman olur. Allahü teâlâ, bu kâfirlerin halinden, onlara melekler indirse bile, onların küfür üzerinde ısrar edeceklerini bilmiştir." Bu izaha göre, meleklerin indirilmesi boşuna ve abes olmuş olur; doğru ve isabetli, hak bir iş olmaz. İşte bundan dolayı Cenab-ı Hak, melekler indirmemiştir. Bazı müfessirler, "Buradaki "hak"dan murad, ölümdür" demişlerdir. Buna göre ayetin manası "O melekler, ancak ölüm ve kökten imha azabını getirirler. Onların inmesinden sonra, ne bir mühlet ne de süre tanıma söz konusudur!. Biz ise, bu ümmetin başına, köklerini kazıyacak olan bir azabın gelmesini dilemiyoruz. İşte bundan dolayı da melekleri indirmedik" şeklinde olur.

Ama, "bize melekleri getirseydin ya" ifâdesinden maksad, kâfirlerin, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in onları tehdit edip durduğu azâbın hemen üzerlerine inmesini istemeleri manası olursa, bu cevâbın izahı o zaman şöyle olur: "Melekler ancak, kökten imha azabını getirirler. Biz ise, ümmet-i Muhammed'e bunu vermemeye ve onların bir kısmıyla geriye evlâdlarının iman edeceğini bildiğimiz için, onlara bir mühlet tanımaya hükmettik.

İkinci Mesele

Ferrâ ve Zeccâc " manasında olan iki ayrı kullanıştır. Haber ve istifham cümlelerinde kullanılır.

Haber cümlesinde kullanılışı senin, "Sen olmasaydın, ben şöyle şöyle yapacaktım" demen gibidir. Cenâb-ı Hakk'ın, "Siz olmasaydınız, muhakkak ki biz mü'minlerden olmuştuk" (Sebe. 31) ayeti de böyledir. İstifham cümlesinin başına gelmesi, "Ona bir melek gönderilmeli değil miydi?" (En'âm. 8) ayetiyle, tefsir ettiğimiz bu ayette olduğu gibidir" demişlerdir. Ferrâ, Lev mâdaki mim, Lev ladaki lama bedeldir. Bunun bir benzeri de aynı manada olan, "istila etti" filleridir" demiştir. Esmaî, "Onunla arkadaş ve dost oldum"manasında "arkadaşım" manasında da denildiğini nakletmiştir.

Üçüncü Mesele

Ayetteki (......) cümlesindeki fiili Hamza, Kisaî ve Asım'ın ravisi Hafs, nun, zâlin kesresi ve şedde ile nunezzilu şeklinde, melaike kelimesini de, mef'ûlün bih sarih olduğu için, mansub olarak el-melaikete şeklinde okumuşlardır. Melekleri indiren ise, Allahü teâlâ'dır. Asım'ın ravisi Ebu Bekr ise, fiili, meçhul sîğa ile yunezzelu; el-metaiketu kelimesini de merfû olarak okumuştur. Diğer kıraat imamları da, inme işini meleklere isnâd ederek tenzilu şeklinde okumuşlardır. Allah en iyisini bilendir.

Kelimesinin İzahı

Cenab-ı Hakk'ın, "kendilerine mühlet verilmez" ifâdesinin manası, "Eğer melekler indirilirse, onlara zaman yani mühlet tanınmaz. Çünkü, meleklerin inmesi ile, mükellefiyet sona erer" şeklindedir. en-Nazm adlı eserin sahibi şöyle demiştir: (......) kelimesi, iki kelimeden meydana gelir: Birincisi, (......) edatıdır. Bu, (zaman) ifade eden bir kelimedir. Baksana sen, "Sen bana geldiğinde ben de sana geldim... dersin. Sonra, buna (......) edatı ilâve edilmiş ve (......) olmuştur. Sonra Araplar, hemzeyi ağır bularak hazfetmişler, böylece de kelime (......) olmuştur. (......) lafzının gelmesi, kendisinden sonra, mahzuf bir fiilin olduğuna delildir. Binâenaleyh ayetin takdiri, "Onların istedikleri şey olduğu zaman, onlara mühlet tanınmaz" şeklindedir." Bu güzel bir izahtır.

8 ﴿