27

"Andolsun, biz insanı kuru bir çamurdan, suretlenmiş bir balçıktan yarattık. Cânnı da, daha önce çok zehirleyici ateşten yarattık".

Ayetle ilgili birkaç mesele vardır:

Birinci Mesele

Bil ki bu, tevhidin delillerinin yedincisidir. Allahü teâlâ, geçen ayette, tevhidin doğruluğuna, canlıları yaratmasını delil getirince, bunun peşinden de, aynı şeye, insanı yaratmasını delil getirmiştir.

İkinci Mesele

Kesin delillerle, başlangıcı olmayan hadiseler olduğunu söylemenin imkânsız olduğu sabit olmuştur. Bu sabit olunca, bütün hadiselerin, onların ilki, başlangıcı olan bir başlangıç hadisesine varıp dayanması gerektiği ortaya çıkar. Durum böyle olunca, insanların da, kendilerinin ilki olan bir insana dayanması gerekir. Bu böyle olunca, o ilk insan, bir ana-babadan yaratılmamış; aksine, hiç şüphesiz, Allah'ın kudretiyle var olmuş olur. İşte, "Andolsun, biz insanı... yarattık" buyruğu o ilk insana işarettir. Müfesirler, bundan maksadın Hazret-i Adem (aleyhisselâm) olduğu hususunda icmâ etmişlerdir.

Hazret-i Âdem'den Önce Âdemler Bulundu mu?

Şia'nın kitaplarında Muhammed İbn Ali el-Bakır (radıyallahü anh)'ın şöyle dediği nakledilmiştir: "Babamız olan Adem'den önce, bir milyon, veya daha çok Adem bulunuyordu." Ben derim ki: "Bu, âlemin hadis olmasını zedelemez. Aksine, nasıl olursa olsun, mutlaka, insanların ilki olan bir insana varılıp dayanılması gerekir. Ama, bu insanın, atamız Adem olmasına gelince, bunu isbât etmenin yolu, ancak rivayettir. Bil ki, cisim muhdestir (sonradan meydana gelmedir). Binâenaleyh, Adem (aleyhisselâm)'in ve diğer cisimlerin, sırf yokluktan yaratılmış olduklarını kesin olarak söylemek gerekir.

İnsanın Çamurdan Yaratılması

Yine, Cenâb-ı Allah'ın, "Muhakkak ki İsa'nın hali de, Allah katında, Adem'in hali gibidir" (al-i imrân, 59) ayeti de, Hazret-i Adem (aleyhisselâm)'in topraktan; "Ben muhakkak çamurdan bir insan yaratacağım" (Sad, 71) ayeti de, onun çamurdan yaratıldığına delâlet etmektedir. Bu ayette ise, Hazret-i Adem'in katı bir çamurdan, suretlenmiş bir balçıktan yaratılmış olduğundan bahsedilmektedir. Bunun doğruya en yakın izahı şudur: Allah onu önce topraktan, sonra çamurdan, sonra suretlenmiş balçıktan, sonra da çömlek gibi çınlayan kupkuru bir balçıktan yarattı. Şüphe yok ki, Cenâb-ı Hak onu, hangisi olursa olsun, herhangi bir cisimden yaratmaya kadirdir. Hatta onu, doğrudan doğruya, herhangi bir maddeden olmaksızın yaratmaya da kadirdir. Ama onu, ya sırf meşîetinden dolayı yahut da onda meleklere yönelik olan delâletten, onların maslahatlarından ve cinlerin menfaatlarından dolayı bu şekilde yaratmıştır. Çünkü insanın, bu şeylerden yaratılması, bir şeyin kendi şeklinden ve cinsinden olan bir şeyden yaratılmasından daha hayranlık uyandırır.

"Salsal" Kelimesinin İzahı

Ayetteki salsal kelimesi hakkında iki görüş bulunmaktadır:

1) "Salsâl" kelimesinin, ses veren kuru çamur olduğu söylenmiştir.. Bu çamur, pişmemiştir; piştiği zaman ise, buna fehhâr (çömlek gibi, takır takır ses veren) denilir. Alimler şöyle demişlerdir: O kuru çamura vurulduğunda, duyduğun ses uzun olursa, buna "salîl" ismi verilir; ama bu seste, bir dalgalanma ve çınlama bulunursa, buna da "salsala" ismi verilir. Mûfessirler şöyle demişlerdir: "Allah, Adem (aleyhisselâm)'i çamurdan yaratmış, ona şekil vermiş ve onu kırk sene güneşin altında bırakmıştır. Böylece o, tuğla gibi olan, çın çın öten bir hale gelmiştir. (Meleklerden) hiçbiri, bununla ne olacağını bilememiş, ona rûh üfürülünceye kadar da, ona benzeyen hiçbir şekil ve biçim görmemişlerdir." Sözün gerçeği ise şudur:

Allah, Hazret-i Adem'i insan suretinde çamurdan yarattı ve o çamur heykel kurudu. "Öyle ki, ona rügzâr vurduğunda, ondan bir "salsala" bir çınlama sesi duyuluyordu. İşte bundan dolayı Allahü teâlâ onu "salsal" diye isimlendirdi.

2) "Salsal" kelimesi, "kokan, bozulmuş olan" anlamındadır. Bu, Arapların et bozulup koktuğu zaman söyledikleri deyimlerinden alınmadır. Bu görüş bence zayıftır. Çünkü Allahü teâlâ "kuru bir çamurdan, suretlenmiş bir balçıktan' buyurmuştur. Bunun, "hame-i mesnûn, suretlenmiş bir balçık" oluşu, zaten bir kokuşmaya ve bozulmaya delâlet etmektedir. Ayetin zahiri de, bu salsal'ın kuru çamurun, o hame-i mesnûn'dan hasıl olduğuna delâlet eder. Binâenaleyh onun kurumuş çamur oluşunun, suretlenmiş bir balçık oluşundan farklı bir şey olması gerekir. Eğer onun "salsal" oluşu, bozulma ve kokuşma anlamından ibaret olsaydı, salsal oluşu ile hame-i mesnûn oluşu arasında bir fark bulunmamış olurdu.

Hame" Ne Demektir?

el- Hame'u kelimesine gelince,Leys (......) kelimesi, fa'letun vezninde olup, çoğulu el-Hameu' dür. Ve bu kelime, siyah, kokuşmuş çamur anlamındadır" demiştir. Ebu Ubeyde ve ekseri alimler: "Ham'e" kelimesi, mantar anlamına gelen el-kemetu" veznindedir demişlerdir.

Mesnûn Kelimesinin İzahı

Mesnûn kelimesiyle ilgili birkaç görüş bulunmaktadır:

1) İbnu's-Sikkît "Ebu Amr'ın, "mesnûn" kelimesinin değişen, tegayyür eden şey" manasında olduğunu söylediğini işittim" demiştir. Ebu'l-Heysem, "Su değişti ile bozuldu" manasında, "Senne'l-mâu fehüve mesnûnun" denilir. Bunun delili Cenâb-ı Hakk'ın, "Bozulmadı" (Bakara. 259) ayetidir.

2) "Mesnûn" kelimesi "kazanılmış, hakedilmiş" anlamındadır. Bu, "Taşın üzerine sürttüm manasına gelen "Senentu'l-hacere" ifâdesinden alınmadır. Sürtülen şeyle o taş arasından çıkan şeye de, "es- senenü" denilir. Bileği taşına da üzerinde demir bileğilendiği, sürtüldüğü için, "el-mi'sennü" denilir.

3) Zeccâç: "Bu lafız. "Yolun eskimesi (sünenü't-tarîk) anlamında vazolunmuş olan kelimeden alınmıştır. Çünkü o, ne zaman böyle olursa, değişir, tegâyyur eder" demiştir.

4) Ebu Ubeyde şöyle demiştir: "el-Mesnûn", "akıtılmış" anlamındadır. es-Sennü ve es-Sabbu kelimeleri aynı manadadır. Arapça'da "yüzüne su akıttı, döktü" manasında, "Senne'l-mâe alâ vechihî sennen" denilir.

5) Sîbeveyh şöyle demiştir: "Mesnûn, yüzün şekli ve sureti manasında olan "Sünnetu'l-vech" ifâdesinden olmak üzere, "bir suret ve şekil üzere süratlenmiş, şekillendirilmiş" anlamındadır.

6) İbn Abbas'ın, "Mesnûn, yaş çamurdur" dediği rivayet edilmiştir ki, bu Ebu Ubeyde'nin görüşüne dönmüş olur. Çünkü o yaş olunca, yerin üzerinde akar ve yayılır. Böylece de, "akıtılmış, dökülmüş" anlamında "mesnûn" olmuş olur.

Cann Kimdir

Cenâb-ı Hakk'ın, buyruğunda geçen cânnın kim olduğu hususunda müfessirler ihtilâf etmişlerdir. Atâ, İbn Abbas'dan rivayet ederek, "Allah bununla iblisi kastetmiştir" der. Hasan el-Basrî, Mukâtil ve Katâde'nin görüşü de budur. İbn Abbas, başka bir rivayette: "Cânn, cinlerin babasıdır, atâsıdır" demiştir ki, bu aynı zamanda, ekseri müfessirlerin görüşüdür. Ona, gözlere görünmediği için "cânn, gizlenmiş" denilmektedir. Nitekim cenine de, bundan dolayı cenin denilmiştir. Çünkü o, anasının karnında gizli ve örtülüdür. "Cânn" lügatte "gizleyen" anlamındadır. Ve "Cenne'ş-şey'e (bir şeyi gizledi) tabirinden alınmadır. Burada zikredilen "cânn'ın, kendisini insanların gözlerinden gizlediği için, bu ismi almış olması muhtemeldir. Yahut bu kelimemin, kendisiyle ism-i mef'ûl manası murad edilen ism-i fail vezninde bir kelime olması da caizdir. Nitekim ismi mef'ûl manasında, "sütlü, sağılan" manasında, "Lâbin"; "hurmalı, hurması bol" masında "Tamir"; "fışkırtılmış su" manasında ve "hoşnut olunmuş yaşantı, hayat" anlamında denilir.

Alimler, cinler hakkında ihtilâf etmişler, onlardan bazıları, "cinler, şeytanların dışında olan başka bir cinstir" demişlerdir. En doğru görüşe göre, şeytanlar, cinlerin bir bölümüdür. Binâenaleyh, cinlerden her mümin olan, şeytan diye isimlendirilemez. "Şeytan", onlardan kâfir olan her bir cinne isim olarak verilir. Bunun doğruluğunun delili şudur: Cin lafzı, gizlenme manasına gelen kelimeden türemiştir. Binâenaleyh, böyle olan her şey, cinlerden olmuş olur.

Cinlerin İnsanlardan Önce Yaratılması

Cenâb-ı Hak, "daha önce de.. onu yarattı" buyurmuştur. İbn Abbas, "Allahü teâlâ, bununla, "Adem'in yaratılmasından önce" manasını murad etmiştir.

Semûm Tabiri

Ayetteki "çok zehirleyici ateşten" deyimindeki "semûm kelimesi Arapça'da, çoğu zaman gündüz, ama bazan da gece olan yakıcı rüzgâr anlamındadır. Buna göre, bu sıcak rüzgârda ateş hararetiyle yüzü yalama ve duman bulunmaktadır. Nitekim, hadiste varid olduğuna göre bu, cehennemin alevleriyle insanı yalamasıdır. Bunun, çok ince ve şeffâf, lâtif olduğu için bedendeki gözeneklere, mesamata girmesi sebebiyle "semûm" diye isimlendirildiği de söylenilmiştir. Mesamat, insanın cildinde bulunan ve kendisinde ter ve karındaki nemin çıkmış olduğu görünmeyen gözeneklerdir. İbn Mesûd: "Bu semûm, Allahü teâlâ'nın, kendisiyle 'cânn"ı yaratmış olduğu semûmun yetmiş cüz'ûnden birisidir" demiş ve bu ayeti okumuştur.

Eğer, "cânn'ın ateşten yaratılmış olması nasıl düşünülebilir?" denilirse, deriz ki: Bu bizim mezhebimize göre, açıktır ve zahirdir. Çünkü bize göre, bir hayatın olabilmesi için bir bünyenin, maddi bir vücudun olması şart değildir. Çünkü Allah "cevher-i ferdde" de, hayat ve ilmi yaratmaya muktedirdir. Aynı şekilde, sıcak bir cisimde hayat ve aklı yaratmaya kadirdir.

Gök Cisimlerinde Hayat

Bazıları, yıldızlarda hayatın meydana gelmesinin imkânsız olduğuna dair istidlalde bulunmuşlar ve şöyle demişlerdir: "Çünkü güneş, son derece sıcaktır. Böyle olan bir şeyde ise, hayatın meydana gelmesi imkânsızdır." Biz onların bu görüşünü "Cannı da daha önce çok zehirleyici ateşten yarattık" ayetiyle çürütüyoruz. Aksine yıldızlarda hayatın bulunmadığı hususunda kendisine itimad edilecek şey, icmâdır.

Hazret-i Âdem'in Yaratılması

27 ﴿