41

"O dedi ki: "Ya Rabbi, öyle ise bana insanların kabirlerinden kaldırılacakları güne kadar mühlet ver." Allah da buyurdu ki: "O halde sen, ma'lum o zamanın gününe kadar, mühlet verilenlerdensin." Şeytan, "Ya Rabbi, beni azdırmana mukabil, yemin olsun ki, ben de yeryüzünde, onların mâsiyetlerini, mutlaka onlara süslü göstereceğim. Onların hepsini mutlaka azdıracağım. Ancak onlardan, muhlis kulların müstesna" dedi. (Allah da) buyurdu ki: "işte bu, bana göre dosdoğru olan bir yoldur".

Bu ayetle ilgili birkaç mesele vardir:

Şeytan'ın Mühlet İstemesi

Ayetteki, "Bana mühlet ver" sözü, kendinden önceki ifâdelerle alakalı olup, takdiri: "Sen beni Kıyamete kadar, mel'ûn ve racîm (kovulmuş) kıldığına göre, bana mühlet ver" şeklindedir. Böylece İblis, ahiretten ümidini tamamen kesince, Allah'dan, kendisini Kıyamete kadar bâki bırakmasını istemiştir. Çünkü ayetteki, "kabirlerinden kaldırılacakları güne kadar" ifadesi ile, öldükten sonraki haşr ve neşr (yani diriliş) günü kastedilmiştir. O gün ise, Kıyamet günüdür.

Cenâb-ı Hak, "O halde sen, malûm o zamanın gününe kadar, mühlet verilenlerdensin" buyurmuştur. Bil ki iblis, kendisine Kıyamet ve diriliş gününe kadar mühlet istemiştir. Bundan maksadı hiç ölmemektir. Çünkü Kıyametten önce ölmeyince, Kıyametten sonra artık hiç kimsenin ölmeyeceği açıktır. Dolayısıyla da, kendisinin böylece hiç ölmemesi gerekecektir. Fakat Cenâb-ı Hak, ona bu isteğini vermeyerek, "Sen, ma'lûm o zamanın gününe kadar mühlet verilenlerdensin" buyurmuştur.

Malum Vadeye Kadar Mühlet

Alimler, o ma'lum vakit ile neyin murad edildiği hususunda şu değişik görüşleri söylemişlerdir:

1) Ma'lum o zamanın gününden murad, bütün canlıların öleceği, sûra ilk üfleniş zamanıdır. Buna "ma'lum o zaman' denilmiştir. Çünkü bütün canlıların o günde öleceği malumdur. Cenâb-ı Hakk'ın o günü, böyle ifâde etmesinin sebebinin şu olduğu söylenmiştir: Çünkü o vakti ancak Allah bilir. Nitekim Hak teâlâ, "De ki: "Onun (vaktinin) ilmi, ancak Rabbimin nezdindedir. Onun vaktini O'ndan başkası açıklayamaz" (A'raf, 187) ve "O kıyametin ilmi, şüphesiz ki Allah'ın nezdindedir" (Lokman, 34) buyurmuştur.

2) O ma'lum vakitten maksad, İblis'in istediği ve söylediği, "insanların kabirlerinden kaldırılacakları gün"dür. Allahü teâlâ bu güne, "ma'lum o zamanın günü" dedi, çünkü İblis, bunu (mühlet günü) olarak tayin edip belirleyince, sanki ma'lum (belli) bir gün gibi oldu.

Şeytanın Ölümü

İmdi, eğer "Cenâb-ı Hak, şeytanın o isteğine icabet edince, şeytanın hem Kıyamete kadar, hem de Kıyametten sonra ölmemesi gerekir. Böylece de ondan ölümün tamamen uzaklaştırılmış olması gerekir?" denilirse, biz deriz ki: Ayetteki, "Kabirlerinden kaldırılacakları güne kadar" tabiri, "diriltilecekleri o güne yakın bir zamana kadar" manasına hamledilir. Bütün mükelleflerin öleceği vakit ise, diriltilecekleri güne yakındır. Bu izaha göre, bu sözün neticesi de birinci izaha varıp dayanır.

3) "Malum o zamanın günü" tabiri ile, ancak vaktini Allah'ın bildiği bir gün kastedilmiştir, Kıyamet günü kastedilmemiştir. Buna göre eğer, "mükellefin, kendisinin ne zaman öleceğini bilmesi caiz değildir. Çünkü bunda onu isyana-suça teşvik vardır. Allah'ın böyle yapması ise caiz olmaz" denilirse, buna şöyle cevap verilir: "Bu ilzam (susturma), ancak Kıyamet gününün vakti, mükellefçe bilindiği zaman söz konusu olur. Fakat mükellef, Allahü teâlâ'nın kendisine Kıyamete kadar mühlet verdiğini bilip, Kıyametin ne zaman kopacağını kendisine bildirmediğini anlayınca, bundan onu suça teşvik manası çıkmaz.

Bu cevaba karşılık da şöyle denilmiştir: Mükellef Kıyametin ne zaman kopacağını kesin ve net olarak bilmese bile, bir nebze de olsa, Hazret-i Adem (aleyhisselâm)'in yaratıldığı vakitten, Kıyamete kadar geçecek vaktin uzun bir süre olduğunu bilmektedir. Böylece o, bu uzun müddet içerisinde ölmeyeceğini sanki anlamış olur."

Şeytan İnsanları Azdırmaya Ahdediyor

Ayetteki '"Şeytan, "Ya Rabbi beni azdırmana mukabil, yemin olsun ki ben de yeryüzünde, onların mâsiyetlerini, Tiutlaka onlara süslü göstereceğim, onların hepsini mutlaka azdıracağım" dedi " sözü ile ilgili iki bahis vardır:

Birinci Bahis: ifâdesindeki bâ harfi, kasem (yemin) bâ'sı; mâ ise, ma-i masdariyye olup, bu kasemin cevabı, "mutlaka süslü göstereceğim" ifadesidir. Buna göre mana "senin beni azdırmana karşılık, yemin ederim ki, onların masiyetlerini mutlaka onlara süslü göstereceğim" şeklindedir. Bunun bir benzeri de, "izzetine yemin olsun ki, onların hepsini mutlaka azdıracağım"(sad, 82) ayetidir. Fakat şeytan bu ifâdede, Allah'ın izzetine yemin etmiştir ve "izzet" Allah'ın zâti sıfatlarındandır. Bu ayettle ise, Allah'ın azdırmasına yemin etmiştir ve azdırma İşi, Allah'ın fiilî sıfatlarındandir. Fakihler "Allah'ın zatî sıfatlarına yemin etmek caizdir" demişler, ama Allah'ın fiilî sıfatlarına yemin etme hususunda ihtilaf etmişlerdir. Vahidî, başkalarının şöyle dediklerini nakletmiştir: "Buradaki bâ, sebebiyyet ifâde etmektedir. Buna göre ayet, "Benim azgın birisi olmam sebebi ile, mutlaka onlara (günahlarını) süslü göstereceğim" manasına olur. Bu tıpkı birisinin, "Falanca âsî ve günahkâr olması sebebi ile, cehenneme gireceğine; falanca da itaatkâr olması sebebiyle cennete gireceğine yemin etti " demesi gibidir.

Ayetle İlgili Altı Sual

İkinci Bahis: Bil ki alimlerimiz, Cenâb-ı Hakk'ın bazan kâfirde küfrü yaratmayı, onu dinden alıkoymayı ve haktan saptırmayı istediğine (irade ettiğine), bu ayeti birkaç yönden delil getirmişlerdir:

1) İblis, insanları yoldan çıkarmak ve saptırmak gayesiyle, istediğini açıkça ifâde ederek, Cenâb-ı Hak'tan bu mühleti istemiştir. Allah da, ona bu mühleti vermiş ve onun bu gayesine icabet etmiştir. Eğer Allahü teâlâ dînî hususlarda insanların hep faydasına olan şeyleri gözetmiş olsaydı, ona bu kadar mühlet vermez, iğvâ etme, saptırma ve vesvese verme imkanı tanımazdı.

2) Peygamberlerin ve velilerin büyükleri, halkı hak dine irşada gayret etmiş ve çalışmışlardır. İblis ve avenesi ise, saptırmaya ve azdırmaya çalışıp gayret etmişlerdir. Eğer Allahü teâlâ'nın muradı, sadece insanlara hidayet etmek ve doğruya iletmek olsaydı, doğruya irşâd edenleri ve muhakkikleri, âlimleri bakî kılıp, saptıran ve azdıranları helak etmesi gerekirdi. Bunun zıddını yaptığına göre, anlıyoruz ki, Allah onların küfrünü ve hızlânım dilemiştir.

3) Allahü teâlâ, İblis'e, küfrü üzere öleceğini ve Kıyamete kadar mel'ûn olduğunu bildirince, bu onu küfre ve çirkin fiillere tahrik etme olmuştur. Çünkü o, Allah'ın mağfiretinden ve cenneti elde etmekten tamamen ümidini kesince, her türlü günaha ve küfre karşı cür'et kazanmıştır.

4) İblis, Allahü teâlâ'dan, Allah'ın, İblisin bu uzun ömürden ancak küfrünü ve günahını artırmak suretiyle istifâde edeceğini ve bu artırma sebebi ile de her türlü şiddetli azaba müstehak oluşunun artacağını bildiği halde bu uzun ömrü isteyince, bu mühlet verme işi, onun azabının artması için bir sebeb olmuş olur. Bu ise, Allahü teâlâ'nın, İblis'in azabının ve cezasının artmasını irade ettiğine delâlet eder

5) İblis, "Ya Rabbi, beni azdırmana mukabil" diyerek, kendisini Allah'ın iğvâ etmiş olduğunu açıkça ifâde etmiştir. Bu, Allah'ın onu iğvâ ettiğini açıkça gösterir. "Bu, iblisin sözüdür ve hüccet olamaz, hem sonra, "İzzetine yemin olsun ki, onların hepsini mutlaka azdıracağım" (Sad. 82) şeklindeki sözüne de terstir. Çünkü bu sözünde İblis, azdırma işini, kendisine nisbet etmektedir" denemez. Çünkü biz diyoruz ki, birinciye şöyle cevap verilir: "İblis, bu sözü söylediği zaman, Allahü teâlâ onun bu sözünü yadırgamadı. Bu durum, onun, söylediği söz hususunda doğru olduğuna delâlet eder. İkinci hususa da şöyle cevap verilir: "O, bu ayette, "Ya Rabbi, beni azdırmana mukabil, yemin olsun ki.... onlara süslü göstereceğim " demiştir. Buradaki, "onlara süslü göstereceğim" sözünden maksad, diğer ayetteki ". ..onların hepsini mutlaka azdıracağım"(sad, 82) ifadesidir. Fakat o, bu ayette, bundan önce kendisini azdırmış olduğu için, Allah'ın, ona insanların batıllarını onlara süslü gösterme imkânı verdiğini beyan etmiştir. Bu durumda, tenakuz ortadan kalkar ve bu, Allahü teâlâ'nın Kasas sûresinde, şeytanlardan naklettiği, "Ey Rabbimiz, işte bunlar bizim azdırdığımız kimselerdir. Kendimiz nasıl azmışsak onları da öylece azdırdık" (Kasas, 63) ifadesi de bunu kuvvetlendirir.

6) Şeytan "Ya Rabbi, beni azdırmana mukabil..." demiştir. Bu, Allah'ın onu azdırdığı hususunda bir itiraftır. Binâenaleyh biz deriz ki: "Ya, "o, Allah'ın kendisini azdırdığını biliyordu veyahut bunu bilmiyordu.. Eğer o, Allah'ın kendisini azdırdığını biliyor idiyse, onun azmış olması imkânsızdır. Çünkü o, Allahü teâlâ'nın kendisini azdırdığını bilmektedir. O, üzerinde bulunduğu halin, cahillik ve batıl olduğunu bildiğinde ise, bunu bilen kimsenin, o cehalet ve dalalet üzerinde kalması imkânsız olur. Ama biz, şeytanın, kendisini Allah'ın azdırdığını bilmediğini söylememiz halinde, onun, "Ya Rabbi, beni azdırmana mukabil" demesi nasıl mümkün olur? İşte bu ayetle ilgili olarak ortaya çıkan meselelerin tamamı bunlardır.

Mezkur Altı Suale Cevaplar

Bunlardan birinci meseleyle ilgili olarak, Mutezile'nin iki izah şekli bulunur:

Şeytana Vesvese İmkânı Neden Verildi?

Birinci İzah, Cübbai'nin şu şekildeki izahıdır: Allah İblis'e, bu uzun mühleti tanımıştır. Çünkü Allahü teâlâ, onun vesvesesi sebebiyle, insanların durumunun değişmeyeceğini biliyordu. İblis ve vesvesesinin bulunmaması takdirinde de, o kâfir ve asi olanlar, yine o küfrü ve isyanı işleyeceklerdi. Durum böyle olunca, hiç şüphesiz ona bu mühleti tanıdı.

Vesvesenin Faydası

İkinci İzah: Bu Ebu Haşim'in izahıdır. O şöyle denilmesini tuhaf görmez: "Allah bazı kavimlerin, şeytanın vesvesesi sebebiyle, küfre ve masiyete düşeceklerini, ama onun vesvesesinin bu küfür ve masiyeti icab ettiren bir şey olmadığını, aksine kâfir ve asinin, bu küfrü ve o masiyeti seçen irâdeleri sebebiyle böyle olacaklarını biliyordu. Bu hususta söylenebilecek en son söz şudur: Vesvesenin bulunmadığı bir durumda çirkin şeylerden sakınmak, vesvesenin bulunduğu durumda sakınmaktan daha kolaydır. Ancak ne var ki, bu durumda onun vesvesesi, tâatları eda hususunda meşakkatin artmasına bir sebep teşkil eder. Bu hakim olanı, fiilinden men etmez. Nitekim, meşakkatların ve müteşabihatın indirilmesi de, şüphelerin artması için bir sebep olmuştur. Fakat bununla beraber, bunları yapmak imkânsız olmamıştır. Burada da böyledir. Bu izah şekli aynen, ikinci meselenin de cevâbıdır.

Şeytanı Günaha Teşvik Caiz midir?

İkinci meseleye gelince ki, bu şu husustur: "Allahü teâlâ'nın, şeytana, küfrü üzere öleceğini bildirmesi, onu, günaha ve daha çok günah işlemeye cür'et etmeye sevkeder." Bunun cevabı şöyledir: Bu, ancak İblis'in küfür üzere öteceğini bilmesi, onu daha çok günah işlemeye sevkettiği zaman gerekebilir, söylenebilir. Ama, Allah onun halinden, bunun kesinlikle bir farklılık meydana getirmeyeceğini bildiği zaman ise, böyle bir soru zail olur. Bu cevap aynen, üçüncü meselenin de cevabıdır.

Allah'ın İblisi Saptırması

İblis'in, Allah'ın kendisini azdırdığını ve dinden saptırdığını açıkça beyân etmiş olduğu şeklindeki dördüncü meseleye gelince, Mutezile buna şöyle cevap vermiştir: Bundan murad, sizin kastettiğiniz mana değildir. Aksine bundan maksat şu şekilde bazı manalardır;

1) Bu, "Beni, rahmetinden mahrum bırakmana karşılık, ben de insanları, günaha çağırmak suretiyle, senin rahmetinden mahrum bırakacağım" demektir.

2) Bu, "Beni cennetin yolundan uzaklaştırdığın gibi, ben de aynen, günaha çağırmak suretiyle, insanları oradan şaşırtacağım" demektir.

3) Buradaki birinci iğvâdan murad, "haybet-i emel", ikinci iğvâ'dan maksad ise, saptırmak (idlâl) olabilir.

4) Allah'ın şeytanı iğva etmesinden murad, Hazret-i Âdem'e secde etmesini emrederek, bunun onun azmasına sebebiyet vermiş olmasıdır. Yani, bu azgınlık, İblis'in kendi irâde ve ihtiyariyle, o emrin peşisıra meydana gelmiştir. Bu emrin, bizzat o azgınlığın meydana gelmesine mûcib olan, onu gerektiren sebep haline geldiğini söylemeye gelince, malûmdur ki, durum böyle değildir.

İşte, Mu'tezile'nin bu konudaki sözleri bundan ibaret olup hepsi de zayıftır. Onların, "İblis'in vesvesesi sebebiyle insanların hali değişmez" şeklindeki sözlerine mukabil biz deriz ki: "Bu batıldır; buna, hem Kur'an, hem de akli deliller delâlet eder. Bunun Kur'an'dan delili "Derken şeytan, o ikisinin ayağını kaydırdı" (Bakara, 36) ayetidir. Allahü teâlâ burada kaydırma işini şeytana izafe etmiştir. Yine Cenâb-ı Hak, "Bundan dolayı sakın sizi cennetten kovmasın o" (Ta-ha, 117) buyurmuş ve cennetten çıkarma işini, şeytana isnad etmiştir. Yine Musa (aleyhisselâm). "Bu, "şeytanın işidir"(Kasas. 15) demiştir. Bütün bunlar, bu fiillerde şeytanın fiilinin bir tesiri olduğuna delâlet eder.

Aklî delillere gelince, bu böyledir; çünkü, aklın temel prensipleri de şuna şahittir ki, kendisini sürekli fiillere teşvik edip, onu hayırlardan nefret ettiren bir şahısla oturmak suretiyle denenen kimsenin hali, bunun zıddı durumda olan kimsenin hali gibi değildir. Bu ikisinin birbirinden farklı olduğu zaruri olarak bilinir.

Mutezile'nin, "İblis'in varlığı, tâatlardaki meşakkatin artmasına bir sebeptir" şeklindeki sözlerine karşı da deriz ki: Meşakkatin artmasının tesiri ancak, birinci durumda sevabın artmasındandır; ikinci durumda ise, şiddetli bir azaba duçar kılınma hususundadır. Ki bu ikincisi, daha çok görülen ve daha umumi olan bir durumdur. Maslahatlara riâyet eden herkesin, ikincisini nazar-ı itibara alması, ona göre, birincisini nazar-ı itibara almaktan daha önceliklidir. Çünkü, büyük bir zararı defetmek, bulunmasına kesinlikle ihtiyaç olmayan fazla faydayı elde etmeye gayret etmekten daha evlâdır. Bu soruyla ilgili bu iki cevap ortadan kalkınca, (ehl-i sünnetin) zikrettiği diğer izahlar kuvvetlenmiş olur.

Mutezile'nin, "Ayetteki, "Ya Rabbi, beni azdırmana mukabil" ifâdesinden murad, "Beni rahmetinden uzaklaştırmana mukabil" veya, "cennet yolunda şaşırtmana mukabil" manasıdır" şeklindeki sözlerine karşılık biz deriz ki: Bütün bu manalar uzak ihtimallerdir. Çünkü şeytanı Allah'ın rahmetinden uzaklaştıran, şeytanın kendisidir. Cennet yolundan şaşırtan da kendisidir. Çünkü, kendi irade ve ihtiyariyle küfre yönelince, kendisini rahmetten uzaklaştırmış ve cennet yolundan saptırmıştır. Binâenaleyh, bunların Allah'a izafe edilmesi nasıl yerinde olur? Böylece, bu müşkillerin ortada olduğu, bunlara karşı Mu'tezile'nin verdiği cevapların da zayıf olduğu sabit olmuştur. Allah en iyisini bilendir.

Vesvese Halislere Zarar Vermez

Ayetteki, "Ancak onlardan muhlis kulların müstesna" ifâdesiyle ilgili birkaç mesele vardır:

Birinci Mesele

Bil ki İblis, muhlis kimseleri istisna etmiştir. Çünkü hile ve tuzağının, onlara tesir etmeyeceğini ve onların onu kabul etmeyeceğini biliyordu.. Bir va'z u nasihatimda şöyle dedim: İbtis'i bu istisnâyr yapmaya sevkeden şey, iddiasında yalancı duruma düşmemektir. İblis bile, yalandan sakındığına göre, yalanın son derece hasis, âdi bir iş olduğunu anlıyoruz.

İki Farklı Kıraate Göre Mana

İbn Kesir, İbnu Âmir ve Ebu Amr, son kelimeyi Kur'an'ın her yerinde lamın kesresiyle "muhlisin" şeklinde; diğer kıraat imamları ise, lamın fethasıyla "muhlasîn" şeklinde okumuşlardır. Birinci kıraatin vechi ve izahı şudur: "Onlar, dinlerini ve ibadetlerini imana ve tevhide ters olan bütün şaibelerden kurtarmış ve halis hale getirmiş olan kimselerdir. Yani, muhlislerdir." Lamı fethalı okuyana göreyse, bu kelimenin manası şöyledir: Onları, Allah hidayet, iman, tevfik ve ismet, koruma ile, muhlis kimseler yapmıştır. Bu kıraat, ihlâs ve imanın, ancak Allah'dan olduğuna delâlet eder.

Üçüncü Mesele

"İhlâs" kelimesi, bir şeyi başka bir şeyin karışımından korumak ve halis, saf hale getirmektir. Binâenaleyh derizki: Bir amel işleyen, onu, ya sırf Allah için yapmıştır. Yahut Allah'dan başkası için yapmıştır. Veyahut da, her ikisi için yapmıştır. Bu üçüncü takdire göre, Allah'ın rızası, ya üstün (râcih), ya mercûh veyahut da başkasına müsavî tutulmuştur. Dördüncü bir ihtimal ise, insanın o şeyi, herhangi bir gayesi olmaksızın yapmasıdır ki, bu imkânsızdır. Çünkü, bir sebep olmaksızın bir şeyi yapmak imkânsızdır.

Birincisi, Allah için ihlâslı olmaktır. Çünkü, insanı o işi yapmaya sevkeden, Allah'ın rızasını talep etmektir. Ve insan, bu sebebi, başka bir sebep ile de karıştırmamış, aksine onu, başka şeylerin karışmasından korumuş ve halis kılmıştır. İşte ihlâs, budur.

İkincisi, Allah'dan başkası için ihlaslı olmadır. Bunun, Allah için ihlâs olmayacağı, açıktır.

Üçüncüsü, o işin iki şeyi de ihtiva etmesi, fakat Allah rızası tarafının râcih olmasıdır. Bunun da, muhlislerden olması umulur. Çünkü, bir şeye misliyle mukabele edilir. Böylece, fazla olan kısım, şaibelerden arınmış olarak kalmış olur.

Dördüncüsü ve beşincisine pelince, o kimsenin, Allah için muhlislerden olmadığı açıktır. Netice olarak diyebiliriz ki, birinci kısım, kesinlikle Allah için bir ihlastır; ikinci kısmı da, Allah, lütuf ve insanıyla, ihlâs kısmına katabilir. Diğer kısımlara gelince, bunlar kesinlikle ihlâs değildir. Allah en iyi bilendir.

Allah'ın Sırat-ı Müstakimi

Cenâb-ı Hakk'ın, "(Allah da) buyurdu ki: "işte bu, bana göre dostoğru olan bir yoldur" buyruğuna gelince, bu hususta şu izahlar yapılmıştır:

1) İblis, "ancak onlardan muhlis kulların müstesna" deyince, "muhlis" kelimesi, ihlâsa delâlet eder. O halde, "işte bu" işaret zamiri ihlâsa râcidir. Buna göre mana, "İhlâs, hem benim üzerimde, hem de bana doğru olan bir yoldur" şeklinde olur. Yani "Bu, benim ikramıma ve mükafaatıma sevkeden bir yoldur" demektir. Hasan el-Basri, buradaki (......) edatının (......) manasına geldiğini söyleyerek, kelamın takdirinin, "Bu, bana doğru olan dosdoğru bir yoldur" şeklinde olduğunu belirtmiştir. Başkaları da bu ifâdenin, "Bu, ona uğrayanların yoludur" şeklinde mana vermişlerdir ki, bu sanki, "Bana, benim rızama, benim ikramıma uğrayan, tesadüf eden" demektir. Bu, tıpkı, "senin yolun, bunadır" denilmesi gibidir.

2) İhlâs, kulluk yoludur. Buna göre, bu ifâdenin manası, "kulluktaki bu yol, bana ulaşan dosdoğru bir yoldur" şeklinde olur.

3) Bazıları da şöyle demişlerdir: İblis, Allah'ın tevfikıyla koruyup muhafaza ettikleri hariç, insanoğlunu azdıracağını belirtince, bu söz bütün işlerin Allah'a ve O'nun irâdesine havale edilmesini içermiştir. Buna göre Cenâb-ı Hak, demiştir ki, yani, "Bütün işlerin benim irâdem ve meşîetime havale edilmesi, bana ait dosdoğru bir yoldur" demektir.

4) Bunun manası, "Bu, izahı ve tekidi bana ait olan bir yoldur. O, dosdoğrudur, haktır ve mahzâ sıdktır, doğruluktur" şeklindedir. Ya'kûb, (......) kelimesini, (......) kelimesinin sıfatı olarak, merfu ve tenvinle (......) şeklinde okumuştur ki, "Bu yol, yücedir; yüksektir; dosdoğrudur, eğrisi ve pürüzü yoktur" manasındadır. Vahidî şöyle der: Bu ifâdenin manası, "Bütün işleri Allah'a havale etme ve O'nun kaza ve kaderine iman etme yolu, dosdoğru, yüce bir yoldur" şeklindedir.

Şeytan'ın İnsan Üzerinde Nüfuzu Yoktur

41 ﴿