21"Yaratan, yaratmayan gibi midir? Artık iyice düşünmeyecek misiniz? Allah'ın nimetlerini saymak isterseniz onlan sayamazsınız. Doğrusu Allah gafur ve rahimdir. Allah, gizlediğiniz ve açıkladığınız şeyi bilir. Müşriklerin Allah'dan başka duâ ettikleri şeyler ise, hiçbirşey yaratamazlar. Onların kendileri zaten yaratılıyorlar. Onlar, diriler değil ölülerdir. Ne zaman dirileceklerini de bilemezler". Bu ayetlerle ilgili birkaç mesele vardır. Birinci Mesele Bil ki Allahü teâlâ, en mükemmel ve en güzel bir biçimde, hakim ve kadir olan bir varlığın var olduğunu gösteren delilleri zikredip, o deliller de birer delil olmalarının yanı sıra, Allah'ın çeşitli nimet ve ihsanlarının birer açıklaması olduğu için, bunun peşinden, Allah'dan başkasına ibadet etmenin yanlışlığını belirtmiştir. Bundan maksadı şudur: Kadir ve hakîm olan bir ilahın varlığına çok net deliller ile kesin belgeler delalet edip, bütün nimetlerin sahibinin ve her türiü hayrı verenin O olduğu sabit olunca; O'ndan başkasına ibadet etmek nasıl olur da makul olabilir? Hele hele, ibadet edilen o varlık, hiçbirşey anlamayan ve hiçbir şeye kadir olamayan bir cansız olursa... İşte bu sebebten ötürü, Cenâb-ı Hak, o delillerden sonra, "Yaratan, yaratmayan gibi midir? Artık iyice düşünmeyecek misiniz?" buyurmuştur. Buna göre mana şöyle olur: "Bütün bu bahsettiğimiz şeyleri yaratan zat, yaratmak şöyle dursun, kesinlikle hiçbir iş yapamayan gibi olur mu? Artık aklınızı başınıza almayacak mısınız? Çünkü bu kadarcık bir şeyi anlamak için çok düşünmeye ve tefekkür etmeye gerek yoktur. Bu hususta, aklen ibadetin ancak, nimet veren en büyüğe karşı yapılmasının uygun düşeceğini anlamanız yeter. Halbuki sizler, bu görünür alemde, büyük nimetler veren akıllı ve anlayışlı bir insan görseniz, buna rağmen ona bile İbadet edilmesinin çirkin olacağını bilirsiniz. Halbuki bu putlar, tamamen cansız şeylerdir. Bunların asla anlama, kudret ve irâdeleri yoktur. Öyle ise siz nasıl oluyor da bunlara ibadet ediyor, onlara hizmet ve taatla uğraşmayı uygun görebiliyorsunuz? İkinci Mesele Ayetteki "yaratmayan" kelimesi ile putlar kastedilmiştir. Putlar ise akılsız ve cansız varlıklardır. Dolayısı ile bunlar hakkında men kelimesinin kullanılması uygun düşmez. Çünkü men (işaret zamiri), akıl sahibi olan varlıklar için kullanılır. Buna birkaç yönden cevap verilebilir: 1) Kâfirler, onlara "ilah" (tanrı) deyip, onlara tapınca, sanki onları akıllı varlıklar saymışlardır. Hak teâlâ'nın bu ifadenin peşinden getirdiği, "Allah'ı bırakıp da duâ ettikleri şeyler ise, hiçbirşey yaratamazlar. Onların kendileri zaten yaratılıyorlar" ayetine bakmaz mısınız? 2) Bu kelimenin müşakete üslûbu ile kullanıldığı düşünülebilir. Zira yaratan hakkında men kullanılınca, onunla beraber geçen (yaratmayan) için de kullanılmıştır. 3) Akıllı varlıklarda bile, yaratmayan yaratana müsavi olmaz. Artık hiç aklı ve ilmi olmayan bir cansız, nasıl yaratana müsavi olabilir? Bu tıpkı "O putların yüreyecek ayaklan mı var?" (A'raf, 195) ayetinde olduğu gibidir". Yani, "ilah diye ibadet ettiğiniz o putların durumu, eli, ayağı, kulağı ve kalbi olanlardan daha aşağı ve düşüktür. Çünkü bunlar diri, o putlar ise ölüdürler. Hal böyle iken onların putlara ibadet etmeleri nasıl doğru olabilir?" manasına gelir. Yoksa bundan: "Eğer onların uzuvları olsaydı, onlara ibadet etmek doğru olurdu" manası kastedilmemiştir. Buna göre şayet, "Ayetteki, "Yaratan, yaratmayan gibi midir?" ifadesi ile, putperestleri ilzam etmek, susturmak kastedilmiştir. Çünkü putperestler putlara "ilah" (tanrı) demek ve putlara ibadet etmek suretiyle, yaratmayanı sanki yaratan gibi kabul etmişlerdir. Binâenaleyh onları ilzam etmek için, "Yaratmayan, yaratan gibi midir?" denilmeliydi..." denilirse, şöyle cevap verilir: "Bununla, "Büyük büyük şeyleri yaratan o yüce ve kıymetli faydaları veren zât ile, "ilah" diye isimlendirmede, kendilerine ibadet edilmede ve sonsuz ta'zim gösterilmede, bu âdî değersiz ve cansız putlar nasıl denk tutulabilir?" manası kastedilmiştir. Binâenaleyh işte bu mana, "Yaratan yaratmayan gibi midir?" ifâdesi ile anlatılmıştır. Üçüncü Mesele Bazı alimlerimiz, bu ayeti, kulun, fiillerinin yaratıcısı olmadığına delil getirerek şöyle demişlerdir: Allahü teâlâ, kendisini, onların taptıkları o şeylerden yaratıcılık sıfatı ile ayırmıştır. Çünkü ayetteki, "Yaratan, yaratmayan gibi midir?" ifadesinden maksadı, kendisinin, o putlardan (bilhassa) yaratıcılık vasfı ile ayrıldığını, ulûhiyyete ve ma'bûdiyyete ancak yaratıcı olması sebebi ile müstehak olduğunu anlatmaktadır. Binâenaleyh bu, kulun, bazı şeylerin yaratıcısı olması halinde, ibadet edilebilecek bir ilah olması gerektiği neticesine götürür. Bu söz konusu olmadığına göre, kulun (insanın) yaratma ve var etmeye kadir olamayacağını anlarız. Kulların Fiillerinin Yaratılması Mu'tezile buna birkaç izah ile cevap vermiştir: Birinci İzah: "Yaratan, yaratmayan gibi midir?" ifadesi ile, "gökleri, yeri, insanı, Hayvanı, bitkiyi, denizi, yıldızı ve dağı yaratanın hiçbirşey yaratmaya kesinlikle kadir olmayan gibi olmayacağı" manası kastedilmiştir ki, bu da, bütün bunları yaratanın ancak ilah olabileceğini gösterir. Bundan fiillerini yaratan insanın ilah olması neticesi çıkmaz. İkinci İzah: Ayetin manası şöyledir: "Yaratan, yaratmayandan efdal ve üstündür. Binâenaleyh ilah ve ma'bûd olma bakımından, bu iki şeyin denk olduğunu söylemek imkânsızdır." Böyle bir söz, yaratan herkesin ilah olması gerektiğine delâlet etmez. Bunun delili, "O (putların), yürüyecekleri ayakları mı var" (Araf, 195) ayetidir. Bu ayetin manası, "Kendisi ile yürüyeceği ayağı bulunan, ayağı olup da onunla yürüyemeyen kimseden daha efdaldir" şeklindedir. Bu da, insanın putlardan daha üstün olmasını ve üstün olanın da, kendinden daha düşük olana ibadet etmesinin uygun olmamasını gerektirir. İşte ayetin anlatmak istediği budur. Amma bu ayet, kendisi ile yürüyebileceği ayağı bulunan kimsenin ilah olması gerektiği manasına gelmez. Binâenaleyh (tefsir edilmekte olan) bu ayetten maksad da, yaratanın, yaratamayandan üstün olduğunu beyân etmektir. Dolayısıyla ilah ve ma'bûd olma bakımından, bu iki şeyin eşit olduğunu söylemek mümkün olmaz. Binâenaleyh bundan, sırf yaratıcılık sıfatının bulunması sebebi ile, ilah olma neticesi de çıkmaz. Üçüncü İzah: Mutezile'nin çoğu, insan için, "yaratıcı" kelimesini kullanmazlar. Ka'bî, tefsirinde şöyle der: "Biz, "Fiillerimizi yaratıyoruz" demiyoruz. Kim bunu böyle mutlak (genel) olarak söylerse, hata etmiş olur. Fakat biz bu kelimeyi, Allah Telâ'nın kullandığı yerlerde kullanıyoruz. Mesela, "Hani benim iznimle, çamurdan bir kuş yaratıyordun (ey Isâ)" (Maide, 110); ve "Yaratıcıların en güzeli olan Allah'ın şânı (bak,) ne yücedir" (Mü'minun, 14) ayetlerinde olduğu gibi... Bil ki Ebu Hâşim'in taraftarları, "Hâlık" (yaratıcı) sözünü, insan için kullanırlar. Hatta Ebu Abdullah el-Basir, daha da ileri gidip, bu kelimenin kul hakkında hakiki manası ile, Allah hakkında da mecazi manası ile kullanıldığını, çünkü "halk" kelimesinin "takdir etmek" manasına olduğunu, "takdir"in ise, ölçüp-biçmek, tahmin etmek.düşünüp karar vermek demek olduğunu; bu manaların kul için söz konusu olduğunu, Allah hakkında düşünülemeyeceğini söylemiştir. Bil ki bu cevaplar, güçlü cevaplardır. Bu ayetle, biz (ehl-i sünnetin) görüşünün doğruluğuna istidlal etmek güçlü değildir. Allah en iyi bilendir. Nimetler Sayılamaz Cenâb-ı Hakk'ın "Allah'ın nimetlerini saymak isterseniz onlan saysanız, toptan bile sayamazsınız" buyruğuna gelince, bununla ilgili iki mesele vardır: Birinci Mesele Bil ki Allahü teâlâ, önceki ifade ile, kendisinden başkasına ibadet etmenin batıl ve yanlış olduğunu beyan edince, bu ayet ile de kulunun, Allah'a ibadet etmesinin, O'nun nimetlerinin şükrünü edâ etmesinin ve O'nun kereminin haklarını yerine getirmesinin, en mükemmel bir biçimde ve tastamam yapmasının mümkün olmadığını, aksine kulunun, taat ve ibadette, kendisini yorsa, yıpratsa ve nimetlerine bütün gücüyle şükretse bile, yine de noksanı olacağını beyân etmiştir. Bu böyledir. Çünkü nimetlere şükür, nimetleri ayrıntılı bir şekilde bilmeye bağlıdır. Çünkü düşünülemeyen, anlaşılamayan ve bilinemeyen şeylere şükretmek imkânsızdır. Fakat kulun da Allah'ın nimetlerini tafsilatlı tarzda bilmesi mümkün değildir. Çünkü Allah'ın nimetleri çok, çeşit ve kısımları geniştir. İnsanın aklı bunların sonlarını-sınırlarım bilmesi şöyle dursun, başlangıçlarını bilmekten bile âcizdir. Çünkü bunlar tafsilatlı olarak bilinemezler. Böyle olan şeyin ise, o nimetlere uygun bir şükrü yerine getirmesi imkansızdır. İşte Hak teâlâ'nın, "Allah'ın nimetlerini saymak isterseniz onları sayamazsınız" buyruğundan maksad budur. Bu, "sizler, o nimetleri tastamam ve mükemmel bir biçimde bilemezsiniz. Onları bilemediğiniz için de, onların şükrünü tam ve mükemmel olarak yerine getirmeniz imkânsızdır" demektir. Bu da, mahlûkatın, Allah'ın nimetlerine karşı tam şükretmekten, Hakk'ın rubûbiyyetine tam manasıyla ıtaattan ve Hakk'ın celâli ile künhünü anlamaktan âciz olduklarına delâlet ede Şu da, insanların akıllarının, Allah'ın nimetlerinin bütün kısımlarını bilmekten âciz olduklarına kesinkes delâlet eder: İnsan bedeninin herhangi bir yerinde en ufacık bir arıza meydana geldiğinde, hayat çekilmez olur ve o insan, bu arızadan kurtulabilmek için, bütün dünyayı vermeye hazırdır. Allahü teâlâ insanın bedeninin herşeyini en mükemmel ve en uygun bir biçimde yönetir. Fakat insanın, bedenindeki birçok parçanın varlığından, faydalarından ve ona ârız olacak zararların nasıl giderileceğinden haberi yoktur. Bu örnek aklında dursun. Sonra, Allahü teâlâ'nın bu âlemde yarattığı madenler, bitkiler ve hayvanların tamamını, onları senin faydan için hazırlayıp yarattığını bir düşün. Böylece insanların akıllarının, Cenâb-ı Allah'ın diğer fazl ve ihsanlarını bilmesi şöyle dursun, insanı yaratmasındaki hikmetini tam anlamaya bile yetmeyeceğini anlar. Şükretmenin Çaresi Buna göre şayet, "Siz, şükrü hakkıyla yerine getirmenin nimetlerin çeşitlerini Dilmeye bağlı olduğunu izah ettiniz ve Allah'ın nimetlerinin bütün çeşitlerini bilmenin imkansız olduğuna, yahut bunun hiç vâkî olmadığına işaret ettiniz. O halde, Allahü teâlâ niçin, mahlukata (insanlara), nimetlere hakkıyla şükretmelerini emretmiştir?" oenilirse, biz deriz ki: Bunun yolu, insanın, Allah'ın bütün nimetlerine -gerek mücmel gerekse mufassal olarak- toptan şükretmesidir. İşte kulun şükür borcundan kurtulabilmesinin yolu budur. Allah en İyi bilendir. İkinci Mesele Bazıları, "Allah'ın kâfirler üzerinde herhangibir nimeti yoktur" demişlerdir. Ekserî âlimler ise: "Allah'ın hem kâfirler, hem mü'minler üzerinde sayısız nimetleri vardır. Bunun delili şudur: "Allah gökleri ve yeri yaratmakla in'âmda bulunmuştur. Allah, insanı nutfeden yaratmakla lütfetmiştir. Allah, davarları, sığırları, develeri, atları, atırtarı, eşekleri, ekin, zeytin, hurma ve üzüm gibi çeşit çeşit nimetleri yaratmakla ve insanın taze et yemesi, onlardan takınacağı süs eşyaları çıkarması için, ona denizi -usahhar kılmakla lütufta bulunmuştur. Bütün bu lütuf ve nimetlerde kâfir ve mü'min müşterektir. Daha sonra Cenâb-ı Hak bu hususu, "Allah'ın nimetlerini saymak isterseniz, onları sayamazsınız" buyurarak te'kid etmiştir ki, bu da bütün bunların, Allah tarafından herkese verilmiş birer nimet olduğuna delâlet eder. Bu, Cenâb-ı Hakk'ın - metlerinin kâfirlere de ulaştığını gösterir" demişlerdir. Cenâb-ı Hak, "Doğrusu Allah gafur ve rahimdir" buyurmuştur. Bil ki Allahü teâlâ, İbrahim sûresinde, "Eğer Allah'ın nimetini birer birer saymak isterseniz, siz (onlan) icmal suretiyle (toptan) bile sayamazsınız. Hakikat insan çok zulümkâr, çok nankördür" (ibrahim. 34) buyurmuştur. Burada ise, benzeri ayetin sonunu, "Doğrusu Allah gafur ve rahimdir" diye tamamlamıştır. Allah insanın şükrü tafsilatlı bir şekilde edâ edemeyeceğini bildirince, "Doğrusu Allah gafur ve rahimdir" buyurmuştur ki bu, "Ben nimetlerime şükrü yerine getirme hususunda sizden sudur eden noksanlıklarınızı bağışlar, noksanlığınız sebebi ile size olan nimetlerimi sona erdirmeyerek size rahmet ederim" demektir. Allah'a Hiçbirşey Gizli Kalmaz Allahü teâlâ "Allah, gizlediğiniz ve açıkladığınız şeyi bilir" buyurmuştur. Bu hususta şu iki izah yapılmıştır: 1) Kâfirler, Allah'ın dışındaki şeylere ibadet etmelerinin yanısıra, Hazret-i Peygambere tuzak kurmak için bir tür küfürlerini de içlerinde gizliyorlardı. Binâenaleyh onları, bu küfürden alıkoyucu olmuş olur. 2) Allahü teâlâ ûnceta ayette, yaratmaya ve nimet vermeye kadir olmadıkları gerekçesiyle putlara ibadet etmeyi; bu ayette de, ilah olanın gizliyi de açığı da bilmesi gerektiğini ileri sürerek, yine o putlara ibadet etme işini çürütmüş ve putların, hiçbirşey bitip anlamayan cansız varlıklar olduğunu, dolayısıyla onlara ibadetin yerinde olmayacağını bildirmiştir. Cenâb-ı Allah'ın "Müşriklerin Allah'tan başka duâ ettikleri şeyler ise, hiçbirşey yaratamazlar. Onların kendileri zaten yaratılıyorlar" ayetine gelince, bil ki Allahü teâlâ bu putları pek çok sıfatla tavsif etmiştir: Birinci Sıfat, Onların hiçbirşey yaratamamaları ve kendilerinin yaratılmış olmalarıdır. Âsim'in ravîsi Hafs, ayetteki üç fiili de, yâ ile gâib sığası ile yed'ûn yu'linûn,yüsirrûn şeklinde okumuştur. Âsım'ın râvisi Ebu Bekr, sadece yed'ûn, fiilini böyle yâ ile ve gâib sigasıyla, diğer iki fiili ise tâ ile ve muhatab sigası ile tu'linûn, tûsirrûne (gizliyorsunuz-açıklıyorsunuz) şeklinde okurken, diğer kıraat imamları, üç fiili de, mâkabline (öncelerine) atıf düşünerek, tâ ile ve muhatab sigasıyla okumuşlardır. Buna göre şayet "Allah'ın, "Yaratan, yaratmayan gibi midir?" buyruğunda, bu putların hiçbirşey yaratamayacaklarına delâlet yok mudur? Binâenaleyh bu ayetteki, "(Onlar) hiçbirşey yaratamazlar:.." ifadesi de aynı manaya delâlet eder. Dolayısıyla bu faydasız bir tekrar olmuş olmaz mı?" denilirse, buna şöyle cevap verilebilir: Önceki ifadede o putların hiçbirşey yaratamayacaklarından bahsedilmiştir. Burada ise, hiçbirşey yaratamayacaklarından bahsetmenin yanısıra, onların kendilerinin de başkası tarafından yaratılmış olduklarından bahsedilmiştir. Binâenaleyh bu, mana bakımından bir ilave, bir farklılık olmuş olur. Böylece Allahü teâlâ sanki de, onların kendilerindeki ve sıfatlarındaki noksanlıkları saymaya başlamış; ilkönce, onların hiçbirşey yaratamayacağını beyan buyurmuş; ikinci olarak da, onların hiçbirşey yaratamıyacakları gibi, kendilerinin de başkasının mahlûku olduklarını bildirmiştir. Tanrı Olan Ölmez İkinci Sıfat, ayette "Onlar diriler değil, ölülerdir" ifadesinin anlattığı husustur. Bu, "Onlar gerçekten ilah olsalardı, ölmeyen, hep diri olan varlıklar olurlardı. Yani başta ölümsüz olan Hak teâlâ gibi, onlar hakkında da ölüm sözkonusu olmazdı. Ama onların durumu bunun tam tersidir" demektir. Buna göre şayet, "Cenâb-ı Hak, onlar için "ölülerdir" buyurunca, zaten diri olmadıkları anlaşılıyor. Binâenaleyh ayrıca, "diriler değil" demesinin hikmeti nedir?" denilirse, buna şu iki bakımdan cevap verilir: a) İlah, hayatının (diriliğinin) peşisıra ölüm söz konusu olmayan, hayy (diri) olan zattır. Bu putlar ise, ölümlerinin peşisıra bile hayat söz konusu olmayan ölülerdir, cansız varlıklardır. b) Bu söz, putperest kâfirlere karşı söylenmiş bir sözdür. Onlar son derece câhil ve sapnk idiler. Binâenaleyh kendini beğenmiş, câhil, ahmak ve aptal kimselere hitab eden kimsenin, bir hususu, pek çok bakımdan anlatması yerinde olur ki, bundan gayesi, muhatabının son derece ahmak olduğunu, bu sözleri dinleyenin son derece câhil olmasından ve maksadı bir tek sözle anlayamayacağından ötürü tekrar ettiğini göstermek ve bildirmektir. Üçüncü Sıfat, ayetteki "Ne zaman dirileceklerini de bilemezler" cümlesinin anlattığı husus... (bilemezler) ifadesindeki "vâv" (onlar) zamiri putlara râcîdir. Yüb'asûn fiilindeki vâv (onlar) zamiri hususunda iki açıklama yapılmıştır: a) Bu, putperestlere râcîdir. Buna göre ifâde, "O putlar, kendilerine ibadet edenlerin' ne zaman dirileceklerini de bilmezler" demek olur. Buna göre bu ifâdede, müşrikler için bir istihza (alay) vardır. Yani, "O putlar, kendilerine ibadet edenlerin ne zaman dirileceklerini de bilemezler, Binâenaleyh bu putların, putperestleri mükâfaatlandıracakları bir vakit yoktur" demektir. b) Bu zamir de putlara râcidir. Yani, "O putlar, Cenâb-ı Hakk'ın kendilerini ne zaman dirilteceğini bilemezler" demektir. İbn Abbas (radıyallahü anh) şöyle demiştir: "Allahü teâlâ o putları (Kıyamet günü) diriltecek ve onlara ruhlar verecek ve beraberlerinde şeytanları olduğu halde, cehenneme girmeleri emrolunacak." Buna göre eğer, "putlar cansızdırlar. Cansızlar için "Ölüler" denilmez. Yine onlar için "Şunu şunu anlamazlar"da denilemez" denilirse, buna birkaç yönden şöylece cevap verilebilir: 1) Cansız da bazan "ölü" diye nitelenir. Nitekim Cenâb-ı Hak, "O (Allah), ölüden diriyi çıkarır" (Al-i imran, 27) buyurmuştur. 2) Müşriker, o putları ilah ve ma'bud olarak niteleyince, müşriklere, "Durum, sizin söylediğiniz gibi değil, aksine onlar ölülerdir, hiçbir şey bilemezler" denilmiştir. Binâenaleyh ayetteki bu ifâde, onların inançlarına göre söylenmiştir. 3) "Allah'ı bırakıp duâ ettikleri şeyler "ifadesi ile meleklerin kastedilmiş olması mümkündür. Çünkü kâfirlerden bir kısmı meleklere tapardı. Bundan dolayı Allah "Onlar ölülerdir", yani "Onlar için ölüm mutlaka söz konusudur "Diriler değillerdir" yani onların dirilikleri (hayatları) devam etmeyecektir. "(Onlar) ne zaman dirileceklerini de bilmezler" yani, "Onların, ne zaman dirileceklerine dâir bir bilgileri de yoktur" buyurmuştur. Allah en iyi bilendir. Kâfirlerdeki Kibir |
﴾ 21 ﴿