29

Sonra Kıyamet gününde de, onları rezil ve rüsvay edecek ve diyecek ki: "Hani, sizin uğurlarında düşman kesildiğiniz ortaklarım nerede(!)" Kendilerine ilim verilenler, "Bugün, hakikaten rüsvaylık, zillet ve azâb, kâfirleredir" dediler. Melekler, kendilerine zulmedenlerin, canlarını alacakları zaman onlar "biz hiç fenalık yapmazdık" diye diye teslim oldular. Hayır, Allah sizin neler yapmakta olduğunuzu muhakkak ki çok iyi bilendir" ..

Bil ki bu ayetin maksadı, o kâfirlerin muhatap olduğu tehdidi, cezalarını iyice vasfetmektir."Kendilerinden öncekiler de bir takım, tuzaklar kurmuşlardı" ifadesiyle kimlerin kasdedildiği hususunda iki görüş ileri sürülmüştür:

Birinci Görüş: Bu, ekseri müfessirlerin kabul ettiği görüş olup, buna göre bununla, Nemrud İbn Ken'an kasdedilmistir ki o, Babil'de uzunluğu -5000- (beşbin) zira olan büyük bir köşk inşâ etmişti. Bunun uzunluğunun iki fersah olduğu da ileri sürülmüştür. O bununla, göktekiferle savaşmak için göğe tırmanma gayesini gütmüştür. Bu ayetteki mekr sözüyle de, onun, göktekilerle savaşmak için bu sarayı yapması kastedilmiştir.

İkinci Görüş: Bu, en doğru görüştür. Buna göre bu. hak yolunda olanlara her türlü tuzağı kurma çabasında olan bütün "batıl ehli" hakkında umumî bir ifâdedir.

Cenâb-ı Hak, "Nihayet Allah, onların binalarını, tâ temellerinden yıkmayı diledi de..." buyurmuştur. Bu hususta iki mesele vardır;

Birinci Mesele

Gelmek, hareket etmek kavramları, Allah hakkında imkânsız şeylerdendir. O halde, bununla, "Onlar inkâr edince, Allah onlara, binalarını temellerinden ve direklerinden söküp çıkaran bir zelzeleyi getirdi" manası kastedilmiştir.

Ayetteki bu ifâdeyle ilgili iki görüş bulunmaktadır:

Birinci Görüş: Bu, sadece bir benzetmedir, temsildir. Buna göre mana, "Onlar, Allah'ın peygamberlerine tuzak kurmak için birtakım kuleler ve köşkler kurup yaptılar da, Allah onların o kulelerin içindeki durumlarını, tıpk'ı, şu kimselere benzetti: Bir bina yapıp ve o binayı sütunlarla muhkemteştirmeye çalıştılar. Fakat, sütunlar zayıf geldi, bina yıkıldı. Derken tavan üzerlerine çöktü, kaydı" şeklindedir. Bu benzetmenin bir benzeri de, Arapların, "Kim kardeşi için bir kuyu kazarsa, Allah onu o kuyuya düşürür" şeklindeki sözleridir.

İkinci Görüş: Bu ifadeyle, ayetin zahirinin delâlet ettiği mana kastedilmiştir ki, bu da Cenâb-ı Hakk'ın, onların üzerine, yaptıkları binanın tavanlarını göçürmek suretiyle öldürmesidir Birinci görüş, manaya daha yakındır.

Ayet-i kerimedeki cümlesi ile ilgili şöyle bir soru sorulabilir: Tavan, zaten üstten çöker. Binâenaleyh, daha "üstlerindeki' demenin hikmeti nedir?

Buna şu iki açıdan cevap verilebilir:

1) Bununla, tekîd kastedilmiştir.

2) Çoğu kez tavan çöker de, altında kimse bulunmaz. Bundan ötürü Cenâb-ı Hakk, "üstlerindeki tavan tepelerine çöktü" buyurmakla, onların, onun altında olduklarını göstermiştir. Bu durumda bu cümle onların binalarının yıkıldığına ve onların o binanın altında ölüp gittiklerine delâlet eder.

Ayetteki "Hem bu azâb onlara, bilemeyecekleri bir taraftan gelmiştir" buyruğunu bir temsil manasına alırsak, o zaman durum açıktır. Buna göre mana: "Onlar kulelerine, o yüksek yüksek binalarına güvendiler de, sonra da belâ bizzat o binaların kendisinden fışkırıverdi" şeklinde olur. Yok eğer bunu zahirî manaya harnledersek, buna göre mana, "O tavan onların üzerine ansızın çöktü" şeklinde olur. Çünkü ifade bu manaya alınınca, bu, onlar gibi olanlar ve onların yoluna uyanlar için daha ileri derecede bu caydırma ifâde eder.

Daha sonra Cenâb-ı Hak, onların azâblarının bu kadarla kalmayacağını, aksine Kıyamet gününde onları rezîl ve rüsvây edeceğini de beyan buyurmuştur. Hızy, horluk ve hakîrlikle beraber olan bir azâbtır. Allahü teâlâ bu hor ve hakîr olmayı, onlara, "Hani, sizin uğurlarında düşman kesildiğiniz ortaklarım..." diyerek tefsir etmiştir. Bununla ilgili birkaç bahis vardır:

Birinci Bahis: Zeccâc şöyle demiştir: ifadesi, "Sizin batıl iddianıza ve inancınıza göre benim ortaklarım olan tanrılarınız nerede?" : manasındadır. Bunun bir benzeri de, Cenab-ı Hakk'ın "Nerde boş yere davasını güttüğünüz ortaklarınız?" (En'am, 22) ve "Ortaklan öyle dedi (diyecek): "Siz, bize tapmıyordunuz"(yunus, 28) ayetleridir. Bu izafet, bu nisbet güzel ve yerindedir. Çünkü nisbetjn güzel olabilmesi için, en ufacık sebep dahi yeterli olabilir. Bu, tıpkı bir tomruk taşıyan kimseye, "Sen, kendi tarafını; ben de benim tarafımı tutayım" denilmesi gibidir. İşte burada "taraf", o kimseye nisbet edilmiştir.

İkinci Bahis: Cenâb-ı Hak, (......) buyurmuştur. Yani, "Sizler, "Sizler, haklarında, mü'minlerle mücadele edip düşmanlık yaptığınız ortaklarınız..." demektir. İki hasımdan birisinin bir tarafta diğerinin de öteki tarafta, şıkta olması sebebiyle (......) denildiği de söylenmiştir.

Üçüncü Bahis: Nâfî bu fiili, izafetle ve nûn'un da kesresiyle tuşâkkûni okurken, diğer kıraat imamları nûn'un fethası ile ve cemi siğasında tüşâkkûne şeklinde okumuşlardır.

Daha sonra Cenâb-ı Hak, "Kendilerine ilim verilenler, "Bugün, hakikaten rüsvaylık, zillet ve azâb kâfirleredir" dediler" buyurmuştur. Bu ifâdeyle ilgili iki bahis vardır:

Birinci Bahis: İbn Abbas, "Kendilerine ilim verilenler"den meleklerin kasdedildiğini söylerken, diğerleri, bunların mü'minler olduğunu ileri sürerek şöyle demişlerdir: "Mü'minler, Kıyamet gününde kâfirlerin rüsvaylıklarını gördüklerinde, "Bugün, hakikaten rüsvaylık, zillet ve azâb kâfirleredir" derler. Bunun faydası şudur; Kâfirler, dünyada iken mü'minleri yadırgıyorlardı. Binâenaleyh mü'minler, Kıyamet gününde kâfirleri hor ve hakir kılma sadedinde bu sözü söylediklerinde, bu söz Kâfirlerin içine oturur, onlara iyice eziyyet verir ve böylece de, düşmanın başına gelen zillet ve rüsvaylık ile de daha fazla sevinilmiş olur.

İkinci Bahis: Mürcie, azabın kâfirlere mahsus olduğuna dair, bu ayetle istidlal ederek şöyle der: "Çünkü, Cenâb-ı Hakk'ın, "Bugün, hakikaten rüsvaylık, zillet ve azâb kâfirleredir" ifadesi, Kıyamet gününde rüsvaylık ve azabın mahiyetinin kâfirlere mahsus olduğuna delâlet eder ki, bu da bu mahiyetin başkası hakkında tahakkuk etmesine aykırıdır. Bu husus, Hazret-i Musa'nın, "Bize şu hakikat vahyolundu ki, şüphesiz azâb, tekzîb edenlerin ve yüz çevirenlerin tepesindedir" (Tahâ. 48) ifadesiyle de kuvvet kazanır."

Daha sonra Cenâb-ı Hak o kâfirlerin azabını bir başka açıdan vasfederek, "Melekler, kendilerine zulmedenlerin canlarını alacakları zaman..." buyurmuştur. Hamza kıraatinde yetevaffâhum şeklindedir. Zira melâike hakkında müzekker fiil kullanılır. Diğer kıraatlerde ise "melâiketu" Kelimesinin lafzan müennes olmasından ötürü tâ ile, tetevetfâhüm şeklindedir.

Daha sonra Cenâb-ı Hak, onların "Biz hiç fenalık yapmadık" diye diye teslim oldular" sözlerini nakletmiştir. Bu hususta şu iki görüş ileri sürülmüştür:

1) Allahü teâlâ, onların ölümlerine yakın bir zamanda teslim olduklarını nakletmiştir.

2) İbn Abbas bu tabire "Onlar, ölürken müslüman oldular ve Allah'ın kulu olduklarını kabul ve ikrar ettiler" manasını vermiştir. ifadesiyle de, onların, "Biz hiç fenalık yapmadık" dediklerini söylemiştir kî, buradaki "fenalık" sözünden maksat, şirktir. Bunun üzerine melekler, onların sözünü kabul etmeyerek ve onları tekzib ederek "Hayır, hayır! Allah sizin yalanlamanızı ve şirk koştuğunuzu hakkıyla bilendir..." demişlerdir. Bu ifadedeki belâ, o müşriklerin, "Biz bir fenalık yapmadık" sözlerini reddetmek için getirilmiştir. Bu hususta da iki görüş vardır:

Birinci Görüş: Allahü teâlâ onların, ölümleri yaklaştığında, teslim olduklarını nakletmiştir.

Ahirette Yalan Mümkün müdür?

İkinci görüş: Söz kısmında tamamlanmıştır Daha sonra da, söze, o müşriklerin Kıyametteki sözlerini nakletmekle başlanılmıştır ki, buna göre mana, "Onlar Kıyamet gününde hakkı teslim ettiler ve "Biz dünyada herhangi bir fenalık yapmadık" dediler. İşte bu noktada ulemâ ihtilaf etmiştir. Bu cümleden olarak, Kıyamettekilerin yalan söyleyebilecekleri fikrini savunanlar, "Bu söz, onlardan bir yalan olarak sudur etmiştir. Çünkü onlar bu yalana ancak, son derece korktukları için yeltenmişlerdir" derlerken; Kıyamettekilerin yalan söyleyemeyeceklerini ileri sürenler de, "Ayetin manası, "Biz, kendi inancımıza göre bir fenalık yapmadık!" şeklindedir" demişlerdir. Kıyamette, yalan söyleyip söyleyemeyeceklerini biz, En'am Sûresi'nde (Enam, 23) ayetinin tefsirinde anlatmıştık.

Bil ki Allahü teâlâ o müşriklerin, "Biz herhangi bir fenalık yapmadık" dediklerini nakledince, "Hayır hayır, Allah sizin yaptıklarınızı bihakkın bilir" buyurmuştur. Bu sözü söyleyenin Allah olması, veyahut da, onlara reddiye olsun diye ve onları yalanlamak için, bu sözün melekler tarafından söylenmiş olması; belâ kelimesinin manasının da, onların, "Biz hiç fenalık yapmadık" sözlerini reddetmek için getirilmiş olması mümkündür.

Ayetteki di "Allah, sizin neler yapmakta olduğunuzu, muhakkak ki çok iyi bilendir" cümlesi, "Allah, sizin dünyada iken yaptıklarınızı bilir; binâenaleyh, bu yalanınız size fayda temin etmez; çünkü O, sizden sudur ettiğini bildiği o küfrünüze karşılık sizi cezalandıracaktır..." demektir.

Daha sonra, Cenâb-ı Hak bu cezayı açıkça zikrederek "O halde içinde ebedi kalıcı olarak, girin cehennemin kapılarından..." (Nahl, 29) buyurmuştur. Bu, onların cezalarının farklı farklı olacağına, böylece de bazısının cezasının bazısınmkinden daha büyük olacağına delâlet eder. Cenâb-ı Allah, kederleri ve hüzünlerinin daha büyük olması için bu ifadesinde, "hulûd" (uzun bir süre) kelimesini açıkça zikretmiştir.

Daha sonra Cenâb-ı Hak, "Tevhidi ve peygamberlerin getirdiği diğer şeyleri kabul etmeyi gururlarına yediremeyenlerin yerleri ne kötüdür" buyurmuştur. "Tekebbür"ün ne demek olduğu, bu eserde defalarca geçmiştir. Allah en iyisini bilendir.

Müttakilerin Mükâafatı

29 ﴿