6

"Biz kitapta İsrailoğulları'na şunu hükmettik: Siz yeryüzünde muhakkak ki iki defa fesat çıkaracak ve muhakkak büyük bir serkeşlik yapıp kabaracaksınız. İşte o ikiden birincisi, va'desi gelince çok çetin bir kuvvete sahip olan kullarımızı üzerinize musallat kıldık da, onlar evlerin aralarına kadar girip araştırdılar. Bu, yerine getirilmiş bir vaaddir. Sonra bunlara karşı, size tekrar devlet ve galibiyet verdik. Mallarla, oğullarla sizin imdadınıza yetiştik. Cemiyetinizi de daha fazla çoğalttık".

Bil ki Allahü teâlâ, Tevrat'ı kendilerine vermek ve onlar için bir hidayet rehberi kılmak suretiyle, İsrailoğulları'na yaptığı lütuf ve ihsanından bahsedince, onların Tevrat'ın hidayeti ile hidayete gelmeyip, aksine fesadın içine düştüklerini beyan ederek, "Biz kitapta İsrailoğulları'na şunu hükmettik: Siz yeryüzünde muhakkak ki iki defa fesat çıkaracaksınız" buyurmuştur. Bu ifade ile ilgili birkaç mesele vardır:

Birinci Mesele

Arapça'da "Kadâ" eşyayı muhkem bir tarzda ayırıp biçmektir. Hak teâlâ'nın, "Allah onları, yedi semâ olarak kaza etti"(Fussilet. 12), yani "yedi semâ olarak biçti, yarattı" ayeti, bu manadadır. Nitekim şair de, "O ikisi üzerinde Davud'un biçtiği (yaptığı) iki zırh vardı" demiştir.

Bu ayetteki kadeyna kelimesi ise, "Onlara bunu bildirdik, haber verdik ve vahyettik" manasındadır. Burada ilâ harf-i cerri haber vermeyi ifade eden bir sıladır. Zira kadeyna, bazan da evheyna (vahyettik) manasındadır.

Cenâb-ı Hak, "Fesat çıkaracaksınız" buyurmuştur. Allahü teâlâ bu tabirle, onların günahlarını ve Tevrat'ın hükümlerinin aksine hareket edeceklerini kastetmiştir. Ayetteki, "yeryüzünde" kelimesi, "Mısır topraklarında" demektir, "...ve muhakkak büyük bir serkeşlik yapıp kabaracaksınız" ifadesi de, "sizin insanlara haksız yere hükümranlığınız, büyük bir istilâ olacak" demektir. Çünkü her zorba için, "kabardı, büyüdü" denilir.

Daha sonra Cenâb-ı Allah "İşte o ikiden birincisinin vadesi gelince, çok çetin bir kuvvete sahip olan kullarımızı üzerinize musallat kıldık" buyurmuştur. Bu, "O fasıklarla ilgili iki va'idden birincisi gelince, onlar üzerine güçlü, yiğit, sert bir millet göndeririz" demektir. Ayetteki "be's", savaş manasınadır. Hîne'l-be's "savaş zamanında"(Bakara, 177) ayeti de bu manadadır. Ayetteki, ifadesi "sizin üzerinize gönderdik, sizi yardımımızdan mahrum bırakarak, sizi onlara terkettik" demektir.

Yahudilere Musallat Edilenler

Alimler, bu ayette bahsedilen kulların kimler olduğu hususunda ihtilaf etmişlerdir:

1) Denildiğine göre İsrâiloğulları büyüktenmiş, tekebbür etmiş, kendilerini beğenmiş ve böylece dinen haram olan şeyleri helal saymış, peygamberlerini öldürmüş ve kan dökmüşlerdi. İşte bunlar, fesatçıların ilki idiler. Derken Allahü teâlâ onlara, Buhtunnasr'ı musallat kıldı. O, onlardan Tevrat okuyan (anlayan) kırkbin kişiyi öldürüp, geri kalanları kendi memleketine götürdü. Onlar orada, Cenâb-ı Hakk'ın kendileri için bir melik belirlemesine kadar, zillet içinde kaldılar. O melik, Babillilerle savaştı ve tesadüfen İsrailoğulları'ndan bir kadın ile evlendi. O kadın melikten, İsrailoğulları'nı yeniden Beyt-i Makdis'e (Kudüs'e) göndermesini istedi. O da bunu yaptı. Bir müddet sonra, içlerinde peygamberler ortaya çıktı. Böylece onlar, eski hallerinden daha da güzel bir duruma geldiler. İşte bu, ayetteki "Sonra bunlara karşı size tekrar devlet ve galibiyet verdik" ifadesi ile anlatılan husustur.

2) Ayetteki, "Kullarımızı üzerinize musallat kıldık" ifâdesinden murad şudur: "Allahü teâlâ onlara Calût'u musallat kıldı ve o onları helak etti ve yok etti." Buna göre, "Sonra bunlara karşı size tekrar devlet ve galibiyet verdik" ifadesi ile kastedilen de şudur: Allahü teâlâ, onların içinden Tâlût'u kuvvetlendirdi ve o, Calût ile savaştı. Davûd (aleyhisselâm) da Talût'a yardım etti ve Calût'u öldürdü. İşte ayette bahsedilen tekrar dönme budur.

3) Ayetteki, "Kullarımızı üzerinize musallat kıldık" ifadesinin manası şudur: "Allahü teâlâ, mecûsilerin kalbine, İsrailoğullarının korkusunu atmıştı. İsrailoğulları'nın arasında günahlar çoğaldı da, Allah mecûsîlerin kalbindeki o korkuyu giderdi. Derken İsrailoğulları'na başkaldırdılar ve onları alabildiğine öldürüp helak ettiler.

Bil ki o kulların bizzat kimler olduğunu bilmeye fazla bir maksat taalluk etmemektedir. Aksine ayetten maksat, onların çokça günah İşleyip, bundan dolayı Allahü teâlâ'nın onların üzerine, onları kılıçtan geçirecek birtakım kimseleri musallat etmiş olduğunu anlatmaktır.

Câsû (Cevs) Kelimesinin Manası

Daha sonra Allahü teâlâ, "Onlar evlerin aralarına kadar girip araştırdılar" buyurmuştur. Leys şöyle der: "Cevs ve Cevesân, fesat (kargaşa) manasında, evlerin ve yurtların arasında dolaşmak demektir. Hilâl, iki şey arasındaki boşluk demektir. Diyar ise, "Beyt-i Makdis"in diyarıdır." Müfessirler câsû fiilinin manası ile ilgili değişik izahlarda bulunmuşlardır: Ibn Abbas (radıyallahü anh)'in buna, 'Araştırdılar, teftiş ettiler" şeklinde mana verdiği rivayet edilmiştir. Ebu Ubeyde, "Orada bulunan kimseleri araştırdılar" manasını verirken; İbn Kuteybe, "Orada fesat ve kargaşa çıkardılar" manasını vermiştir. Zeccâc, "Bu, "öldürmedikleri kimse kaldı mı diye evlerin arasını dolaştılar" manasındadır" demiştir. Vahidî: "Cevs, dolaşmak, astırmak" demektir" der. Bu kelime, söylenen bütün bu manalara muhtemeldir.

Daha sonra Allahü teâlâ, "Bu yerine getirilmiş bir vaaddir" rat.i, "Allah'ın bu husustaki hükmü, değişmeyi, bozulmayı ve neshi kabul etmeyen tasın bir hükümdür" buyurmuştur.

Cenâb-ı Hak sonra "Sonra size tekrar devlet ve galibiyet verdik" buyurmuştur. Yani, "Sizin düşmanlarınızı helak ettik, size yeniden devleti ve kuvveti mamç ettik. "ve cemiyetinizi de daha fazla çoğalttık,"Nefir, erkeklerden bir grup demektir. Bunun aslı, aşiret ve kavminden olan o adamla birlikte gitti" ifadesidir. "Nefîr" ve "Nâfir" kadir ve kadir kelimelerinin aynı manaya gelişi gibi aynı anlamdadır. Bu kelimenin manaya geldiğini, (tevbe, 122) ve (Tevbe, 41) ayetinin zikretmiştik.

İkinci Mesele

Alimlerimiz bu ayeti, kaza ve kader meselesindeki görüşlerinin doğruluğuna birkaç bakımdan delil getirmişlerdir:

1) Allahü teâlâ, "İsrâiloğulları'na şuna hükmettik: Yeryüzünde muhakkak ki iki fesad çıkaracak ve muhakkak ki büyük bir serkeşlik yapıp kabaracaksınız" buyurmuştur. Bu hükmetmenin (kazanın), muhtemel en az manası, "kesin olarak hükmetmek ve haber vermek"tir. Binâenaleyh Hak teâlâ'nın, onların bu fesat ve günahlara yeltenip yapacaklarını, neshi kabul etmeyecek derecede kesin ve kat'i bir haberle bildirmiş olduğu sabit olmuş olur. Çünkü, izah ettiğimiz üzere, "kaza", kesin hüküm vermek manasınadır. Allahü teâlâ, daha sonra bu hükmü iyice te'kid ederek, "Bu, yerine getirilmiş bir vaaddir" buyurmuştur.

Bunun böyle olduğu sabit olunca biz deriz ki: "Onlardan bu fesadın sâdır olmaması, Allahü teâlâ'nın doğru haberinin yalana; kesin hükmünün batıla, hak olan ilminin de cehalete dönüşmesini gerektirir. Bunlar ise muhaldir. Binâenaleyh, onların bu fesada teşebbüs etmemeleri artık imkânsızdır. Yani onların buna teşebbüs etmeleri, neshi mümkün olmayacak tarzda zaruridir. Halbuki, bununla beraber onlar bu işi terketmekle de yükümlü olup, bunu yapmaları sebebiyle de lanetlenmektedirler. Bu da bizim, "Allah bazan birşeyi emreder, ama insanı onu yapmaktan alıkor; bazar da bir şeyi nehyeder, ama onun yapılmasını takdir eder" şeklindeki inancımızın doğruluğuna delalet eder. Bu ayetle yapılan istidlallerden biri budur.

2) Hak teâlâ, "Çok çetin bir kuvvete sahip olan kullarımızı üzerinize musallat kıldık" buyurmuştur. Bununla, "İsrailoğullarına öldürmek, mallarını yağma etmek ve esir almak suretiyle musallat olan o kimseler" kastedilmiştir. Böylece Allahü teâlâ onları İsrailoğulları'na gönderdiğini, musallat kıldığını bildirmiştir. İsrailoğulları'nr öldürülmeleri, mallarının yağmalanması, çoluk-çocuklarının esir edilmesi, çok zulüm ve masiyet ihtiva eder. Ama Allahü teâlâ bu işi kendisine izafe ederek, "...Kullarımızı üzerinize musallat kıldık" buyurmuştur ki bu, hayır, şer, taat ve masiyetin hep Allah'tan olduğuna delalet eder.

Cübbâî buna şu iki şekilde cevap vermiştir:

1) Bu ifâde ile kastedilen, Allahü teâlâ'nın o kavimlere, İsrailoğulları'nın içinde zuhur eden bozgun ve fesattan ötürü İsrailoğulları'yla savaşmalarını emretmesidir.

2) Bununla şu mana murad edilmiştir: "Biz onlarla İsrailoğulları'nı başbaşa bıraktık. Onların kalbine İsrailoğullarının korkusunu düşürmedik. Velhasıl bu tabir ile, İsrailoğulları'nın o kavimlerle başbaşa kalması ve Allah'ın o kavimleri, İsrailoğulları'ndan geri tutmaması kastedilmiştir.

Bil ki birinci cevap zayıftır. Çünkü Beyt-i Makdis'i tahrip etmeyi, Tevrat'ı yakmayı ve Tevrat'ı ezberleyen kimseleri öldürmeyi isteyen o kavim için, "Onlar bunu Allah'ın emriyle yaptı" denilemez. İkincisi de zayıftır. Çünkü bir işe sevketmek, o kimsenin kalbinde o şeyi ve o şeye götüren sebepleri kuvvetlendirmek ve onun kalbine onu düşürmek demektir. Onları birbiriyle başbaşa bırakmak ise, menetmemek demektir. O halde bunlardan birincisi fiil (yapma), ikincisi terk (yapmama)'dır. Bu sebeple, musallat kılmayı, başbaşa bırakma diye tefsir etmek, iki zıddan birini diğeriyle tefsir etmek olur ki bu caiz değildir. Böylece bahsettiğimiz şeyin doğruluğu sabit olmuş olur. Allah en iyi bilendir.

İsrailoğulları'nın İkinci İfsatları

6 ﴿