8"Eğer iyilik ederseniz, kendinize iyilik etmiş olursunuz. Eğer kötülük ederseniz, yine kendinize kötülük etmiş olursunuz. Artık diğer cezanın vadesi gelince, yüzlerinizi kötülesinler, birinci defa girdikleri gibi Mescidinize girsinler ve galebe ettiklerini iyice imha etsinler diye (başınıza yine düşmanlarınızı musallat ettik). Rabbinizin size merhamet edeceğini umabilirsiniz. Eğer tekrar (fesada) dönerseniz, biz de (cezalandırmaya) döneriz. Biz, cehennemi kâfirlere bir zindan yaptık". Bu ayetlerle ilgili birkaç mesele var: Birinci Mesele Bil ki Allahü teâlâ, o İsrailcğulları isyan edip günahkâr olunca, onların üzerine, kendilerini öldürmeyi, mallarını yağma etmeyi, çoluk çocuklarını esir almayı isteyen bazı kimseleri, toplulukları musallat kıldığını; tevbe etmeleri halinde de onlardan o belâ .e sıkıntıyı giderdiğini ve onları yeniden devlet ve saltanatlarına kavuşturduğunu nakletmiştir. İşte bu esnada, şu hakikat ortaya çıkar: Onlar, şayet itaat ederlerse, kendilerine iyilik etmiş olurlar; eğer günahta ısrar etmiş olurlarsa, kendilerine yazık etmiş olurlar. Halbuki insanın kendisine iyilik etmesinin güzel ve hoş bir şey olduğu, kötülük etmesinin ise, çirkin ve kabîh olduğu, akıllarda sabit ve karar kılmış olan bir nususîur. İşte bundan dolayı Cenâb-ı Hak, Eğer iyilik ederseniz, kendinize iyilik etmiş olursunuz. Eğer kötülük ederseniz, yine kendinize kötülük etmiş olursunuz" buyurmuştur. İkinci Mesele Vahidî şöyle der: "Bu ayette, kesin olarak mahzur olan bir kısım vardır: O da başında ve kulnâ (ve kendilerine dedik ki) fiilini takdir etmektir. Buna göre mana, "şayet siz taatte bulunmak suretiyle iyilik ederseniz, o taatlerin bereketi sebebiyle Allah size hayır ve bereket kapıları açacağı için, kendinize iyilik etmiş olursunuz; yine siz, haram olan şeyleri yapmak suretiyle kötülük ederseniz, o günahların uğursuzluğu sebebiyle, Allah size ceza ve azab kapılarını açacağı için, kendinize kötülük etmiş olursunuz" şeklinde olur. Üçüncü Mesele Nahivciler şöyle der: "Cenâb-ı Hak, "tekâbül"den dolayı buyurmuştur, ama bunun manası (onadır); (onun aleyhinedir) şeklindedir. Çünkü, harf-i cerlerin bir kısmı, bir kısmının yerine kullanılır. Bu, Cenâb-ı Hakk'ın tıpkı, "O gün (yer) bütün haberlerini anlatacaktır. Çünkü Rabbi kendisine (o vech ile) vahyetmiştir" (zilzâl, 4-5) ayetinde olduğu gibidir. Buradaki leha, ileyha anlamındadır. Dördüncü Mesele Tasavvuf erbabı bu ayetin, Allah'ın rahmetinin gadabına baskın çıktığına delâlet ettiğini söyleyerek şöyle demişlerdir: "Bunun delili şudur: Cenâb-ı Hak, onların iyilik yapmalarından bahsedince, bu kelimeyi iki defa zikrederek buyurmuştur. Ama, onların kötülük yapmalarından bahsedince, bunu tek bir defa zikrederek buyurmuştur. Şayet Cenâb-ı Hakk'ın rahmeti gadabına galip ve baskın olmasaydı, bu böyle olmazdı. İkinci Vaad Daha sonra Cenâb-ı Hak, "Artık diğer cezanın vadesi gelince" buyurmuştur. Bu ifadeyle ilgili birkaç mesele vardır: Birinci Mesele Müfessirler bunun manasının, "Son defaki vaad" şeklinde olduğunu söylemişlerdir ki, bu "son kere, defa" da, onların Zekeriyya ve Yahya (aleyhisselâm)'yı öldürmeye teşebbüs etmeleridir. Vahidî şöyle der: "İşte bunun üzerine Allah, onların üzerine mecusî olan Babilli Buhtunnasr'ı gönderdi. Halkı ona buğz etti; o da bunun üzerine İsrailoğullarını esir aldı, onları kılıçtan geçirdi ve Beyt-i Makdis'i harab etti." Ben derim ki: Tarihler, Buhtunnasr'ın, gerek Hazret-i İsa ve gerekse Hazret-i Zekeriya ve Yahya (aleyhisselâm)'dan yıllar önce yaşamış olduğuna şehadet eder. Onlar sebebiyle yahudilerden intikam alan kralın, Kral Konstantin adındaki Bizans kralı olduğu malumdur. Onların durumlarını en iyi bilen Allah'dır. Bu gibi ayetleri muayyen kişiler ve topluluklar belirterek tefsir etmenin, Kur'ân-ın maksadlarıyla hiçbir ilgisi yoktur. İkinci Mesele Ayetteki iza cae fiilinin cevabı mahzûf olup, takdiri, "Son vaad geldiğinde, sizin yüzlerinizi kötüleştirsinler diye, biz onları gönderdik, musallat kıldık" şeklindedir. Daha önce geçen "kullarımın üzerine musallat kıldık" (Isra, 5) cümlesinin delâletinden dolayı, bu hazf güzel ve yerinde olmuştur. Daha sonra Cenâb-ı Hak, "Yüzlerinizi kötülesinler... diye" buyurmuştur. Bununla ilgili iki mesele vardır: Birinci Mesele Arapça'da "onu üzdü, mahzun etti" manasında "Sa'ehû-yesûuhû" denilir. Böyle buyurmakla, Cenâb-ı Hak, üzülme işini yüzlere nisbet etmiştir. Çünkü, kalbte mevcut olan ruhî hallerin emaresi, yüzde belirir. Binâenaleyh, eğer kalpte bir sevinç ve sürür hasıl olursa, yüzde parlaklık, güleçlik ve aydınlık zuhur eder. Yok, eğer kalbte bir hüzün ve bir korku bulunursa, o zaman yüzde bir ekşime, rengin atması ve bir morarma meydana gelir. İşte bu sebepten dolayı bu ayette, kötülük, yüzlere nisbet edilmiştir. Bunun benzeri olan manalar, Kur'ân'da pek çoktur. İkinci Mesele Bütün kıraat imamları gâib sîgasıyla, yesûu şeklinde okumuşlardır. Vahidî şöyle der: "Bu, hem manaya, hem de lafza uygundur. Manaya uygunluğuna gelince, bu, gönderilen kimselerin, onları hakikatte üzen kimseler olması sebebiyledir. Çünkü, onları kılıçtan geçiren ve esir alanlar, işte bu musallat kılınan kimselerdir. Lafza uygunluğuna gelince, buda, "Mescidinize girsinler... diye" ifadesine uygunluğu sebebiyledir." İbn Amir, Asım'ın ravisi Ebu Bekr ve Hamza, müfred olarak yesûe şeklinde okumuşlardır. Bu müfred okumanın, şu üç şeyden birisi sebebiyle olması muhtemeldir: a) Fiilin failinin, lafzatullaha raci olmasından dolayı. Çünkü, daha önce geçen fiiller rededna ve emdedna fiilleridir ki bütün bunlardaki zamirler, Allah'a racidir. b) Bunun faili beasnâ (gönderdik) fiilinin delâlet ettiği ba's kelimesidir. Çünkü, önce geçen fiil, masdara (ba's) delalet eder. Bu Cenâb-ı Hakk'ın tıpkı, (Al-i imrân, 180) ayetinde olduğu gibidir. Zeccâc bunun takdirinin "Bu vaadin, onların yüzlerini kötüleştirmesi için" şeklinde olduğunu söyler. Kisâî bu ifadeyi, tıpkı (......) ve (......) ifadelerinde olduğu gibi, fiili Allah'a isnad ederek nün ile (li nesûe) şeklinde okumuştur. Daha sonra Cenâb-ı Hak, "galebe ettiklerini iyice imha etsinler diye" buyurmuştur, Arapça'da bir şey helak olup yok olduğunda Tebera'ş-şey'u-tebran"; bir şey bir şeyi helak edip yok ettiğindeyse, "Tebberahu" denilir. Zeccâc da şöyle der: "Senin kırıp ufalttığın her şey için, "Tebbertehû - Sen onu un ufak ettin" ifadesi kullanılır. Altın ve cam kırıklarına, "Tibru'z-zücâci" ve Tibru'z-Zehebi" (Cam kırığı; altın tozu) denilmesi de böyledir. Yine (Araf, 139) ayetiyle (Nuh, 28) ayetleri de bu manadadır. Ayetteki hususunda iki ihtimal vardır: Bu ifadenin, a) Onlar ona galip gelip ve ona baskın çıktıkları müddetçe; b) "Onlar, galip oldukları müddetçe, onları helak edip yok etmeleri için" manalarına gelmesi muhtemeldir. Yani, "onların hükümranlığı İsrai(oğulları üzerinde devam ettiği sürece" demektir. (......) kelimesi, haberin gerçekleştiğini ortaya koymak ve onun doğruluğu hususundaki şek ve şüpheyi izale etmek için getirilmiş olan bir mef'ûl-i mutlaktır. Bu, Cenâb-ı Hakk'ın tıpkı, "Allah Musa'ya da hitap ile konuştu"(Nisa, 164) ayetinde olduğu gibidir kî, bu, "hakikaten ve gerçekten" demektir. Buna göre mana, "Onlar ona galip ve üstün olduğu sürece, helak edip tahrip etmeleri için" şeklinde olur. Daha sonra Cenâb-ı Hak "Rabbinizin size merhamet edeceğini umabilirsiniz" buyurmuştur. Bu, "Ey İsrailoğulları, Rabbiniz belki de, sizden intikam aldıktan sonra size merhamet edecek ve sizi bağışlayacaktır" demektir. Daha sonra Cenâb-ı Hak, "Eğer tekrar (fesada) dönerseniz, biz de (cezalandırmaya) döneriz" buyurmuştur. Bu, "Biz size, musallat kılacağımız kimseleri gönderir de, onlar da size, bir ceza ve istifade etmeniz ve günahlar işlemekten kaçınıp vazgeçmeniz için bir öğüt olmak üzere, yapacakları şeyi yaparlar da; sonra da Rabbiniz size acıyarak, bu azabı sizden kaldırırsa; buna rağmen, siz yeniden günah işlemeye dönerseniz, biz de, bu dünyada çeşitli belâ ve musibetleri başınıza salmaya tekrar başlarız!" demektir. Kaffâl şöyle der: Biz bu ayeti Cenab-ı Hakk'ın Araf Sûresi'ndeki, İsrailoğulları hakkında nazil olmuş olan: "O vakit Rabbin, Kıyamet gününe kadar onların üzerine kendilerini en kötü azaba duçar edecek kimseler göndereceğini yeminle i'lâm etti, bildirdi" (A'raf. 167) ayetinden dolayı, "dünyevî azâb" manasına hamlettik. Daha sonra Cenâb-ı Hak, "Eğer tekrar (fesada) dönerseniz, biz de (cezalandırmaya) döneriz" buyurmuştur. Yani, "Onlar, uygun olmayan şeyleri, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'i yalanlamaya ve Tevrat ve İncil'de varid olan şeyleri gizlemeye yeniden dönerlerse, Allah da, onlara, Araplar vasıtasıyla azabını ve belalarını yeniden dönderir" demektir. İşte bundan ötürü Nadîr, Kurayza, Kaynuka ve Hayber yahudilerinin başına gelen ölüm ve helak gelmiş ve başlarına çökmüştür. Onlardan geriye kalanlar ise, mülkiyyetleri ve hükümranlıkları olmaksızın, cizye ile ezilmişlerdir. Daha sonra Cenâb-ı Hak, "Biz, cehennemi kâfirlere bir zindan yaptık" buyurmuştur. "Faîl" vezninde olan hasır kelimesinin, "Tâil" manasına gelmesi ve böylece de mananın, "Biz, cehennemi, onları kuşatan ve bağlayan bir şey kıldık" şeklinde olması muhtemel olduğu gibi, bunun "mef'ûl" manasına gelmesi, Böylece de, "Biz o cehennemi onların toplanacağı, içinde kuşatılacakları bir yer haline getirdik" manasının murad edilmiş olması muhtemeldir. Buna göre mana, "Dünya azabı ve işkencesi, ne kadar kuvvetli ve fazla olursa olsun, bazı insanlar ondan kurtulur ve kaçar; o azabın içine düşen kimse, ya ölüm veya başka bir yolla ondan kurtulabilir. Ama, ahiret azabına gelince bu, insanı, kendisinden kurtulmak ümidi bulunmaksızın çepeçevre kuşatır" şeklinde olur. Binâenaleyh, bu kimseler için, bahsettiğimiz dünyevî azabın yanında, bundan sonra, kendilerini her yönden kuşatacak olan ve onlara kurtulamayacakları ahiret azabı vardır. Doğruyu Gösteren Kur'ân'dır |
﴾ 8 ﴿