10

Muhakkak bu Kur'ân, öyle bir şeye (yola) doğrultup götürür ki o, en adil ve doğru bir (yol)dur. O, güzel güzel amellerde bulunan mü'minlere kendileri büyük bir mükâfaat olduğunu da müjdeler. Ahirete iman etmeyenlere ise pek acıklı bir azab hazırladığımızı bildirir".

Bil ki Allahü teâlâ, ihlâslı ve samimî kullarına yapmış olduğu şeyleri açıklayınca, -ki bu Hazret-i Peygamber'i gece yolculuğuna çıkartması (isrâ), Hazret-i Musa'ya da Tevrat'ı vermesidir- ve de, kendisine asi olup batılda diretenlere yaptığını da beyan edip, -ki onların üzerine çeşitli belâları salıvermesidir-, işte bunlar, Allah'a itaat etmenin, türlü hayır ve ikrama; ona isyan etmenin ise, her türlü belâ ve zarara yol açtığını bildirince, pek yerinde olarak müteakiben Kur'ân'ı överek, "Muhakkak bu Kur'ân, öyle bir şeye (yola) doğrultup götürür ki o, en adil ve en doğru bir (yol)dur" buyurmuştur.

İsm-i Tafdil Bazan Mukayese Bildirmez

Birinci Bahis: Bil ki, Cenâb-ı Hakk'ın, "...dimdik ayakta duran bir dine, İbrahim'in Hakk'a yönelmiş dinine iletmiştir"(En'am. 161) ifadesi, bu dinin dosdoğru, müstakim; bu ayetteki, ".. .öyle bir şeye (yola) doğrultup götürür ki o, en adil ve en doğru bir yoldur" ifadesi de, diğer dinlerden daha adil ve daha doğru olduğuna delâlet eder. Ben derim ki bizim, "Bu şey, şundan daha doğrudur" şeklindeki sözümüz, ancak o iki şeyin "istikamet" anlamında müşterek olmaları; sonra da o ikisinden birindeki istikametin diğerinden daha fazla ve daha mükemmel olması halinde doğru olur. Halbuki bu, imkânsızdır. Çünkü, onun müstakim olması, o şeyin hak ve doğru olması demektir. O şeyin hak ve doğru olmasında bir farklılığın bulunması ise, imkânsızdır. Binâenaleyh Kur'ân'ı, "en adil ve en doğru" diye vasıflandırmak mecazi olur. Ancak ne var ki, ef'al, yani ism-i tafdîl kalıbı, bazan ism-i fail manasına gelir. Bu, bizim meselâ, "Allah uludur, büyüktür" manasında, "Allahu ekber" ve, "Mervânoğulları'nın iki adil ve doğru olanı" manasında, "el-Eşec ve en-Nâkıs, Mervânoğulları'nın iki en adil olanıdır" dememiz gibidir. Veyahut da bu lafız, bilinen zahirî anlamına hamledilir. Allah en iyisini bilendir.

İkinci Bahis: tabiri mahzûf bir mevsûfun sıfatı olup, kelamın takdiri, "O Kur'ân, dinlerin, şeriatların ve yolların en doğrusu olan dine, şeriata veya yola iletir" şeklindedir. Böylesi kinayeler, Kur'ân-ı Kerim'de çokça bulunmaktadır. Bu "Sen kötülüğü en güzelle defet" (Mü'minûn, 96) ayetinde olduğu gibidir. Yani, "En güzel hasletle" demektir.

Cenâb-i Hakk'ın "O, güzel güzel amellerde bulunan mü'minlere kendileri için büyük bir mükâfaat olduğunu da müjdeler" ifadesine gelince, bil ki Cenâb-ı Hak, Kur'ân'ı şu üç tür sıfatla vasfet mistir:

Birinci Sıfat: Onun, en doğru olan yola iletmesi. Bunun ne demek olduğu biraz önce geçti.

İkinci Sıfat: Onun, sâlih amel işleyenlere büyük bir mükâfaatı müjdelemesi. Bu böyledir, zira ilk sıfat, Kur'ân'ın, en doğru inanca ve en uygun amele sevkettiğine delalet edince, bu en doğru itikadın ve en uygun amelin bir emaresinin zuhur etmesi gerekmiştir. Bu da, bahsedilen bu büyük ücrettir. Çünkü en doğru yolun, mutlaka büyük bir kazanç ve büyük bir menfaat sağlaması gerekir.

Üçüncü Sıfat: Cenâb-ı Hakk'ın "Ahirete iman etmeyenlere ise, pek acıklı bir azab hazırladığımızı bildirir" ayetinin ifade ettiği husustur. Bu böyledir, zira en doğru inanç ve en uygun amel, onu yapana, en mükemmel ve en büyük menfaati sağ'adığı gibi, aynı şekilde onu yapmayana da, onu yapmamak en büyük zararı getirir.

Bil ki, "Ahirete iman etmeyenler" ifadesi "Kendileri için büyük bir mükâfaat olduğunu müjdeler" ifadesi üzerine atıftır. Buna göre mana şöyle olur: "Allahü teâlâ, mü'minlere iki müjde vermiştir: Kendilerine mükâfaat vereceği müjdesi ve düşmanlarını cezalandıracağı müjdesi." Bunun benzeri bir ifade de kişinin, "Zeyd'e, kendisine verileceği ve düşmanlarına verilmeyeceği müjdesini verdim" demesidir.

Eğer, "Azab" ifade etmek üzere, "müjdeleme" tabirinin kullanılmasının izahı istenecek olursa, deriz ki: Bu, tehekküm (istihza) İçin kullanılmıştır, yahut da iki zıd şeyin birinin diğerinin yerine kullanılması kabilindendir. Meselâ, "Kötülüğün cezası, misli bir kötülüktür" (Şura. 40) ayetinde olduğu gibi. Oysa ikinci "kötülük," aslında kötülük değil, "kötülüğün karşılığı" manasınadır.

Yahudiler ve Ahiret İnancı

Eğer, "bu ayet, yahudilerin durumlarını açıklamak için gelmiştir. Halbuki onlar ahirete imanı inkâr etmezler. O halde, Cenâb-ı Hak bu ayette nasıl, "Ahirete iman etmezler(e gelince), onlar için de şüphesiz pek aakh bir azab hazırladığımızı (bildirir)" buyurmuştur?" denilirse, biz deriz ki: Buna iki türlü cevap verilmiştir:

a) Yahudilerin çoğu (ahiretteki) maddî mükâfaat ve cezayı kabul etmezler.

b) Onların bir kısmı, "Cehennem bize, ancak, sayılı günlerde dokunur (yakar)" (Al-i imran, 24) derler. Dolayısıyle onlar, bu ifadeye göre sanki âhireti inkâr etmiş gibi olurlar. Allah en iyi bilendir.

İnsan Bazan Kötü Olanı İster

10 ﴿