12"Biz gece ile gündüzü iki ayet kildik. Gece ayetini sildik ve gösterici olan gündüz ayetini getirdik. Böylece Rabbinizden bir fazl arayasınız ve yıllarınsayısı ile hesabı bilesiniz diye... İşte biz herşeyi iyice anlattık.. Ayetle ilgili birkaç mesele vardır: Önceki Kısımla Münasebet Ayetin, daha önceki kısımla münasebeti hususunda şu izahlar yapılır: 1) Allahü teâlâ, önceki ayetinde, insanlara bir dinî nimet olan Kur'ân'ı bahşettiğini açıklayınca, bunun peşisıra da onlara verdiği dünyevî nimetleri saymaya başlayarak, "Biz gece ve gündüzü iki ayet kıldık" buyurmuştur. Yani, "Nasıl Kur'ân, muhkem ve müteşabih ayetlerle dolu, birbirine uyumlu ise, zaman da, geceler ve gündüzlerle meydana gelmiştir. Dolayısı ile muhkem, tıpkı gündüz; müteşabih de tıpkı gece gibidir. Mükellefiyetlerin esası, ancak muhkem ve müteşabih ayetlerin zikredilmesi ile tamamlandığı gibi, zamandan da mükemmel bir biçimde ancak gece ve gündüzün olması ile istifade edilir. 2) Allah, geçen ayetlerde, Kur'ân'ın en âdil ve doğru yola ilettiğini beyan buyurunca, bu da ancak tevhide ve nübüvvete delalet eden delillerin getirilmesi ile olunca, bunun peşisıra tevhidin delillerini getirmiştir. Bunlarda, ulvî ve süflî alemdeki (göklerde ve yerdeki) dikkate değer durumlardır. 3) Cenâb-ı Hak insanı çok aceleci, yani bir durumdan diğer duruma, bir halden diğer hale çabucak geçen bir varlık olarak tavsif edince, bu âlemin bütün hallerinin böyle olduğunu beyan etmiştir. Bu da, âlemin karanlıktan aydınlığa, aydınlıktan karanlığa geçmesi ve ayın ışığının artıp eksilmesi (gibi hallerdir). Allah en iyi bilendir. Gece ve Gündüz de İki Ayettir Ayetteki, Biz gece ile gündüzü iki ayet kıldık" cümlesi hakkında iki görüş vardır: Birinci Görüş: Cümledeki iki ayetten murad, bizzat gece ve gündüzün kendisidir. Buna göre mana, "Allahü teâlâ, gece ile gündüzü, insanların dinî ve dünyevî işlerinde birer delil kılmıştır. Bunların dinî bakımdan delil oluşlarına gelince bu, onların birbiri peşine devamlı gelmelerine rağmen, birbirlerine zıt ve birbirinden başka olmaları, zatları gereği var olmadıklarına; aksine, işlerini yürüten bir faillerinin ve kendilerini belli ölçüler dahilinde yaratan bir yaratıcılarının olduğuna delalet eden en güçlü delillerden olmalarıdır. Bunların dünyevî bakımdan delil oluşuna gelince, bu da, dünyevî menfaatlerin ancak gece ve gündüzün bulunmasıyla tamam olmalarından ötürüdür. Binaenaleyh eğer gece olmasaydı, sükûnet ve istirahat olmazdı; eğer gündüz olmasaydı, kazanç, geçim ve atım-satım olmazdı. Allahü teâlâ daha sonra, "Gece ayetini sildik" ifadesindeki izafet, izâfet-i beyâniyye, yani "Gecenin kendisi olan ayet" manasına olur. Buna göre ifade, "Biz gece'nin ayetini sildik ve gündüzün bizzat kendisi olan ayetini, aydınlatıcı kıldık" manasında olur. Bu, bizim "Birşeyin nefsi, zâtı, kendisi" dememiz gibidir. Binâenaleyh, "Gece ayeti" tabiri de, "gecenin kendisi" demek olur. Yine, "Horasan beldelerine girdim" demek de böyledir. Bu, "Horasan'ı meydana getiren beldelere girdim" demektir. İşte burada da böyledir. Gece Ayetinin Silinmesi İkinci Görüş: Bu görüşe göre Cenâb-ı Hak güneş ile ay'ı murad ederek: "Biz geceyi ve gündüzü aydınlatan ışık kaynaklarını iki ayet kıldık. Derken gecenin ayetini, yani ay'ı sildik" buyurmuştur. Ayı silmenin ne demek olduğu hususunda da şu iki görüş ileri sürülmüştür: a) Bununla, ayın ışığının artıp eksilmesi kastedilmiştir. Binâenaleyh ay, işin başında hilâl şeklinde gözükür. Sonra gittikçe ışığı artarak, tam bir dolunay olur. Sonra yine gittikçe ışığı azalır. İşte ayette bahsedilen silme budur. Bu iş, başlangıç noktasına kadar devam eder. b) Ayın silinmesi, onun yüzündeki tekelerin silinmesidir. Rivayet olunduğuna göre güneş ve ay aydınlık ve ışık bakımından eşit imişler. Derken Allahü teâlâ, Cebrail (aleyhisselâm)'i göndermiş ve ona, kanadıyla ayın yüzünü silmesini emretmiş. O da, ayın ışığını silip azaftmış. Arapça'da "Mahv", birşeyin izini, eserini silip gidermek demektir. Nitekim sen, ortada birşeyin hiçbir eseri kalmadığında dersin. Ben derim ki: Ayetteki "mahv" kelimesini, birinci manaya hamletmek daha uygundur. Zira ayetteki litebteğu ve ta'lemu fiillerinin başındaki lâm, daha önce bahsi geçen şeye mütealliktir. Daha önce bahsedilen de, gece ayetini mahvetmek (silip yoketmek) ve gösterici olan gündüz ayetini getirmektir. "Mahv"ı, ayın ışığının artması ve eksilmesi manasına hamlettiğimizde, ancak gece ayetini silmek, "Allah'ın fazlını istemeye" tesir etmiş olur. Çünkü Allah'ın fazlını istemenin hasıl olmasının sebebi, ayın nurunun hallerine göre değişir. Tecrübe ehli, mesela denizlerin med ve cezir haline tesir etmesi ve doktorların kitaplarında bahsettiğine göre deneylerin hallerinin değişmesi gibi, ay'ın, ışığının farklı farklı oluşunun bu âlemin hallerinde ve maslahatlarında büyük bir tesiri olduğunu açıklamışlardır. Hem ay ışığının artması ve ekşitmesi sebebi ile (kamerî) aylar; ayların dönüp dolaşması (devam etmesi) sebebi ile de, hilali görmeye bağlı olan, arabî (hicrî) yıllar meydana gelir. Nitekim Hak teâlâ da, "Yılların sayısı ile hesabı bilesiniz diye" buyurmuştur. Binâenaleyh ayette ransedilen "mahv'ın, söylediğimiz manaya hamledilmesinin daha uygun olduğu sabit olur, Şunu da söyleyebilirim: Ayetteki "mahv"i, ayın yüzündeki lekeleri ve pürüzleri silip yoketme manasına aldığımızda da bu, mûsiümanların mebde ve meâd ile ilgili görüşlerinin doğruluğu hususunda kesin ve büyük bir aklî delil olur. Bunun, müslümanların mebde ile ilgili görüşlerine delâlet edişi şöyledir: Felsefecilere göre ayın kütlesi, basit bir kütledir. Dolayısıyla onun sıfatlarının birbirine benzemesi gerekir. Binâenaleyh "mahv" sebebiyle meydana gelen, farklı haller bunun tabiat gereği olmadığına, aksine hür ve irade sahibi bir failin, onun bir kısım parçalarına güçlü, bir kısım parçalarına da zayıf ışık vermiş olmasından ötürü oluğuna delalet eder ki bu da, âlemi idare edenin, zatı gereği mûcib (otomatikman yapan) bir varlık değil de hür ve irade sahibi bir fail olduğuna delalet eder. Bundan kurtulmak için. felsefecilerin ileri sürdüğü şeylerin en güzeli şudur: "Tıpkı yıldızların, feleklerin kütleler içinde yer alması gibi, ayın yüzünde de ışığı az olan maddeler yerleşmiştir. Bu kütleler ayın kütlesi üzerinde, en az ışıklı kütleler olunca, haliyle, ayın yüzünde bu kütleler, tıpkı insanın yüzündeki çiller ve lekeler gibi görülür." İşte bu izah da hasmın gayes için yeterli değildir. Çünkü ayın kütlesi, kısımları birbirine benzeyen bir kütle olduğuna göre, niçin bu az ışıklı karanlık kütleler, ayın yüzeyinin şurasında değil de burasında yer almıştır. Aynı yol ile yıldızların halleri hakkında da İstidlal edilebilir. Çünkü gök cisimleri (felekler), parçaları birbirine benzeyen basit kütlelerdir. O halde niçin, yıldızların kütlelerinin, feleğin herhangi bir yerinde olmayışı, diğer yerinde oluşundan daha evla değildir. İşte bu da, yıldızların, feleğin o belli yerine yerleştirilmiş olmasının, hür ve irade sahibi bir failin yerleştirmesinden ötürü olduğuna delalet eder. Bütün bu delillerin getirilmesinden ve izah edilmesinden, alemde müessir olan yaratıcının zâtı gereği mucib bir varlık değil, hür ve irade sahibi bir fail olduğuna dikkat çekilmek istenmiştir. Allah en iyi bilendir. Mubsıraten Tabirinin Manası Cenâb-ı Hak. "ve gösterici olan gündüz ayetini getirdik" buyurmuştur. Bu hususta şu iki izah yapılmıştır: 1) Gündüz ayetinin gösterici olması, onun aydınlatıcı olması demektir. Çünkü aydınlatmak, görmenin gerçekleşmesinin sebebidir. O halde müsebbebin (neticenin) isminin sebebe verilmesi kabilinden, "mubsire" (gösterici) kelimesi "muzîe" (aydınlatıcı) manasında kullanılmıştır. 2) Ebu Ubeyde şöyle der: "Arapça'da, insanlar kendisinde gördükleri için, "Gündüz gösterdi" denilir. Bu tıpkı, arkadaşları kötü olan bir kimse hakkında, "kötü adam" denmesi, yine çoluğu çocuğu çok olan kimseye "racülün mazaafun" (kat kat adam) denilmesi gibidir. Ayetteki "Nehâr-ı Mubsır" (aydınlatıcı gündüz) deyimi de böyledir, yani, "onun ehlini görücü kıldık" demektir. Bil ki Allahü teâlâ pek çok ayetinde, gece ve gündüzün faydalarından bahsetmiş ve meselâ, "Geceyi örtü kıldık. Gündüzü maişet vakti yaptık" (Nebe'.10-11) ve "Allah, onlarda sükûnet bulaşınız ve Allah'ın fazlını arayasınız diye sizin için geceyi ve gündüzü yarattı" (Yunus. 67) buyurmuştur. Vaktin Hesaplanması Daha sonra Cenâb-ı Hak "Yani işleriniz de nasıl tasarruf edeceğinizi göresiniz ve yılların sayısı ile hesabı bilesiniz diye" buyurmuştur. Bil ki hesab, şu dört şeye, yani saatlere, gündüzlere, aylara ve yıllara dayanır. O halde sayı yıllar içindir; hesab da, yıllardan aşığı olanlar, yani aylar, günler, saatler içindir. Bu dört şeyden sonrası tekrardır. Bu tıpkı insanların, sayıları dörde, yani birler, onlar, yüzler ve binlere göre tertip etmeleri gibidir. Bu dört şeyden sonrası da tekrardır. Allah en iyi bilendir. Daha sonra Cenâb-ı Hak "işte biz herşeyi iyice anlattık"' buyurmuştur. Allahü teâlâ gece ve gündüz ayetinin hallerinden bahsedince, ki bunlar bir açıdan tevhid için kesin delil, bir açıdan da dünyadakilere Allah tarafından verilmiş iki büyük nimettir. Allahü teâlâ bunların hallerini açıklayıp, onlarda yaratana dair deliller bulunduğunu ve insanlar için büyük nimetler ihtiva ettiğini detaylıca anlatınca bu, faydalı bir açıklama ve mükemmel bir beyan olmuş olur. Dolayısıyla da o, "işte biz berşeyi iyice anlattık" buyurmuştur. Yani, "dininiz ve dünyanız için ihtiyaç duyduğunuz herşeyi detaylıca izah ettik, ortaya koyduk" demektir. Bu tıpkı, "Biz kitapta hiçbirşeyi eksik bırakmadık" (Enâm,38) ve "O, Rabbinin emriyle herşeyi helâk edecektir" (Ahkâf. 25) ve "Sana (bu) kitabı, herşeyin apaçık bir beyanı... olmak üzere peyder pey indirdik (Nahl, 89) ayetleri gibidir. Cenâb-ı Hak, sözü Te'kid etmek ve iyice anlatmak için, ayette masdara (mef'ûl-ü mutlaka) yer vermiş ve "tafsîlen" demiştir. Sanki Allahü teâlâ, "Biz onu gerçekten ve olduğu gibi, hiç ilavesiz olarak açıkladık" demek istemiştir. Allah en iyi bilendir. Görüntüsü Alınan İşlerimiz |
﴾ 12 ﴿