97

"Allah kime hidayet ederse işte o, hidayete ermiştir. Kimi de dalâlete sevkederse, artık onlar için O'ndan başka asla yardımcı bulamazsın. Biz, onları Kıyamet günü körler, dilsizler, sağırlar olarak yüzükoyun hasredeceğiz. Onların varacağı yer cehennemdir. Biz, onların ateşini, yavaşladıkça artımız".

Bil ki Allahü teâlâ, nübüvveti (peygamberliği) inkâr hususunda Mekkelilerin şüphelerini cevaplayıp, bunun peşinden de, "O, kullarından cidden haberdar ve basfr olandır" şeklindeki özlü vaîdini (tehdidini) getirince, daha sonra şiddetli vaîdini tafsilattı bir biçimde zikretmiştir.

Ayetteki "Allah kime hidayet ederse işte o, hidayete ermiştir. Kimi de dalâlete sevkederse, artık onlar için O'ndan başka asla yardımcı bulamazsın" buyruğuna gelince, bundan murad, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'i teselli etmektir. Bu, Allah'ın iman ve hidayete ermelerine hükmettiği ve takdir ettiği kimselerin, mü'min olmaları; dalâlet ve cehaletlerine hükmettiği kimselerin de bu sapıklıktan dönmelerinin ve onları bu sapıklıktan döndürecek birisinin bulunmasının imkânsız olması gerekir" demektir. Alimlerimiz, hidayet ve dalalet hususundaki görüşlerinin doğruluğuna, bu ayeti de delil getirmişlerdir. Mu'tezile ise, bahsedilen idlâli (saptırmayı) bazan cennet yolundan saptırma, bazan Allah'ın lütuf fiillerini vermemesi (lütfetmemesi), bazan da kendi haline bırakıp, (hiçbir şeyine) manî olmama manalarına ham etmişlerdir. Bu hususları defalarca anlattık. Binâenaleyh tekrar etmenin bir faydası yok.

Kâfirlerin Mahşerde Körlük ve Sağırlıklarının Manası

Cenâb-ı Hakk'ın, "Biz onları, Kıyamet günü körler, dilsizler, sağırlar olarak yüzükoyun hasredeceğiz" buyurmuştur. Eğer, "Onların, yüzükoyun yürümeleri nasıl mümkün olur?" denirse, biz deriz ki: Buna şu iki şekilde cevap veririz:

1)Onlar, yüz üstü sürüklenip götürülürler. Nitekim Cenâb-ı Allah, "O gün onlar, yüzleri üstü ateşte sürüklenirler" (Kamer,48) buyurmuştur.

2) Ebu Hureyre (radıyallahü anh) şunu rivayet etmiştir: "Ya Resulellah, o kâfirler yüzleri üstü nasıl yürürler?" diye soruldu da, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), "Onları ayakları üzerinde yürüten, yüz üstü yürütmeye de kâdirdir" buyurdu. Müslüman hükemâ (filozoflar) şöyle demişlerdir: Kâfirlerin ruhları dünyaya ve dünyevî lezzetlere son derece bağlı ve alışkın olup, onların ebrârın (iyilerin) âlemi ve huzur-u ilâhî ile hiçbir ilgi ve alakaları yoktur. Binâenaleyh, onların kalplerinin ve ruhlarının yüzleri, dünyaya yönelik olunca, hiç şüphesiz hasrolunmaları da yüzleri üzerine olur.

Allahü teâlâ, "Körler, dilsizler, sağırlar olarak" buyurmuştur. Bil ki birisi, İbn Abbas (radıyallahü anh)'a, "Cenâb-ı Hak, "Günahkârlar ateşi görmüşler" (Kehf, 53); "O, kendilerini uzak bir yerden gördüğü zaman, onlar bunun o müthiş gazaplanışım ve uğultusunu duyacaklardır"(Furkan.12); "Orada onlar, "yetiş helak (ölüm)!" diye bağırırlar" (Furkan, 13) ve "O gün herkes öz canı için uğraşacaktır" (Nahl, 111) buyurmamış mıdır? Yine Cenâb-ı Hak kâfirlerin, "Vallahi ey Rabbimiz biz müşrik değildik" (En'âm, 23) diyeceklerini bildirmemiş midir? Binâenaleyh bu ayetlerden onların (Kıyamette) görecekleri, duyacakları ve konuşacakları anlaşılmaktadır. Öyle ise Cenâb-ı Hak niçin bu ayette, "Körler, dilsizler, sağırlar olarak" buyurmuştur?" diye sordu. İbn Abbas ve talebeleri buna, birkaç yönden cevap vermişlerdir:

1) Onlar, kendilerini sevindiren şeyleri göremeyecek olan kör, sevindirecek şeyleri duyamayacak olan sağır, ve delili-hücceti konuşamayacak dilsizdirler.

2) Atâ'nın rivayetine göre, İbn Abbas (radıyallahü anh): "Onlar, Allah'ın, velilerine verdiği şeyleri göremeyen, Allah'a ve mukarreb meleklere hitap edemeyen, Allah'ın, veli kullarına olan övgülerini duyamayan kimselerdir" demiştir.

3) Mukâtil şöyle der: "Onlara, "Yıkılıp gidin içeri, konuşmayın!" (Mû'min, 108) denildiğinde, kör, dilsiz ve sağır olurlar. Halbuki onlar bundan önce görüyor, duyuyor ve konuşabiliyorlardı."

4) Onlar, Kıyamet meydanında iken, görebiliyor, duyabiliyor ve konuşabiliyorlardı. Eğer o zaman böyle olmasalardı, kendi (amel) defterlerini okuyup incelemeye kadir olamaz ve Allah'ın, aleyhlerindeki susturucu hüccetini duyamazlardı. Fakat onlar, Kıyamet meydanında cehenneme sevkedilmeye başladıklarında, Allahü teâlâ onları kör, dilsiz ve sağır kılar. Bunlara karşı şöyle cevap verilebilir: Önceki ayetler kâfirlerin cehennemde görebildiklerine, duyabildiklerine ve bağırdıklarına delâlet etmektedir.

Zayıflayan Ateşin Takviyesi

Hak teâlâ'nın "Onların varacağı yer cehennemdir" beyanı, açıktır. "Biz, onların ateşini, yavaşladıkça artırırız" ifadesi ile ilgili birkaç bahis vardır:

Birinci Bahis: Vahidî şöyle demiştir: "Habv, ateşin yavaşlaması demektir. Nitekim ateşin alevleri azaldığında, denilir. O halde bu kelime "dindi, söndü" manasınadır. Bunun masdarı, "habv" şeklindedir. Yine "söndüren, ateşi söndürdü" manasında denilir.

Allahü teâlâ sonra, "Onların ateşini (alevini) artırırız" buyurmuştur. İbn Kuteybe: "Bu, "Biz onların ateşini kuvvetlendiririz" manasındadır" demiştir.

İkinci Bahis: Birisi şöyle diyebilir: "Allahü teâlâ, "Onların azabı hafifletilmez" (Al-i İmran, 88) buyurmuştur. Halbuki bu ayette ise, cehennem ateşinin hafifleyeceği beyan edilmektedir?" Biz deriz ki: Bu ifade, ateşin alevinin dinip hafiflediğini gösterir, fakat azabın hafiflediğine delalet etmez.

Üçüncü Bahis: Ayetteki bu ifadenin zahiri, ikinci (sonraki) durumun, önceki durumdan daha şiddetli olmasını gerektirir. Durum böyle olunca da, birinci durum, ikincisine nisbetle azabın hafifletilmesi demek olur? Buna şöyle cevap verilir: Birinci durumda meydana gelen fazlalık, ikinci durumda meydana gelen fazlalıktan (fazla azaptan) daha hafiftir. Binâenaleyh bu azab, daha şiddetlidir. Şöyle de denebilir: Azab büyük olunca, o azabın çeşitli zamanlarındaki farklılıklar sezilemez. Biz, bu azabtan Allah'a sığınırız.

Halik Teâlâ Hasretmeye Kadirdir

97 ﴿