59

"Kendisine Rabbinin ayetleri ile nasihat edilip de onlardan yüz çeviren, irtikâb ettiği günahları unutan kişiden daha zalim kimdir? Biz onların kalblerinin üzerine, onu iyice anlamalarına engel perdeler, kulakları üzerine de ağırlıklar koyduk. Sen onları doğru yola çağirsan da, onlar bu durumda kesinlikle hidayete gelmezi" Rabbin mağfiret ve rahmet sahibidir. Eğer onları kazandıkları günahlar yüzünden yakalayacak olsaydı, elbette onların azabım çarçabuk verirdi. Hayır onlar için vaadedilmiş olan bir zaman vardır. (O zaman), onun karşısında sığınacak hiçbir yer bulamazlar, işte halkı zulmettiği zaman helak ettiğimiz memleketler! Biz bunların helâklan için, bir zaman belirlemişizdir.

Bil ki Allahü teâlâ, kâfirlerin bâtıla sarılarak mücâdele ettiklerini nakledince, daha sonra hor ve hakir kılınmalarına ve de yardımsız bırakılmalarına sebeb olan, sıfatlarını saymıştır.

Birinci Sıfat: "Kendisine Rabbinin ayetleri ile nasihat edilip de onlardan yüz çeviren,irtikâb ettiği günahları unutan kişiden daha zalim kimdir?" ayetinin ifade ettiği husustur. Bu, "Kendisine Allah'ın ayetleri, açıklamaları, ve delilleri geldiği halde onları kabul etmeyen ve de elinin takdim ettiği (yaptığı) şeyleri unutan kimsenin nkânndan daha büyük bir zulüm yoktur, yani, o kimse ilâhi delil ve beyyineler üzerinde düşünüp, ibret almaktan yüz çevirmesinin yanı sıra, yaptığı kötü amellere bâtıl inançlarını da unutmuştur" demektir. Ayette bahsedilen "unutma" ile insanın üzerinde bulunduğu küfrünü sürdürüp, ayetlere kulak asmaması kastedilmiştir.

İkinci Sıfat: "Biz onların kalblerinin üzerine onu iyice anlamalarına engel perdeler, kulaklarının üzerine de ağırlıklar koyduk. Sen onları doğru yola çağırsan da onlar bu durumda kesinlikle hidayete gelmezler" ayetinin ifade ettiği husus. Bu ayetin tefsiri En'am Sûresi (25. ayette) geçti. Şaşılacak şey! Hak teâlâ'nın, "Kendisine Rabbinin ayetleri ile nasihat edilip de onlardan yüz çevirentirtikâb ettiği günahları unutan kişiden daha zalim kimdir?" ifadesine Kaderiyye (Mu'tezile) tutunuyor; (Hemen bunun peşisıra olan) "Biz onların kalblerinin üzerine onu iyice anlamalarına engel perdeler, kulaklarının üzerine de ağırlıklar koyduk. Sen onları doğru yola çağırsan da, onlar bu durumda kesinlikle hidayete gelmezler" ifadesine de Cebriye tutunuyor. Biz, Kur'an'da böyle bu iki fırkadan birisinin lehine gibi görünen bir ayet bulduğumuz yerde, öbür fırka lehine de diğer bir ayetin bulunmayışına pek az rastlarız. Tecrübeler hep (ehl-i sünnetin) görüşünün doğru olduğunu ortaya koymuştur. Bu durum, râsih (köklü) alimlerin, mukallidlerden ayırabilmesi için, Cenâb-ı Hakk'ın kullarını tâbi tuttuğu çetin bir imtihandır.

Allahü teâlâ daha sonra, "Rabbin mağfiret ve rahmet sahibidir" buyurmuştur. Gafur, çok alabildiğine mağfiret eden manasına olup, Cenâb-ı Hakk'ın insanlardan zararları defetmesine işarettir. Rahîm ise, rahmet sıfatı ile mevsuf demektir. Cenâb-ı Hak, rahmetini değil de mağfiretini mübalağa (tekid) sigası ile zikretmiştir. Çünkü mağfiret, zarar vermemektir. Allahü teâlâ, gücü yettiği halde, sonsuz ve sınırsız nice zararları yapmamıştır. Rahmet ise, sonludur. Çünkü sonu olmayan şeyi bırakmak mümkündür. Fakat sonu olmayan (sonsuz) şeyleri yapmak imkansızdır. Şöyle de denebilir: "Cenâb-ı Hak bu beyanı ile, kendisi rahmet sahibi olduğu için, çokça bağışlayacağını anlatmak istemiştir. Kendisinin, rahmete ihtiyacı yoktur. Dolayısıyla bu rahmeti, buna muhtaç çok kimseye hibe eder.

Allahü teâlâ sonra, Mekke müşriklerinin Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e düşmanlıkta aşırı gitmiş olmalarına rağmen, onları hemen hesaba çekip yakalamadığını bildirip. "Hayır, onlar için vaadedilmiş bir zaman vardır" buyurmuştur. Bu, vaadedilen zaman kıyamettir, yada dünyada olan bir zamandır. Bu da, Bedir ve benzeri müslümanların fetih (zafer) günleridir.

Cenâb-ı Allah, "(O zaman) O'nun karşısında sığınacak hiçbir yer bulamazlar" buyurmuştur. Yani kaçacak, kurtulacak bir yer bulamazlar. Arapça'da "sığındı" manasında (......) "Oraya sığındı" manasında da, (......) denilir.

Daha sonra Hak teâlâ "işte o memleketler" buyurmuş ve bu ifadesi Semûd, Lût ve benzeri kavimlerin memleketlerini kastetmiştir. O, ibret alınsın diye bu memleketlere işarette bulunmuştur. Bu ifade de, tilke mübteda, el-kurâ ise onun sıfatıdır. Çünkü ism-i işaretler çeşitli cinslerle tavsif edilebilirler. Daha sonra-ehleknâhûm (helak ettik onları) cümlesi ise, haberdir. Buna göre mana, "işte o memleketlerin ahalisini, tıpkı Mekkeliler gibi zulmettikleri için, Biz imha ettik" şeklindedir. "Biz bunların helâkları için bir zaman belirledik" yani, "onları hela" etmek için savuşturmayacakları bir zaman belirledik. Tıpkı Bedir gününü, Mekke müşrikleri için, bir vâde olarak belirlediğimiz gibi" "mehlik", helak etmek veya "hela-zamanı" manasınadır. Bu kelime, mim'in fethası ve famın fethası veya kesresi ile mehlik ve mehlek (helak vakti ve helak etmek) şeklinde okunmuştur. "Mev'id" kelimesi de, ya ism-i zamandır, ya masdardır. Buna göre ifade ile kastedilen, "Biz onları çarçabuk helak ettik. Bununla beraber onlar tevbe edebilsinler diye, bir müdde: mühlet de verdik" manasıdır.

Hazret-i Musa (aleyhisselâm) İle Yardımcısı

59 ﴿