98

'İman edip salih ameller işleyenler (yok mu) Rahman onlar için bir sevgi verecektir. İşte Biz onu (Kur'ân'ı), ancak onunla müttakileri müjdeleyesin ve diretip inâd edenleri inzâr (ve ikaz) edesin diye senin dilinle (indirip) kolaylaştırdık. Biz onlardan evvel nice nesilleri helak ettik! (Şimdi) onlardanhiçbirini hissediyor musun, yahut gizli bir sesini işitiyor musun?".

Bil ki Allahü teâlâ çeşitli kâfirleri reddedip, onların dünya ve ahiretteki hallerini iyice açıklayınca, bu sûreyi, mü'minlerin hallerini anlatarak bitirdi ve "İman edip salih ameller işleyenler (yok mu). Rahman onlar için bir sevgi verecektir" buyurdu. Ayetteki "sevgi" ile ilgili müfessirlerin iki görüşü vardır:

"Sevgi'nin Mahiyeti

1) Ekseri müfessirlerin görüşüne göre, Allahü teâlâ, o mü'minler için kalblerde bir sevgi meydana getirecek ve kendilerinden bu sevgiyi kazanmak için bir gayret olmadığı ve akrabalık, sadaka verme-, iyilik yapma gibi, insanların kalblerinin sevgisini kazanmalarına sebeb olacak şeylere başvurma olmadığı halde Allah onlar için bu sevgiyi kalblerde yeşertecektir. Bu, ancak Allah'ın yaratıp, velilerine has tarzda ve sebebsiz olarak meydana getirdiği bir keramet (ikram)dır. Nitekim O, aynı şekilde düşmanların kalblerine de korku ve dehşet atar. Bu sevgi, veliler için bir yüceltme ve mertebelerini yükseltmedir. Ayetteki seyec'atu (kılacak, verecek) fiilinin sînine (yani fiilin gelecek zaman oluşu)na gelince.ya sûre mekki olduğu gibi,mü'minler de, kafirler arasında eziyyet ve gazaba duçar oldukları içindir ki, böylece Cenâb-ı Hak, İslâm geldiği zaman onlara bunu va'detmiştir. (Sîn, bunu ifade eder). Ya da bunun kıyamet gününde olmasıdır ki, buna göre Allahü teâlâ o günde, onların iyiliklerini herkese göstermek ve amel defterlerini yaymak suretiyle, onları mahlûkatına sevdirir.

Nitekim Hazret-i Peygamberden, bu ayet hakkında şu haber varid olmuştur. "Allah bir kulu sevdiğinde, Cebrail'e, "Ben falanca kimseyi sevdim; siz de onu sevin " diye nida eder. Bunun özerine Cebrail de, bunu göklere ve yere duyurur. Allah bir kula buğzettiğinde de, bunun aynısı olur." Buhâri, Tevhid, 15; Ka'bu'l-Ahbar'ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: Tevrat'da ve İncil'de: "... Yeryüzünde bulunan her bir vakitteki muhabbet ve sevginin, başlangıcı ve kaynağı, Allahü teâlâ'dır. Allah, muhabbeti, önce göktekifere, sonra da yerdekilere indirir..." diye yazılıdır. Bunun, Kur'ân'daki doğrulayıcısı ise, "Rahman onlar için bir sevgi verecektir" (Meryem, 96) ayetidir.

2) Bu, Ebu Müslim'in tercihi olan görüş olub buna göre, bu ayetin manası, "Allah onlara, sevdikleri şeyleri hibe eder" şeklindedir. Meveddet (vüdd) ile muhabbet, aynı manadadır. Arabça'da, "Falanca'ya, muhabbetini verdim, verdim, onu sevdim" "Onlara, sevdiği şeyi verdi" ve "Ona sevgisini verdim, onu sevdim" denilir. Şu deyimler de Arapların sözlerindendir: "Şöyle olmasını sever, arzular..." ve "şöyle olmasını çok arzulardım...".

Bu ayetin manası, "Rahman olan Allah onlara, meveddetlerini, yani cennette sevdikleri şeyleri verir" şeklindedir. Birinci görüş daha evlâdır, çünkü muhabbetin, sevilen şey, "mahbûb" manasına hamledilmesi, mecazdır. Ve bir de biz, Hazret-i Peygamberin bu ayeti okuyup bu mana da tefsir ettiğini zikretmiştik. Binâenaleyh, bu görüş daha evlâdır.

Ebu Müslim'in İtirazına Cevap

Ebu Müslim şöyle demiştir: "Aksine şu sebeplerden dotayt, ikinci görüş daha evlâdır:

1) Müslüman ve muttaki olan bir kimseye, kâfirin buğzettiyini, bazan da ona, birçok müslümanın buğzettiğini bildiğimiz halde, birinci görüş nasıl doğru olabilir?

2) Bu muhabbetin benzeri, bazan, kâfirler ve fasıkfar için daha çok hasıl olur. Binâenaleyh bunun sadece müminler için bir nimet kılınması nasıl mümkün olur?

3)Onların kalblerindeki muhabbetleri, kendi fiilleriyledir; yoksa, onu Allah yaratmamıştı. Dolayısıyla ayeti, müminlere, ahiret fayda ve manfaatleri manasına hamletmek daha uygundur."

Birincisine şöyle cevâp verilir: Bundan murad, Rahman olan Allah'ın onlar hakkında, meleklerde ve peygamberlerde bir sevgi ve muhabbet yaratmasıdır. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in Cenâb-ı Allah'dan rivayete ettiği bir hadis-i kudside, Cenâb-ı Hak şöyle buyurur: "Mümine kulum beni zikrettiğinde, gönlünden geçirdiğinde, ben de onu kendi gönlümden geçiririm. O beni bir cemaat içinde andığında ise, ben de onu, onlardan daha güzel ve daha üstün bir topluluk içinde anarım" Bu, aynı zamanda, onun ikinci açıklamasına da cevabdır. Çünkü, kâfir ve fasığın durumu böyle değildir. Üçüncüsüne de şöyle cevap verilir. Bu, Allah'ın lütuf fiillerine ve, onların kalblerinde, O'nun ikramına vesile olacak olan şeyleri yaratması manasına hamledilir.

Kur'ân'ın Kolay ve Müjde Olması

Cenâb-ı Hak, "İşte biz Kur'ân'ı, ancak onunla müttakileri müjdelemesin... diye senin dilinle indirip kolaylaştırdık" buyurmuştur. Bu, müstenef bir cümledir. Cenâb-ı Hak bununla, içinde, tevhid, nübüvvet, haşr ve neşr konuları ile, sapık ve batıldan yana olan fırkaları reddetme bulunduğu için bu surenin mertebesinin ve derecesinin ne kadar yüce olduğunu beyan etti ve böylece bunu, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın diline, onunla müjdelesin ve uyarsın diye, kolaylaştırdığını açıkladı. Eğer Allahü teâlâ, onların kıssalarını, Arapça olarak anlatmış olmasaydı, bu Hazret-i Peygamber'e kolay olmayacaktı.

Kur'ân'ın, müminlere müjde, onların dışında kalanları da inzârı ihtiva etmesine gelince, bu meydandadır. Fakat Allahü teâlâ, Hazret-i Peygamberin bununla, müttakileri müjdeleyeceğini zikredince buna mukabil takvaya en aşırı bir muhalefet içinde olan kimseleri zikretti. Onların en aşırıları da, batıla yapışan ve onun uğrunda savaşıp gayret gösteren, en mücadeleci ve düşman kimselerdir. İşte, ayetteki ludda kelimesinin manası, budur.

Cenâb-ı Allah sonra, sureyi çok etkili bir va'z u nasihatla bitirip, "Biz onlardan evvel nice nesilleri imha ettik!" buyurmuştur. Çünkü onlar, düşünüp de, dünyanın mutlaka yok olacağını, sonunda ölüme varılacağını anladıkların da, bundan korkarlar; aynı zamanda da, ahiretteki kötü akıbet ve azâbtan korkarlar. Böylece, bu korku içinde onlar, günahtan daha ziyade sakınma ve çekinme imkânı bulurlar.

Daha sonra, Cenâb-ı Hak bu hususu tekid ederek, "(Şimdi) onlardan hiçbirini hissediyor musun?" buyurmuştu. Çünkü Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) görmek, idrak etmek ve bulmak suretiyle onlardan hissedemediğinde, ve "onlardan gizli bir ses de duyamadığında" bu, onların tamamen çöküp kaybolduklarına delâlet eder.Bu ayetteki, rikz kelimesi, "gizli ses" anlamındadır. Kargının ucu toprağın içine sokulup kaybolduğunda, (rukize'r-rumhu) "kargı, toprağa sokuldu" denilmesi de bu kabildendir. Rikâz ise,' gömülmüş mal"anlamındadır. Doğruya en yakın olan görüşe göre, "Onlanimha ettik" cümlesinden maksadımüfessirler her ne kadar bunu, dünyada hemencecik verilen azâb anlamına hamletmişlerse de, ölümle yıkılıp gitmektir. Allah, doğruyu en iyi bilendir; dönüş ve varış, O'nadır. Alemlerin Rabbi olan Allah'a hamd; efendimiz olan Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e, âline ve ashabına da salât ü selâm olsun.

98 ﴿