67

Dediler ki: "O halde onu halkın önüne getirin; Olur ki onlar da şâhidlik mierler." Dediler ki: "Ey ibrahim, sen mi tanrılarımıza bu işi yaptın?" O dedi ki: "Belki bu işi, onların şu büyüğü yapmıştır. Dolayısıyla, eğer konuşabiliyorlarsa, onlara sorun" Bunun üzerine, vicdanlarına dönüp (kendi kendilerine) "Doğrusu zâlim olanlar sizsiniz siz" dediler. Sonra yine (eski) Kafalarına döndürüldüler, ve "Bunların konuşamayacağını sen de bilirsin" dediler, (İbrahim) dedi ki: "Öyleyse Allah'ı bırakıp da, hala, size hiçbir faydası ve zararı dokunmayacak olan bu putlara mı tapacaksınız? Yuh size ve Allah'dan başka tapmakta olduklarınıza! Akletmiyor musunuz?".

Bil ki o kâfirler, putların kırılmış olduğunu bizzat görüp, bunu aralarında, "O halde onu halkın önüne getirin." Dediler. Keşşaf Sahibi de: "Buradaki (......) ifadesi insanların görebileceği bir yere getiriniz.

Buna göre eğer sen, (......) harf-i cerrindeki istilâ (üstte olma) manası nedir? Dersen ben derim ki: “Bu, mesel (benzetme) yolu ile getirilmiş bir ifadedir, yani, "Onun gözler önüne getirilmesi, tıpkı bir şeye binen kimsenin bineği üzerine çıkıp sabit olması gibi sabit olur" demektir."

Ayetteki "Olur ki onlar da şahitlik ederler" ifadesi ile ilgili şu iki izah yapılmıştır:

a) Onlar, onu delilsiz-şahitsiz yakalayıp tutuklamayı uygun görmemişler ve böylece onların onu, "Olur ki söylediği şeylerle ilgili olarak aleyhine şâhidlik edebilecek kimselerin olabilmesi ve böylece yaptığı şey hususunda İbrahim (aleyhisselâm) aleyhine bir hüccet olacak kimselerin ortaya çıkma ihtimalinden dolayı, onu insanların huzuruna getirmeyi istemişlerdir. "Bu, Hasan el-Basrî, Katâde, Süddî, Ata ve İbn Abbas (radıyallahü anh)'ın görüşüdür.

b) Muhammed b. İshâk'a göre "yeşhedûn" kelimesi, insanlar orada bulunur, İbrahim (aleyhisselâm)'e verilen cezayı görür ve böylece de bu, onları benzeri bir şey yapmaya yönelmekten caydırıcı olur" demektir. Bu hususta bir üçüncü görüş de, Mukâtli ve Kelbî'den gelmektedir: Buna göre, bu ifâde ile, yukarıdaki iki mana birden kastedilmiştir. Yani "insanlar, hem İbrahim (aleyhisselâm) aleyhine şâhidlik etsin, hem de ona yapılacak şeyi görsünler diye" böyle yapılmıştır.

Ayetteki "Dediler ki: "Sen mi tanrılarımıza bu işi yaptın?" ifadesinde, bir hazif vardır ve takdiri, "Onu getirdiler ve ona eziyet edebilmek için bu işi itiraf etmesini isteyerek, "Sen mi tanrılarımıza bu işi yaptın?" dediler" şeklindedir. Böylece, İbrahim (aleyhisselâm)'den, suçun onlar üzerine döneceği ve kurtulmak isteyecekleri bir cevap sadır oldu. Çünkü Hazret-i İbrahim, (aleyhisselâm) "Belki bu işi onların şu büyüğü yapmıştır"dedi. Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm), bu sözü söyleyebilmek ve onların putlara tapmadaki cehalet ve saçmalıklarını ortaya koyabilmek için, baltayı büyük putun boynuna asmıştı.

Hazret-i İbrahim Yalan Söyledi mi?

İmdi eğer, "Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm)'in, "Belki bu işi onların şu büyüğü yapmıştır" deyişi bir yalan söylemedir?" denilirse, buna âlimler şu iki şekilde cevap vermişlerdir:

a) Bütün muhakkik âlimlerin görüşüne göre, bu bir yalan sayılmaz. Bu görüşte olanlar, bunun yalan olmadığını izah için şunları söylemişlerdir:

1) Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm)'in kastı, kendisinden sudur eden o fiili, putlara isnat etmek olmayıp, onları susturma maksadına ulaşmasını sağlayacak bir ta'riz üslûbu ile bu işi kendisinin yaptığını iyice ortaya koyup belirtmektir. Bu tıpkı şuna benzer: Diyelim ki sen, pek zarîf bir hatla bir yazıyı yazdın. Sen de hattatlıkta meşhur birisin. Arkadaşın ise yazısı güzel olan biri değil, ancak düzensiz bir şey çiziştirecek olan biridir. İşte o arkadaşın, yazmış olduğun o yazı hakkında sana soruyor: "Bunu sen mi yazdın?" de cevap veriyorsun: "Yok canım, senyazmışsındır!" Senin bu cevabla gayen, alay etmek ve bunu kendinin yapmayıp, o ümmi ve,bozuk yazılı kimsenin yazdığıını söylemek değil, kendinin yazmış olduğun te'kid etmektir. Çünkü bu iş, hem hem kadir arasında muhtemel bir işi, âciz olanın yaptığını söylemek, onunla alayir ve onu kadir olanın yaptığını söylemektir.

2) Dizilmiş ve süslenmiş gördüğünde, putlar Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm)'i hayli öfkelendirmişti ve o kâfirlerin, putların en büyüğüne çok saygı gösterdiklerini gördüğü için de ona daha fazla öfkelenmişti. Bundan dolayı, kendisinin o putları hafife almasının ve onları kırıp geçirmesinin bir sebebi olduğu için, bu işi o büyük puta nisbet etmiştir. İş, bizzat onu yapana nisbet edildiği gibi, (bazan) o işi yapmaya sebeb olana da nisbet edilir.

3) Bu, onların inançlarına göre olması gerekeni söylemektir. Buna göre Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm) onlara sanki şöyle demiştir: "Sizler, onların büyüğünün bunu yaptığını herhalde yadırgamazsınız. Çünkü ibadet olunan ve ilah olduğu iddia edilen bir varlığın, hatta daha fazlasına kadir olması gerekir." Bu üç izahı Keşşaf Sahibi yapmıştır.

4) Bu zikredilmeyen, açıkça söylenmeyen sözden bir kinaye olup, "Bu işi yapan demektir. (Onların şu büyüğü) ifadesi, söz (cümle) başıdır. Kisâî'den, ifadesinde vakıf yapılacağı, ile yeni bir cümle olarak başlanılacağı edilmiştir.

5) Bu vakfın ayetteki üzerinde yapılıp, söze "haza" diye başlanması da caizdir. Buna göre, Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm) kendisini kastederek, "Hayır, onu onların yani onlardan daha büyük ve güçlü olan yaptı" demektir. Çünkü insan, her puttan daha büyüktür.

6) Bu ifadede bir takdim-tehir vardır. Buna göre sanki Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm): "Hayır, o putlardan şu büyük olan yaptı. Eğer onlar, konuşabilirlerse onlara sorun" demiştir. Böylece, bu fiilin, putların büyüklerine nisbet edilmesi onların konuşabilir olması şartına bağlanmıştır. Binâenaleyh onların konuşmaları imkânsız olunca, bu olmaları da imkânsızdır.

7) Muhammed İbn Sümeyfi', bunu "Onu, onların büyüğü yaptı" şeklinde okumuştur ki bu, "Belki de bu işin faili, onların büyüğüdür" demektir.

b) Nakilcilerden (rivayetcilerden) bir gurubun görüşüne göre, bu bir yalan söylemedir. Bu görüşte olanlar, görüşlerinin doğruluğuna, Hazret-i Peygamber (aleyhisselâm)'in söylemiş olduğu rivayet edilen şu hadisi delil getirmişlerdir: "İbrahim, hepsi Allah'ın zatı ile ilgili olan üç yalan söylemiştir: Birincisi, "Ben hastayım" (Saffat, 89) deyişi; ikincisi "Hayır, bu işi onların şu büyüğü yaptı" deyişi ve üçüncüsü, Sâre için, "Bu kızkardeşimdir" deyişi". Bir başka hadisde de şöyle gelmiştir: "Kıyamettekiler Hazret-i İbrahim'in şefaat etmesini isteyince O, "Ben üç kere yalan söyledim" demiştir." Bu görüşte olanlar, görüşlerini aklî bakımdan da izaha çalışarak şöyle demişlerdi: "Yalan söylemek zatı gereği (aslında) bir kubuh (çirkin iş) değildir. Çünkü Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Birisi, zâlimden kaçıp, birisinin evinde gizlenip, o zâlim gelip onu sorduğunda ev sahibinin bu hususta yalan söylemesi gerekir" demiştir. Binâenaleyh durum böyle olunca Allahü teâlâ'nın, sadece kendisinin bileceği bir faydadan ötürü, Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm)'in yalan söylemesine müsâde etmesinde tuhaf görülebilecek birşey yok.

Bil ki bu makbul bir görüş değildir. Bu görüştekilerin rivayet ettikleri birinci habere gelince, yalan söyleme işi peygamberlerden ziyade bu sözü çıkaranlara daha münasip bir iştir. Bu hususta kesin delil şudur: Eğer peygamberlerin, bir maslahattan ötürü yalan söylemeleri ve Allah'ın buna müsâde etmesi caiz görülecek olsa bunu, peygamberlerin Allah'dan haber verdiği ve Allahü teâlâ'nın da haber vermiş olduğu her hususta caiz (mümkün) görmemiz gerekir. Bu ise, şer'î hükümlere güveni kökünden siler ve bütün bunlara töhmet kapılarını açar. Sonra bu haber (rivayet) doğru olmuş olsa bile, Hazret-i Peygamber (aleyhisselâm)'in "Tarizli ifâdelerde, (insanı) yalandan kurtaran bir genişlik (rahatlık) vardır" Nihaye, 5/35; Buhari. Edeb, 116. ifadesindeki, tariz manasına hamledilmiştir.

Onların delil gösterdikleri, Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm)'in "Ben hastayım" (Saffat. 89) sözüne gelince, belki de Hazret-i ibrahim (aleyhisselâm) gerçekten biraz hasta idi. Bu ayetle İlgili geniş izahımız, yerinde gelecektir. Onların, "Hazret-i ibrahim, "Hayır, bu işi onların şu büyüğü yaptı" demiştir" şeklindeki delillerine gelince, bunun cevabı açıktır. Onların, Hazret-i İbrahim, (aleyhisselâm) hanımı Sâre hakkında (Mısır kralına karşı): "Bu kızkardeşimdir" demiştir" şeklindeki sözleri hususunda şöyle denir: Onun bu sözünden maksadı, Sâre'nin din kardeşi olduğunu belirtmektir. Binâenaleyh, sözü peygamberlere yalan nisbet etmeksizin, zahiri manasına hamletmek mümkün olduğu zaman, peygamberlere yalanı ancak zındık olanlar nisbet edebilir.

Vicdanlarının Hakkı İtiraf Etmesi

Hak teâlâ'nın "Bunun üzerine vicdanlarına dönüp (kendi kendilerine) Doğrusu zâlim olanlar sizsiniz siz" dediler" ifadesi ile ilgili şu izahlar yapılmıştır:

a) İbrahim (aleyhisselâm), onlara yollarının, inanç ve dinlerinin çirkin olduğunu gösteren şeyleri getirince, uyandılar ve putlara ibadet edişlerinin yanlış olduğunu, bu hususta bir aldanış ve cehalet içerisiı.de olduklarını anladılar.

b) Mukâtil şöyle der: "Onlar, kendi kendilerine dönüp, (vicdanen) kendilerini kınayarak, "Balta o büyük putda olduğu halde, İbrahim (aleyhisselâm)'in onları kırdığını iddia ederek, İbrahim (aleyhisselâm)'e haksızlık edenler, biziz biz" dediler."

c) Mana, "Siz, ona bunu sorduğunuz ve cevaben sizinle alay ettiği için, kendi kendinize zulmetmiş olduğunuz" şeklindedir. Doğruya en yakın olan, birinci izahtır.

Hak teâlâ'nın "Sonra yine (eski) odalarına döndürüldüler ve "Bunların konuşmayacağını sen de bilirsin" dediler" badesine gelince Keşşaf sahibi şöyle der: "nekesehu, "O, falan şeyi ters çevirdi, altını üstüne getirdi" demektir." Bu ayetle ilgili iki mesele vardır:

Birinci Mesele

Bu deyimin manası hususunda şu izahlar yapılmıştır:

1) Bununla, "Onlar kendi kendilerine döndüklerinde (vicdanlarına danıştıklarında), doğru karar verdiler ve en uygun olanı buldular. Sonra da, eski fikirlerine dönerek, bundan vazgeçtiler ve yine eski batıl delilleri ile mücadele etmeye başladılar. Bir de halleri konuşabilen bir canlıdan daha aşağı olduğu halde, putların mabud olduklarını iddiaya devam ettiler.

2) Onlar, Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm)'in kendilerini (delille) susturup, bir şey söyleme mecali kokmamasından dolayı, çok pişman olup, hayal kırıklığına uğradıkları ve perişan oldukları için, gerçekten "başlarına" yani başkanlarına döndüler ve o başkanlarının brahim (aleyhisselâm)'e verebileceği her cevabın kendileri aleyhine bir delil olacağını gördüler.

3) İbn Cerir şöyle der: "Sonra onlar İbrahim (aleyhisselâm) kendileri ile mücâdele ettiğinde, ona karşı ileri sürdükleri her delilde, tersyüz oldular, tepetakla gittiler, yani hüccet hususunda, mağlub oldular ve İbrahim (aleyhisselâm)'e, karşı neticede ibrahim (aleyhisselâm)'in lehine, udilerinin aleyhine olan deliller getirdiler. "Bunların konuşamayacağını sen de bilirsin" dediler ve üzerlerindeki bu şaşkınlıktan ötürü, bunun böyle olduğunu itiraf ettiler. Buna göre mana, "Onların delilleri geri tepti" şeklindedir. Böylece ayette bizzat onlardan bahsetme, onların delillerinden bahsetme yerine geçmiştir.

İkinci Mesele

Ayetteki nükisû fiili, şeddeli olarak nekkesû (çevirdiler) ve meçhul olarak, nükkisû (çevirildiler) şeklinde okunmuştur. Bu, "Onlar, kendilerini başlarına çevirdiler (yani vicdanlarına döndüler)" demektir. Bu, Rıdvan b. Abduf Ma'bûd'un kıraatidir.

Hak teâlâ'nın "Öyleyse Allah'ı bırakıp da hala size hiçbir faydası ve zararı dokunmayacak olan bu putlara mı tapacaksınız. Yuh size ve Allah'ı bırakıp tapmakta olduklarınıza! Akletmiyormusunuz?" hitabının manası açıktır. Keşşaf sahibi şöyle der: "Üff" kelimesi, söylendiğinde, söyleyenin canının sıkıldığını ortaya koyan bir sestir. Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm)'in, onların bütün mazeretleri kapanıp, hakkın apaçık ortaya çıkışından ve böylece batılın yıkılışından sonra hala, putlara ibadet etmelerini gördüğü için canı sıkıldı da, bunlardan dolayı, "üff (yuh)" dedi. Sonra Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm)'in onlara bu sözü, onlar onun görüşünün (sözlerinin) doğruluğunu anladıkları için demiş olması muhtemel olduğu gibi, akletmeseler bile, delilleri ortaya apaçık çıktığı için demiş olması da muhtemeldir. Onun, "hâli bu putlara mı tapacaksınız?" ve “Akletmiyor musunuz ?” ifadelerinden ötürü bu görüş doğruya daha yakındır.

İbrahim (aleyhisselâm)'ı Yakmaya Teşebbüs Etmeleri

67 ﴿