10"Hanımlara zina tsnâd eden ve haklarında kendilerinden başka şahidleri de bulunmayan kimselere gelince, onlardan herbirinin yapacağı şâhidlik, kendisinin hakikaten sâdıklardan olduğunu Allah'a yemin ederek, dört defa yapacağı şahidlikür. Beşincide, eğer yalancılardansa, Allah'ın laneti muhakkak kendisinin üstüne (olsun diye dua etmesidir). O (kadının), o zevcinin, muhakkak yalancılardan olduğuna, Allah'a yemin ederek dört defa şâhidlik edip, beşincide de, eğer o (kocası) sadıklardan ise, Allah'ın gazabı kendisi üzerine olsun (diye beddua etmesi) o kadından bu azabı (cezayı) defeder. Eğer üzerinizde Allah'ın fazlı ve rahmeti olmasaydı; eğer gerçekten Allah tevbeleri kabul eden, yegane hüküm ve hikmet sahibi olmasaydı (haliniz nice olurdu)?". Bil ki Hak teâlâ kişinin ailesi dışındaki hanımlara yaptığı zina isnâd ve iftirasının hükmünden bahsettikten sonra, kendi hanımına zina isnadında bulunmasının hükmünü zikretmiştir. Hem sonra bu ayet şöyle bazı konuları ihtiva etmektedir. Nüzul Sebebi Birinci Konu: Ayetin sebeb-i nüzulü hakkında âlimler şunları nakletmişlerdir: 1) İbn Abbas (radıyallahü anh) şöyle der: "Hak teâlâ'nın, "Namuslu ve hür kadınlara (zina) iftirası atanlar...."(Nûr, 4) ayeti nazil olunca, Âsim b. Adiyy el-Ensâri şöyle dedi: "Yani bizden biri, evine girse, bir adamı hanımının koynunda bulsa, eğer bu durumda o, buna şahid olabilecek dört kişi getirmeye kalksa, o zamana kadar o adam işini görüp gitmiş olur. Yok, eğer onu o anda öldürse, onun katili sayılır. Yok, eğer: "Ben falancayı, hanımımla beraber buldum" diyecek olsa, iftira cezasına çarptırılır. Yok, eğer sesini çıkarmayacak olsa, öfkesini içinde tutmuş olacak. Allah'ım, bir çıkış kapısı aç." Asımın, Uveymir adında bir amcaoğlu ve Uveymir'in de Havle binti Kays adında bir hanımı vardı. Derken Uveymir, Asıma gelip: "Yemin olsun ki Şureyh b. Sehmâ'yı, Hanımım Havle'nin üzerinde (koynunda) gördüm" dedi. Bunun üzerine Asım istircâ'da bulundu, yani "Biz, Allah'a aitiz ve O'na döneceğiz" dedi ve sonra, Resulüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a gelip "Ya Resulullah, ailem hususunda ne çabuk imtihan oldum!" dedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de: "Ne demek istiyorsun?" dedi. Bunun üzerine Âsim: "Amcaoğlu Uveymir, Şureyh b. Sehmâ'yı hanımı Havle'nin üzerinde bulduğunu bana haber verdi" dedi. Uveymir, Havle ve Şureyh, bunların hepsi de Âsimin amca çocukları idiler. Bu sebeble, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onların hepsini çağırttı ve Uveymir'e dönerek: "Zevcen hakkında (yalan söylemekten), Allah'dan ittikâ et. O, senin amcakızındır. Ona iftira etme" dedi. Uveymir de: "Ya Resulullah, Allah'a yemin ederim ki, Şureyh'i hanımımın üzerinde gördüm. Dört aydan beri ona yaklaşmadım. O, benden başkasından hâmile kalmıştır" dedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) o zaman Havle'ye dönerek: "Allah'dan kork, sadece ne yaptığını söyle" dedi. Havle de: "Ey Allah'ın Resulü, Uveymir kıskanç bir adamdır. Şüreyh'in bana dikkatlice baktığını ve benimle konuştuğunu gördü. Kıskançlığı onu, böyle söylemeye sevketti" dedi. İşte bunun üzerine Allahü teâlâ bu ayeti indirdi. O zaman da Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem) emretti de, namaz ezanı okundu, ikindi namazını kıldırdı, sonra Uveymir'e dönüp: "Kalk ve "Allah'a yemin ile şehâdet ederim ki, Havle kesinlikle zina etti ve ben (bu hususta) doğru söylüyorum" de" dedi. Sonra Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Uveymir'e ikinci olarak: "Allah'a yemin ile şehâdet ederim ki, ben Şureyh'i Havle'nin üzerinde gördüm ve ben hiç şüphesiz sâdıklardanım" de" buyurdu. Daha sonra üçüncü olarak da: "Allah'a yemin ile şehâdet ederim ki, o benden başkasından hamile kalmıştır" de" buyurdu. Dördüncüsünde de: "Allah'a yemin ile şehâdet ederim ki, o zina etmiştir. Çünkü ben ona dört aydan beri yaklaşmadım ve ben gerçekten doğru söyleyenlerdenim" de" buyurdu. Beşincisinde de: "Eğer ben (Uveymir) yalan söylüyorsam, Allah'ın laneti benim üzerime olsun "de" buyurdu. Daha sonra da Uveymir'e "Otur" dedi. Havle'ye "kalk" dedi. Havle ayağa kalktı iki defa "Allah'a yemin ile şehâdet ederim ki ben zina etmedim. Kocam Uveymir, yalancılardandır (yalan söylüyor)" dedi, ikinci olarak, "Allah'a yemin ile şehâdet ederim ki, o benim üzerimde Şureyh'i görmedi, yalan söylüyor"; üçüncü olarak, "Allah'a yemin ile şehâdet ederim ki, ben ondan hamileyim, o yalan söylüyor"; dördüncü olarak, "Allah'a yemin ile şehâdet ederim ki, o (kocam) beni bir zina yaparken görmedi, o yalan söylüyor"; beşinci olarak da: "Eğer Uveymir söylediklerinde doğru ise, Allah'ın gazabı benim üzerime olsun" dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), onları birbirinden ayırdı. 2) Kelbî'nin rivayetine göre İbn Abbas (radıyallahü anh) şöyle demiştir: "Âsim, bir gün ailesine varıp gitti ve Şüreyh b. Sehmâ'yı hanımının koynunda buldu. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e geldi." Hadisin bundan sonraki kısmı, geçen rivayette olduğu gibidir. 3) İkrime, İbn Abbas (radıyallahü anh)'dan şunu rivayet etmiştir: "Namuslu ve hür kadınlara (zina) iftirası atan..."(Nûr, 4) ayeti inince, Ensâr'ın reisi (büyüğü) durumunda olan Sa'd b. Ubâde (radıyallahü anh) şöyle dedi: "Eğer hanımımın koynunda birisini yakalasam, dört şahid getirmeye kalkıştığımda, o işini bitirip gitmiş olacak" dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), "Ey Ensar cemaati, reisinizin dediğini duymuyor musunuz?" deyince, onlar "Ya Resûlullah onu kınama. Çünkü o kıskanç bir adam" dediler. Sa'd b. Ubâde (radıyallahü anh) de, "Ya Resulellah, Allah'a yemin ederim ki, bu ayetin Allah'dan geldiğini ve hak olduğunu biliyorum. Fakat buna şaştım." (Bunu anlamakta zorluk çektim)" dedi. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), "Allah kesinlikle böyle buyuruyor" dedi. Çok beklemeden, Sa'd'ın Hilâl b. Ümeyye adındaki amcaoğlu çıkageldi. Hilâl Allah'ın tövbelerini kabul ettiği o meşhur üç kişiden biri idi ve "Ya Resûlullah, hanımımın koynunda birisini yakaladım. Şu gözümle gördüm, şu kulağımla işittim" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), onun getirdiği bu haberden hoşlanmadı. Hilâl de, "Allah'a yemin ederim ki, ey Allah'ın Resulü, yüzünden söylediğim şeyden hoşlanmadığını hissetmekteyim. Ama, Allah biliyor ki doğru söylüyorum ve sadece hakkı ifade ettim" dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), "Ya beyyine (şahid-delil getirirsin), yahut da (sana) had uygulanır" dedi. Ensar bir araya gelip, "Sa'd'ın söylediği başımıza geldi" dediler. Onlar böyle konuşurlarken, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e vahiy geldi. Ona vahiy geldiğinde, yüzünün rengi kaçar, bedenini bir kırmızılık sarardı. O'nun bu sıkıntısı geçince, "Ey Hilâl, müjdeler olsun, Allah senin için bir çıkış yeri nasib etti" dedi. Hilâl de: "Ben de, Allah'dan bunu umuyordum" dedi ve Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ensara bu ayetleri okuyup, "O kadını çağırın" dedi. Kadın çağırıldı. Gelince, Hilâlin yalan söylediğini iddia etti. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de, "Allah ikinizden birisinin yalancı olduğunu biliyor. Sizden, tevbe edecek birisi yok mu?" dedi ve karşılıklı olarak lanetleşmelerini (Li'an'ı) emretti. Bunun üzerine Hilâl, Allah adına yemin edip, şehâdet ederek, kendisinin sâdıklardan olduğunu söyledi. Beşinci seferinde, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ona, "Ey Hilâl, Allah'dan kork, çünkü dünya azabı (cezası) âhiret azabından daha kolaydır" dedi. Hilâl de, "Allah'a yemin ederim ki, Allah'ın Resulü bana celde vurmadığına göre, Allah bu kadından ötürü bana azab etmeyecektir" deyip, beşinci kez (malum şekilde) yeminle şehâdette bulundu. Daha sonra Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kadına dönerek, "Sen de bu şekilde yemin edip, şehâdette bulunabilir misin?" dedi. O da, dört defa, Hilâl'in yalan söylediğine dair yemin ile şehâdette bulundu. Beşincisine başlayınca Resûlûitah (sallallahü aleyhi ve sellem) ona, "Allah'dan kork, bu beşincisi, neticesi mutlaka gerçekleşecek olandır" dedi. Bunun üzerine kadın, bir müddet duraladı, suçunu itiraf edecek gibi oldu, sonra "Allah'a yemin ederim ki, kavmimi rezil kepaze etmeyeceğim" deyip, beşinci kez Hilâl eğer doğru söylüyorsa, Allah'ın gazabının kendisine olması için yemin edip, şehâdette bulundu. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), o ikisini birbirinden ayırdı. Sonra da, "Bekleyin. Eğer bu kadının doğuracağı çocuk orta, kırmızı-beyaza çalan san renkli ve ince bacaklı olursa, Hilâl'e aittir. Yok eğer o çocuğun bacakları kalın, esmer ve kıvırcık saçlı ve yassı burunlu olursa, bu da (kim yaptıysa) ona aittir" dedi. Kadın esmer, kalın bacaklı bir çocuk doğurdu. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) "Eğer o yeminler olmasaydı, benim ile o kadının işi vardı" Kenzu'l-Ummâl, 15/40581; Ebû Dâvûd, Talâk. 27 (2/278). "(Ben, ona yapacağımı biliyordum)" buyurmuştur. İkrime, "Andolsun ki o çocuğu daha sonra, babasının kim olduğu bilinmediği halde, bir şehrin valisi olarak gördüm" demiştir. Farklı Kıraatler İkinci bahis: Bu, kıraatle ilgilidir: Ayetteki (......) kelimesi, tâ ile (......) şeklinde okunmuştur. Çünkü "şühedâ" lafzı cemidir. Yahut da, şühedâ (şahidler), manası müennes olan "enfüs" (nefisler) takdirindedir. Kelimesinin mansub oluşu ise, mef'ül-ü mutlak hükmünde olmasından ötürüdür. Bunun amili ise masdar olan, "sehâdet" kelimesidir. 'Şehâdet" kelimesi, haberi mahzuf bir mübteda olup, ifadenin takdiri "Onların birisinin dört kere şehâdet etmesi, vacibtir (farzdır)" şeklindedir. nin muhaffefi olarak kendisinden sonra gelen kelimenin ref'i ile şeklinde de okunmuştur. Yine bu masdar fiil olarak, şeklinde de okunmuştur. Ayrıca her iki yerdeki "hâmise" kelimesi "Beşinci şâhidliğini yapar" takdirinde, mansub olarak da okunmuştur. Üçüncü Bahis: Bu, bu konudaki hükümlerle ilgilidir. Bu konuyu, incelemek birtakım ana başlıklarla alakalıdır. Birinci ana konu, "Li'ân'ı gerektiren şey hakkındadır. Bununla ilgili birkaç mesele var: Lanı Gerektiren Durum Bil ki bir kimse, hanımına zina isnadında bulunduğunda, eğer o kadın muhsan (iffetli-namuslu) ise, o adama hadd vurulması gerekir. Yok eğer kadın muhsan değilse, kocaya ta'zir gerekir. Bu tıpkı yabancı bir kadına İftira atmada, gereken bu iki şeyin aynı olması gibidir. Fakat gerekli olan bu iki şey had veya ta'zir, bu iki durumdaki çıkış (kurtuluş) yolları bakımından farklıdırlar. Mesela yabancı kadına iftira edilmesi halinde, iftira edenden had cezası ancak, ya iftira edilen kimsenin ikrarı ile, ya da onun bu işi yaptığına dair bir beyyine (delil) ile düşer. Kişinin, kendi hanımına böyle bir suç isnadı halinde ise, had cezası hem bahsedilen bu iki şeyden biri (yani ikrar veya beyyine), yahut da li'ân ile düşer. Şeriat, li'ân'ı şu iki sebebden ötürü, yabancı kadınlara isnadda bulunmasında değil de, bu halde yani kendi hanımına zina isnadında bulunması halinde nazar-ı dikkate almıştır. 1) Kişiye, yabancı kadınlara zina nisbet edilmesinde, bir sıkıntı ve ar söz konusu olmaz. Binâenaleyh evlâ olan, böyle birşeyi (şahidleri ve beyyinesi yoksa) gizli tutmaktır. Fakat birisi, onun kendi hammıyla zina ederse, o bundan hem alabildiğine ar duyar, hem de nesebi bozulmuş-karışmış olur. Dolayısıyla kocanın buna sabretmesi mümkün değildir. Bunun bir beyyineye (dört şahide) dayandırılması da adeta imkânsız gibidir. Binâenaleyh işte bundan ötürü şeriat, böyle durumlarda li'an'ı öngörmüştür. 2) Kişinin hammıyla olan halleri konusunda, genel olan durum gerçekten böyle bir işin olması müstesna, hanımına bir iftirada bulunmamasıdır. Binâenaleyh eğer bir kimse hanımına böyle bir isnadda bulunmuşsa, bu isnâd ve iftiranın kendisi, o kimsenin bu hususta (büyük ihtimalle) doğru olduğunun şahididir. Fakat böyle durumun şahidliği, tam ve mükemmel bir şahidlik değildir. Binâenaleyh bu şehâdeti destekleyecek olan yeminler de buna eklenir. Bu, tıpkı zayıf olduğu için kadının şahidliğinin sayısal olarak (bir erkeğe, iki kadın kabul edilmesiyle) artırılması ve tek bir şahidin pek çok fukaha'nın görüşüne göre, şehâdetinin yanısıra yemin etmek suretiyle kuvvetlendirilmesi hadisesi gibidir. Karsını İtham Edenin Hükmü Ebûbekir er-Râzi şöyle der: "Kişinin yabancı kadınlara ve kendi hanımına attığı iftiranın cezası seksen değnektir. Bunun delili Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, Hilâl b. Ümeyye'ye hanımının Şüreyh b. Sehma ile zinada bulunduğu iddiasında bulunduğunda söylediği şu hadistir: "Bana senin lehinde şehâdet edecek dört şahid getir. Aksi halde, bunun cezası sırtına vurulacak bir haddir! Buharî, Şehadât, 21. Bu ifade ile kişinin kendi hanımına attığı zina iftirasının cezasının da, tıpkı yabancı kadınlara attığı iftiranın cezası gibi olduğu sabit olur. Fakat bu ceza, kocalar hakkında li'an ile nesheditmiştir. Aynı hadis, "söyleyin bakalım, eğer bir adam, birisini hanımının koynunda yakalasa ve bu durumda bunu etrafa söylese, sizler ona celde cezası uygularsınız, o adamı öldürse, sizler de onu (kısâsen) öldürürsünüz, sussa öfkesi içinde kalacak" diyen birisi için de rivayet edilmiştir. İşte bu hadisler, hanımına iftira edenin cezasının seksen celde olduğuna, fakat Hak teâlâ'nın bunu Iran ayetiyle neshettiğine delâlet etmektedir. Üçüncü Mesele Şâfii (r.h) şöyle der: Koca, hanımını itham ettiğinde farz olar şer'i ceza had (celde)dir Fakat bu celdeden, li'an ile koca kurtulur. Bu tıpkı yabancı bir kadına iftira eden için gerekli cezanın hadd-i kazif (seksen değnek)olup, onun bundan kurtuluşunun ancak, dört şahid sayesinde olması gibidir. Binâenaleyh eğer koca, böyle bir durumda li'ana (lanetleşmeye) yanaşmazsa, ona hadd-i kazif gerekir. Dolayısıyla koca li'ana yanaşır, fakat kadın bundan kaçınırsa, kadına da zina cezası olan (recm) gerekir. Ebû Hanîfe (r.h) ise şöyle der: "Koca, "liân"a yanaşmadığında, li'an'a yanaşıncaya kadar hapsedilir. Kadın da böyledir, li'an'laşmaya yanaşmadığında buna yanaşıncaya kadar hapsedilir." Şafliyyenin Delilleri Şafii'nin delilleri şunlardır: 1) Allahü teâlâ, sûrenin başında, "kendi hanımlarından başka namuslu ve hür kadınlarım itham edenler.." buyurmuş, bunun peşinden, "sonra dört şahit getiremeyen kimselere de seksen değnek vurun." ifadesine yer vermiş, daha sonra da, bu ifadeye kocalara ait hükümleri de atfederek, "Zevcelerine zina isnâd eden ve haklarında kendilerinden başka şahitleri de bulunmayan kimselere (gelince),." (Nûr.6) buyurmuştur. Binâenaleyh (hanımları olmayan) kadınlara iftira atmanın gereği, ya dört şahit getirmek veyahut da celde olduğuna göre, kişinin kendi hanımlarına ettiği isnadın gereği de, ya li'an'laşma veyahut da haddir... 2) Cenâb-ı Hak, "O kadının, ..dört (defa) şehâdetetmesi, .. ondan (o kadından) bu azabı defeder" (nûr. 8) buyurmuştur. Bu ifadedeki azab kelimesinin başındaki elif-lâm, umumilik ifade etmez. Çünkü, o kadına her türlü azab gerekmemiştir. Binâenaleyh, bu ifadenin başındaki elif-lamı, daha önce bilinen malum olan bir manaya hamletmek gerekir. Daha önce bilinen mana da, "hadd"dir. Çünkü Allah bu sûrenin başında, "müminlerden bir zümre de bunların azabına şahit olsun" buyurmuştur. İşte bu ifadede geçen azab ile de bunu kastetmiştir. Ayetteki ifadesindeki el-azab kelimesiyle az önce yazdığımız ayette geçen "hadd" anlamına gelen azabın kastedildiği sabit olduğuna göre, o kadının li'an'a yanaşmadığı zaman hadd cezasına çarptırılacağı, li'an'laştığında ise, bu cezayı savuşturacağı sabit olmuş olur. Buna göre şayet, "el-azab" sözünden hapsetmek kastedilmiştir" denilirse, biz deriz ki: Biz, buradaki elif-lamın, daha önce geçmiş olan belli bir manayı ifade ettiğini beyan etmiştik... Burada en yakın olarak bahsedilen şey ise, "hadd" anlamına gelen azâbdır. Hem, biz bunu "hadd" anlamına aldığımızda, ayet mücmel olmaz, ama hapsetmek manasına alırsak, ayet mücmel olur. Çünkü ayette hapsin miktarı belirtilmemiştir. 3) Şafii (r.h) şöyle der: Kadının hapsedilmesinin batıl olduğuna şu husus da delalet etmektedir: Bu durumda olan kadın, "Eğer erkek doğru söylüyorsa, bana hadd uygulayın; yok eğer yalancı ise, beni salıverin. Benim hapisle ne alâkam var! Çünkü benim hapsedilmem, ne Allah'ın kitabında, ne Resulünün sünnetinde, ne icmâda, ne de kıyasta yer almaktadır..." diyebilir. 4) Koca, hanımına iftira ve suç isnadında bulunur, kendisinin şehâdetiyle de bundan bir çıkış yolu bulamazsa, Cenâb-ı Hakk'ın, "Namuslu ve hür kadınları itham eden sonra dört şahit getiremeyen kimselere de, seksen değnek vurun" (Nur, 4) ayetinden ötürü, bu kimseye hadd gerekir. Koca hakkında bu sabit olunca, kadın hakkında da sabit olur. Çünkü ikisi arasında bir farkın bulunduğunu söyleyen kimse yoktur. 5) Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın, Havle'ye "Dikkat, recm sana Allah'ın gazab etmesinden daha hafiftir" şeklindeki sözüdür. Bu ifade bu konuda bir nasstır. Hanefiyyenin Delilleri Ebû Hanife (r.h)'nin delili ise şudur: "Kadına gelince, kadın li'an'a yanaşmamaktan başka bir şey yapmamıştır. Binâenaleyh, kadının li'an'a yanaşmaması, ne o kadının zina ettiğine dair bir beyyinedir ve ne de kadının bu zinayı ikrar etmesi manasına gelir... Binaenaleyh, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in "Kişinin kanı.... şuöçsebepten biri bulunmadıkça mubah olmaz" hadisinden ötürü, kadının recmedilmesinin caiz olmaması gerekir... Kadın, "muhsan" (hür ve evli) olduğu zaman recm gerekmediğine göre, "muhsan" olmadığında "celde" de gerekmez. Çünkü, bu ikisi arasında bir farkın bulunduğunu söyleyen kimse yoktur. Hem, "li'an"a yanaşmamak, ikrar etmeyi açıkça ifade etmez!.. Binâenaleyh, tıpkı hem zinaya hem de başka bir şeye ihtimali olan bir lafız ile zina sabit olmadığı gibi bununla da "hadd"in isbatı caiz olmaz." Dördüncü Mesele Ekseri ulema, kişi, hanımına, "Ey zâniye, ey zinâkâr kadın!" dediğinde, iran'ın gerektiği kanaatindedirler. İmam Mâlik (r.h) ise, "Kişinin, hanımına "Seni zina ederken gördüm" demesi yahut o kadının (kendisinden) hamile olduğunu ve o çocuğun kendi çocuğu olduğunu kabul etmemesi durumu hariç, li'an yapılmaz" demiştir. Cumhurun delili şudur: Cenâb-ı Hakk'ın (......) ifâdesi, her şeyi içine alan umûm bir ifadedir. Bir de, yabancı bir kadına iftira atma hususunda kullanılan o ifadeler arasında bir fark bulunmamaktadır. Binâenaleyh, kişinin kendi hanımını zina ile itham etmesi hususunda da, durum böyledir. Li'an'da Bulunanlar İkinci anakonu, "li'an"da bulunanlardır... Şâfii (r.h) şöyle der: "Yemini (şehâdeti) sahih olanın, "li'an"ı da geçerli ve sahihtir. Binâenaleyh, li'an hadisesi, iki cariye iki zımmî ve iki "hadd" giymiş kimse arasında uygulanabileceği gibi, taraflardan birinin cariye, yahut da kocanın müslüman,kadının ise "zımmîye" olması durumunda da uygulanır...." Ebu Hanife (r.h) ise, şu iki yerde li'an cereyan etmez der: a) Koca yabancı birisi olup, kan da, kendisine iftira edene hadd gerekmeyen kimselerden olursa..... Bu, mesela, karının memlûke (cariye) veya "zımmîye" olması gibidir. b) Taraflardan birinin, iftiradan dolayı hadd giymiş olması., yahut köle, yahut da kâfir olması gibi, şehâdette bulunamayan kimselerden olması. Daha sonra Ebu Hanife, fasık ve kör kimsenin, şehâdet edemeyen kimselerden olmalarına rağmen, "li'an"larının sahih olacağını öne sürmüştür. Şafii (r.h)'nin görüşünün izahı şudur: (......) ayetinin zahiri, her şeyi içine alır. Tahsis etmenin gereği yoktur. Kıyas da, şu iki bakımdan açıktır: a) Li'anlaşmanm maksadı, kişinin kendisinden ân, utancı ve veled-i zina olan o çocuğu def etmek, uzaklaştırmaktır. Böyle bir def etme işine, kendisine hadd uygulanmayan kimse muhtaç olduğu gibi, kendisine hadd uygulanmış kimse de muhtaçtır... b) Biz, şehâdet edemeyenlerden olmasalar bile, fâsık ve âmânın "li'an"ının sahih olacağı hususunda ittifak etmişizdir. Binâenaleyh bu ikisinin dışında kalanlar hakkında da, hükmün böyle olması gerekir. Bu iki mesele arasındaki cihet-i camia, müşterek nokta ise, zina utancını def etmeye duyulan ihtiyaçtır. Ebû Hande (r.h)'nin görüşünün izahının delili ise, hem "nass" hem de manadır. Nassa gelince, Abdullah İbn Amr İbn el-Âs'ın, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in söylediğini rivayet ettiği şu hadistir: "Kadınlardan şu dört kimsenin kendileriyle kocaları arasında li'an cereyan etmez. Müslümanin nikâhında bulunan yahudi kadın ile hristiyan kadın, köle ile evlenmiş hür kadın ve hür erkekle evlenmiş cariye..." İbn Mace, Talâk, 27 (1/670). Ebu Hanîfe'nın mana bakımından deliline gelince, biz derik ki (o şöyle demiştir): "Birinci duruma gelince, bu (Nûr.4) ayetinden dolayı, hem kişinin kendi hanımına, hem de yabancı bir kadına atmış olduğu iftiradan dolayı ona gerekli olan "hadd'dir. Ama bu hadd işi daha sonra kocalar hakkında neshedilmiş ve bu haddin yerini "li'an" almıştır. Binâenaleyh, yabancı kadınlara iftira atılması halinde, kocaların "li'an"da bulunmaları, hadd cezasının yerine geçince, kendisine yabancı bir erkeğin iftira etmesi halinde, hadd gerekmeyen kimselere "li'an" da gerekmez... İkinci duruma gelince, bunun izahı da şöyledir: Li'an, bir şehâdettir. Binâenaleyh, şehâdette bulunamayan kimselerin şehâdetlerinin doğru olmaması gerekir. Biz, şu iki sebepten dolayı, "li'an"ın bir şehâdet olduğunu söyledik: 1) Cenâb-ı Hak, "Haklarında, kendilerinden başka şahitleri de bulunmayan kimselere (gelince) onlardan ve birinin yapacağı şahitlik Allah'a yemin (ile) dört şahitliktir" (Nûr. 7) buyurmuş, onların "li'an"larını bir "şehâdet" olarak adlandırmıştır. Nitekim, Cenâb-ı Hak ".... erkeklerinizden iki şahit tutunuz.."(Bakara, 282) ve ".. onlara karşı içinizden dört şahit getirin.." (Nisa, 15) buyurmuştur. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), taraflara li'an yaptırırken, onlara şehâdet lafzını kullanarak li'an'laşmalarını emretmiş, sadece yemin lafzıyla yetinmemiştir li'an'ın bir şehâdet olduğu sabit olunca, Cenâb-ı Hakk'ın, "Onların şahidliklerini ebediyyen kabul etmeyin..." (Nur, 4) ifadesinden dolayı, iftiradan ötürü hadd giymiş kimsenin şahadetinin kabul edilmemesi gerekir... İftiradan dolayı hadd giymiş kimse hakkında durumun böyle olduğu sabit olduğuna göre bu durum ya bunların şehâdet ehlinden olmadıklarına dair mevcut olan icmâ'dan yahut da arada bir fark olduğunu söyleyenin bulunmamasından dolayı, köle ve kâfir hakkında da sabit olur. Şafii (r.h) ise, şu şekilde cevap verir: Li'an, gerçekte bir şehâdet değil, tam aksine bir yemindir. Çünkü insanın kendisine şehâdet etmesi caiz değildir. Diğer bir husus da şudur: Şayet bu bir şehâdet olmuş olsaydı, o zaman kadının şehadetinin erkeğin şehadetinin yarısı addedildiği için, sekiz defa şehadette bulunması gerekirdi... Bir de, âmâ ve fasık kimselerin yeminleri sahihtir, ama şehadette bulunmaları caiz değildir. İmdi eğer: "Fasık erkek ile fasık kadın bazan tevbe edebilirler..." denilirse, biz deriz ki: Köle de bazan azâd edilir ve böylece, şehâdeti caiz olur... Şafii (r.h) bu görüşünü şu şekilde kuvvetlendirir: "Köle, azad edildiğinde, o anda hemen şehâdeti kabul edilir. Fasık ise, tevbe ettiğinde, o anda hemen şehâdeti kabul edilmez." Daha sonra Şafii, Ebû Hanîfe (r.h)'ye karşı şu delili de ileri sürmüştür: Zımmîlerin, birbirleri hakkındaki şehâdetleri makbuldür. Binâenaleyh, erkekle "zimmîye" kadın arasındaki "li'an"ın da caiz olması gerekir. Bütün bunlar, Şafii (r.h)'nin sözleridir. O, bundan sonra şöyle der: Kendisine hadd uygulanan kimselere göre de, hadd'ler farklılık arzeder. Bunun manası şudur: Eğer koca, li'an'a yaklaşmazsa köleliğinden dolayı, hakkındaki iftira cezası ikiye bölünür; eğer koca li'an'da bulunur. Kadın ise li'an'da bulunmazsa, o zaman o kadının cezası (hadd), "muhsan" oluşuna-olmayışına ve hür veya cariye oluşuna göre farklılık arzeder. Li'ana Bina Edilen Hükümler Üçüncü anakonu, Li'an'a dayanan hükümler hakkındadır. Şafii (r.h) şöyle der: "Li'ân'a, şu beş hüküm taalluk etmektedir: a) Haddi savuşturmak... b) Çocuğun reddedilmesi... c) Karı-kocanın ayrılması... d) Karı-kocanın ebedi olarak birbirine haram olması... e) Kadına haddin vacib olması... Bütün bu hükümler, sırf erkeğin li'an'da bulunması ile tahakkuk eder, bu hususta kadının li'an'ına ve hâkimin hükmüne ihtiyaç duyulmaz... Çünkü, hâkimin buna hükmetmesi, karı-koca arasında bir ayrılığı meydana getirme değil, bu ayrılığı yürürlüğe koymak olur. Şimdi biz bu meseleler hakkında konuşalım. Karı Kocanın Ayrılması Müçtehitler, li'an sebebiyle ayrılığın meydana gelip gelmeyeceği hususunda şu dört görüş üzere ihtilaf etmişlerdir: 1) Osman el-Betti şöyle der: "Ben, kocanın hanımı ile li'an'da bulunmasının, kocanın hanımını boşamasını gerektiren herhangi bir şeyi gerektirdiğini göremiyorum." 2) Ebu Hanife, Ebu Yusuf ve İmam Muhammed, hâkim aralarını ayırmadığı müddetçe tarafların li'ân'ı bitirmeleri ile bir ayrılığın meydana gelmeyeceğini söylemişlerdir. 3) İmam Malik, el-Leys ve Züfer (r.h), taraflar li'anı bitirdiklerinde, hâkim onları ayırmasa bile, karıkocanın birbirlerinden ayrılmış olduklarını söylemişlerdir. 4) Şafii (r.h) ise, şöyle der: "Koca, şehâdeti ve lânetlemeyi bitirdiğinde, karısından ayrılmış olur. Artık o kadın, ister li'an'da bulunsun ister bulunmasın, o kocaya kesin olarak helâl olmaz... Osman el-Betti nin delilleri şunlardır: 1) Li'an, ayrılığı ne sarih ne de kinai olarak ifade etmez... Binâenaleyh tıpkı ayrılığı ihsas ettirmeyen diğer sözler gibi, ayrılığı ifade etmemesi gerekir... Çünkü genel olarak li'an'laşmada koca, sözünde sadık olur ki bu da, herhangi bir haramlığı gerektirmez... Baksana, şayet kadının aleyhine delil bulunsa, bu da yine bir haramlığı ifade etmez. Binâenaleyh, erkek yalancı olur, kadın ise doğru olursa, bunda da haramlığa delâlet eden herhangi bir şeyin bulunmadığı sabit olur. 2) Şayet taraflar, kendi aralarında li'an'laşırlarsa, bu li'an'laşmalan bir ayrılığı gerektirmediği gibi hâkimin huzurunda li'an'laşmalan da bir ayrılığı gerektirmez. 3) "Li'an" yabancı kadınlara atılan iftira hususunda, şahitlerin yerini tutar... Burada şahitlerin bulunmasında, sadece hadd düşürme durumu hariç, bir fayda bulunmadığı gibi, li'an'ın da haddi düşürmenin dışında herhangi bir tesiri yoktur... 4) Koca, hanımına attığı iftira hususunda kendisini yalanlayıp (yalan söylediğini itiraf edip), dolayısıyla kendisine hadd-ı kazf uygulandığında, bu durum bir ayrılığı gerektirmediği gibi, kocanın li'an'laşması da böyle olur. Çünkü li'an da, haddi def etme için yapılmıştır. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın, lanetleşen tarafları birbirinden ayırmasına gelince, bu, el-Aclani hadisesinde böyle olmuştur. Bu hadisede koca, hanımını li'an'dan sonra üç talâkla boşamıştı... İşte bundan dolayıdır ki Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bunları birbirinden ayırmış idi. Ebu Hanife'nin görüşüne, yani hâkimin o ikisini ayırmasına gelince, burada şu iki şeyi mutlaka açıklamak gerekir: a) Onları birbirinden, hakimin ayırması gerekir.... Bunun delili Sehl İbn Sa'd'ın, el-Aclanî hadisesinde rivayet ettiği şu husustur: Hâkim aralarını ayırıncaya kadar, tanetleşmiş olan karı-kocanın üzerinden bir sene geçti... Bundan sonra onlar, asla bir araya gelemezler... b) Ayrılık, ancak hâkimin hükmü ile tahakkuk eder... Hanefîler bu görüşlerine şu delilleri getirmişlerdir: 1) Uveymir kıssasında rivayet edildiğine göre, taraflar lanetleşmeyi bitirince, Uveymir, "Ey Allah'ın Resulü, onu nikâhımda tutmuş olsam ona yalan isnat etmiş olurum... O, üç talakla boştur." demiş, böylece de Uveymir onu (Havle'yi) Allah'ın Resulü, kendisine onu boşamasını emretmeden boşamıştır. Bu haberle birkaç yönden istidlal edilmiştir: a) Şayet bu ayrılık, li'an'laşmadan dolayı olmuş olsaydı, o zaman Uveymir'in "Eğer onu tutmuş olsam ona yalan isnat etmiş olurum" şeklindeki sözü batıl olmuş olur. Çünkü onun (bu durumda) o hanımını nikâhında tutması, artık mümkün değildir. b) Bu haberde rivayet olunan, o Uveymir'in, hanımını üç talakla boşaması Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in de, o talâkı geçerli kabul etmesidir. Talâkın geçerli kabul edilmesi, ancak sadece li'an sebebiyle ayrılığın tahakkuk etmemesi halinde mümkün olur. c) Sehl İbn Sa'd'ın, bu haberde, "hâkim aralarını ayırıncaya kadar, lanetleşmiş olan karı kocanın üzerinden bir sene geçti... Bundan sonra onlar, asla bir araya gelemezler.." şeklindeki sözüdür. Bu ayrılık şayet li'an sebebiyle olmuş olsaydı, artık hâkimin, bundan sonra onları yeniden ayırması imkânsız olurdu. 2) Ebû Bekr er-Razi şöyle der: "Şafii (r.h)'nin görüşü, ayetin hilafınadır. Çünkü şayet kocanın li'an'laşması sebebiyle ayrılık meydana gelmiş olsaydı, yabancı olan o kadının li'an'laşmış olması gerekirdi ki, bu ayetin hilafınadır. Çünkü Allahü teâlâ, li'an'laşmayı, karı koca arasında vacib kılmıştır. 3) Li'an, hükmü ancak hâkimin yanında sabit olan bir şehâdettir. Binâenaleyh, tıpkı şehâdet edilen şeyin ancak hâkimin hükmüyle sabit olması gibi, ayrılığın da ancak hâkimin hükmü ile tahakkuk etmesi gerekir. 4) Kadın li'an'a bizzat kendisi müstehak olmuştur. Bu, tıpkı iddia edilen şeye beyyine ile müstehak olunmak gibidir. Binâenaleyh iddia eden kimsenin, iddia ettiği şeye müstehak olması, ancak hâkimin hükmüyle olunca, aynısı kadının bizzat müstehak olması hususunda da gerekir. 5) Li'an da haramlığı ihsas eden herhangi bir husus yoktur. Li'an'da genel durum, kadının zina etmiş olmasıdır. Binâenaleyh eğer kadının zina ettiğine delil bulunur yahut da kadın bunu bizzat ikrar ederse, işte bu durum haramlığı gerektirmez. Li'an da böyledir. Li'anda haramlığa dair bir delâlet bulunmayınca, bunun sebebiyle bir boşanmanın meydana gelmemiş olması gerekir. Bu sebeble de ya koca yahut hâkim tarafından bu boşanmanın yapılması gerekir. Mâlik ve Züfer'in görüşlerinin delilleri de şudur: Eğer taraflar, nikâhı (evliliği) sürdürmeye razı olmuş olsalar, taraflar bu hal üzere bırakılmaz, aksine birbirlerinden boşatılırlar. Böylece li'anın ayrılığı (boşanmayı) gerektirdiği sabit olmuş olur. Şafii (r.h)'nin görüşünün ise şu iki delili vardır: 1) Cenâb-ı Hak, "Dört defa şehâdet etmesi.... Ondan (o kadından) bu azabı defeder" (Nur, 8) buyurmuştur. Bu ifade, kadının ti'anının tesirinin sadece o azabı (zina cezasını) ondan savuşturma hususunda olduğuna, li'an sebebiyle meydana gelen her türlü hükmün sadece kocanın li'an'ından dolayı doğduğuna delâlet eder. 2) Doğacak çocuğun kabul edilmemesi hususunda, sadece kocanın li'anı yeterlidir. Binâenaleyh çocuğun kocaya nisbet edilmesi hususunda da, kadının sözüne değil, yine erkeğin sözüne itibar edilmesi gerekir. Baksana kadının li'anda bulunması halinde çocuk kocaya nisbet ediliyor. Hâlbuki o çocuğun o babaya nisbet edilmeyeceğini söylüyoruz. Böylece de bu hususta kadının nisbeti değil, kocanın kabul etmemesi nazar-ı dikkate alınmış olur. İşte bu sebeble koca kendisini yalanladığında çocuk kocaya verilir. Fakat li'anda ısrar ettiği sürece, çocuk ona nisbet edilmez. Çocuğun babaya nisbet edilmemesi hususunda, sırf babanın (kocanın) li'anının yeterli bir sebeb olduğu sabit olunca, karı ile koca arasında meydana gelecek ayrılığın (boşanmanın) sebebinin de sadece kocanın li'anı olması gerekir. Eğer böyle bir ayrılık söz konusu olmamış olsa, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in"Çocuk yatağa (yani hangi kocanın yatağında doğmuşsa ona) aittir" Buhari Buyu, 3: Müslim, Rıda 36 (2/1060).hadisinden ötürü, çocuk o babadan nefyedilemez. Binâenaleyh yatak (yani beraberlik) devam ettiği müddetçe doğacak çocuk babaya aittir. Bu sebeble sırf babanın li'anından ötürü doğacak çocuk ona nisbet edilmeyince, sırf li'anı sebebiyle yatağın (beraberliğin) zail olması gerekir. Hanefîlerin delil getirdiği hadisler ile Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, karı-koca arasında bir ayrılığın (otomatik bir boşanmanın) meydana geldiğini bildirip buna hükmetmesi kastedilmiştir ki bu, o ayrılığın meydana gelişinde li'andan başka bir şeyin tesir etmiş olmasına ters düşmez. Hanefîlerin yaptıkları kıyasların dayanağı, li'anın bir şehâdet oluşudur. Hâlbuki durum hiç de böyle değildir. Aksine bu, daha önce de beyan ettiğimiz gibi; bir yemindir. Ebû Hanîfe'nin haramlığın meydana gelişinde hanın bir tesirinin olmadığını söylemesine karşılık deriz ki: Kocanın o doğacak çocuğun kendisinin olmadığına dair getirdiği beyyine geçerlidir. Çocuğun kabullenilmemesi ise, nikâhın helâl olmamasını gerektirir. Allah en iyi bilendir. Lı an Yapanların Tekrar Birleşmeleri İmâm Mâlik, İmâm Şafii, İmâm Ebû Yusuf, Sevri, İshâk ve Hasan, lanetleşen kart ile kocanın, ömür boyu artık evlenemeyeceklerini söylemişlerdir. Bu aynı zamanda, Hazret-i Ali, Hazret-i Ömer ve İbn Mes'ud (radıyallahü anha)m)'un da görüşüdür. İmam Ebu Hanife ile İmam Muhammed ise, "Koca kendisinin yalan söylediğini itiraf edip, bundan ötürü ona hadd-i kazf uygulandığında, karısı ile arasında olan nikâh akdinin haramlığı sona erer ve kadın, ona yeni bir nikâhla helâl olur" demişlerdir. Şafii (r.h)'nin delilleri şunlardır: 1) Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), li'andan sonra, li'anda bulunan tarafa "Artık senin, o kadına gidecek (onunla evlenecek) bir yol ve hakkın yoktur" demiş, "Sen, yalan söylemiş olduğunu itiraf etmedikçe..." şartını koşmamıştır. Eğer kişinin yalan söylediğini itiraf etmesi, karısı ile nikâhlanmasının haramlığını kaldıran birşey olsaydı, mutlaka Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), bu haramlığın bu şarta bağlı olarak kalkacağını bildirirdi. Bu, tıpkı üç talakla boşanan kimse hakkında Cenâb-ı Hakk'ın, "Yine erkek zevcesini (üçüncü defa) boşarsa ondan sonra kadın kendisinden başka bir eve nikâhlanıp varmadıkça ona helâl olmaz"(Bakara, 230) ayetinde beyân edildiği gibidir. 2) Hazret-i Ali, Hazret-i Ömer ve İbn Mes'ud'un (radıyallahü anha)m), "Lanetleşen karı ile koca, artık ömür boyu bir araya gelemezler" şeklinde rivayet edilen sözleri... Bu söz, bizzat Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in sözü olarak da rivayet edilmiştir. 3) Zühri'nin. el-'Aclâni kıssası hakkında, Sehl b. Sa'd'dan rivayet ettiği şu söz: "Taraflar li'anda bulundukları zaman, hakim araların) ayırıncaya, onları birbirinden boşatıncaya kadar, aradan bir yıl geçti, sonra da artık bir daha birbiriyle evlenemediler." Ebu Hanife (r.h)'nin delili ise, "Bu (sayılanların) dışındakiler size helâl kılındı" (nisa. 24) ve "Kadınlardan helâl olanlan nikâhlayın"(Nisa, 3) ayetleridir. Çocuğun Nesebi Âlimler, li'an sebebiyle, çocuğun artık babaya nisbet edilemeyeceği hususunda müttefiktirler. Şazz (istisna) sayılacak şöyle bir görüş de rivayet edilmiştir: "O çocuk babaya aittir. Li'an sebebiyle onun nesebi, babadan nefyedilemez." Bu görüşte olanlar, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, "Çocuk yatağa aittir" hadisini delil getirmişlerdir. Ama bu tutarsızdır. Çünkü li'an sebebiyle nesebin nefyedileceğini gösteren hadisler, sanki mütevatir gibidir. Dolayısıyla bu haber-i vanid. mütevâtir derecesine ulaşan bu hadislere karşı koyamaz. Li'an Lafızları Hakkında Şafii: "Şayet taraflardan birisi, li'anla ilgili sözlerin bir kısmını söylese, bu kısımdan dolayı li'anla ilgili hükümler doğmaz" derken, Ebu Hanife (r.h), "li'anla ilgili ifadelerinin çoğunun kullanılması, hâkim buna hükmettiğinde sanki bütün ifade kullanılmış gibi kabul edilir" demiştir. Zahiri durum, İmâmı Şâfii'den taraftır. Çünkü zahiri durum, o kadının o şer'i cezayı (recmi) kendisinden, ancak Allahü teâlâ'nın söylenmesini bildirdiği şeylerin tamamını söylemesi ile savuşturabileceğine delâlet eder. Bunun aksini savunan, o görüşünü ancak bu ayetten başka bir delile dayanarak söylemiştir. Li'anın Cereyan Şekli Dördüncü ana konu: Bu, li'anın nasıl yapılacağı hakkındadır. Ayet bunu açık ve net bir şekilde göstermektedir. Buna göre erkek, "o kadına isnâd ettiğim zina hususunda doğru söylediğime dâir, Allah'a yemin ile şehâdet ederim" demek suretiyle dört kere şehâdette bulunur, bunun peşisıra da, "Eğer yalancılardansam, Allah'ın laneti üzerime olsun" der. Şafii'ye göre, biraz önce saydığımız o beş hüküm, kocanın li'anına dayanır. Daha sonra kadın, zina cezası (olan recmi) kendisinden savuşturmak isterse, fi'anda bulunur. Kadının li'anına işte bu tek husus taalluk eder. Ayrıca bu konuda, birtakım hükümler vardır: 1) Âlimler, li'anın da tıpkı bir şehâdet gibi olduğuna ve ancak hakimin huzurunda yapılacağı hususunda ittifak etmişlerdir. 2) Şâfü (r.h) şöyle der: Kadın otururken, erkek yemin ile şehâdette bulunmak için ayağa kalkar. Yine erkek otururken, kadın aynı şey için ayağa kalkar. İmam (Hakim), erkeğin beşinci olarak lanet etmesine, kadının da besinci şehâdetinde gazab-ı ilahinin kendisi üzerine olmasını söylemesi noktasına geldiklerinde, bir şahsa elini onun ağzına koymasını (yani onu durdurmasını-susturmasını) söyleyip şöyle demesini bildirir: "Eğer doğru söyletmiyorsan, Allah'ın lanetine uğramandan korkarım. (Dolayısıyla bunu iyi düşün, ondan sonra bu beşinci şehâdeti söyle)." 3) Mekke'de yapılacak li'anlar, Makam-ı İbrahim ile Rükün arasında yapılır. Medine'de yapılacak olanlar, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in minberinin yanında yapılır. Beyt-i Makdis'de yapılan ise, oranın Mescid'inde; diğer yerlerde yapılanlar ise, ulu ve şerefli yerlerde yapılır. Müşrikin li'anı da, diğer insanların li'anı gibidir. Zaman olarak da ii'an, cuma günü ikindiden sonra yapılır. İleri gelen zevattan asgari dört kişinin bu li'anda hazır bulunması şarttır. Diğer önemli Meseleler Beşinci ana konu: Bu, diğer bazı önemli hususlar hakkındadır. Burada birkaç mesele vardır: Zinanın Küfür Olmadığı Âlimlerimiz, Haricîlerin "Zinada ve iftirada bulunmak küfürdür" şeklindeki görüşlerinin batıl olduğuna bu ayeti şu iki bakımdan delil getirmişlerdir: 1) İftirada bulunan eğer doğru söylüyorsa, o kadın zina etmiş demektir. Yok eğer yalancı ise, o erkek iftira ediyor demektir. Binâenaleyh Haricîlerin görüşlerine göre, bu ikisinden biri mutlaka kâfir olmuştur. Bu ise, bir irtidâddır. Bunun irtidâd olduğunun kabul edilmesi durumunda ise, hiç li'ana başvurmaksızın, bu karı-kocanın birbirinden otomatikman boşanmış olmaları gerekir. Yine bu boşanmanın, irtidaddan dolayı meydana gelmiş bir ayrılık olması gerekir. Böyle olması halinde ise, bu ikisi arasında artık bir varislik söz konusu olmaz. 2) Kocanın li'an'ından ötürü, kadının kâfir olduğu sabit olsa, o zaman kadına gereken, celdelenmesi yahut recmedilmesi değil, (irtidaddan dolayı) öldürülmesidir. Çünkü mürtedin cezası, zina cezasından farklıdır. Zina Evliliği Sona Erdirmez Ayet, "zinanın yapılmış olması, nikarn (evliliği) sona erdirir" diyenlerin görüşünün bâtıl olduğuna delâlet eder. Çünkü erkek hanımına zina isnadında bulunduğunda, onun bu sözünün tıpkı o kadının sütkız kardeşi olduğunu yahut kâfir olduğunu söyleyen kimsenin durumu gibi, o kocanın nikâhının fâsid olduğunu söylemesi gibidir. Eğer böyle olmuş olsaydı, li'andan önce sırf iftira (zina isnadı) sebebiyle bu ayrılığın meydana gelmiş olması gerekirdi. Hâlbuki bunun yanlış olduğu icmâen sabittir. Li'an Yapanın Uhrevî Durumu Mu'tezile şöyle der: "Yalancı olması halinde iftira edenin, Allah'ın lanetine müstehak olduğuna yahut fâsık olduğuna ayet delâlet etmektedir. Zina eden erkek ile kadının durumu da böyledir. Bunlar da Allah'ın gazab ve ikâbına müstehak- tırlar. Aksi halde tıpkı bir kimsenin Rabbisinden çocuklara ve delilere lanet etmesini istemesinin ve O'na bu şekilde dua etmesinin caiz olmayışı gibi, bu iki li'ancının kendilerine laneti istemeleri doğru ve yerinde olmazdı. Bu istenebildiğine göre, karı ile kocadan birisi ikâba müstehak olmuştur. İkâb ise, tıpkı mükafaat gibi devamlı olur. Devamlı olan iki zıd şeyin aynı anda bulunması ise imkânsızdır. O halde tarafların mükafaatları da boşa çıkmıştır. Dolayısıyla tevbe etmedikleri sürece bunlar cennete giremezler. Çünkü ümmet, cennete giren mükelleflerin, taatlarından ötürü bu mükafaata erdikleri hususunda ittifak etmişlerdir. Bu da, fâsıkların (günahkârların) cehennemde ebedi kalacaklarına delâlet eder." Ehl-i Sünnet âlimlerimiz ise şöyle demişlerdir: Bu insanın, fıskı (günahı) sebebiyle gazaba uğramış olmasının, imanından ötürü kendisinden razı olunmuş olmasına ters düşeceğini kabul etmiyoruz. Hem sonra biz, bunu kabul etsek bile, cennete ancak mükafaatı haketmiş olanların girebilecekleri görüşünde değiliz. Sizin bu hususta ümmetin ittifak ettiği şeklindeki görüşünüz ise, yanlıştır. Dördüncü Mesele Beşinci seferde, sadece kadının "Allah'ın gazabı tamime olsun" demesi, kadın için cezanın ağırlığını göstermek içindir. Çünkü kadın, çalım satması ve erkeği ümitlendirmesi sebebiyle zinada asıl unsurdur. İşte bundan ötürü celde ayetinde(Nur 2) önce kadın zikredilmiştir. Bil ki Hak teâlâ bahsettiğimiz şekilde muhsane (iffetli ve namuslu, evli ve hür) kadınların yabancı olanlara, yani kişinin nikâhı altında olmayanlara ve kendi hanımlarına zina isnadında bulunmasının hükümlerini beyan edip, âdeta gözle görülecek kadar rahmet ve nimet Allahü teâlâ li'anı, erkeğin maksadına ermesi için ve kadının da kendisinden (recm) cezasını savuşturabilmesi için bir yol kılıp, aynı zamanda tevbe edip, hatalarından dönmelerine bir imkan verdiğinden dolayı, bunda da adeta gözle görülür bir biçimde ilâhi rahmet ve nimet bulunduğu için, bu hususu, "Eğer üzerinizde Allah'ın fazlı ve rahmeti olmasaydı, ... (haliniz nice olurdu)?" buyurarak beyan etmiş ve beyan ettiği hükümlerde, beyan etmesinin, beyan etmediği hükümlerde de beyan etmemesinin büyük nimet olduğunu bildirmiş ve insanlara tevbe etme imkânı nasib etmiştir. Bu ifadede, mutlaka cevaplanması gereken bir hazif vardır. Fakat Cenâb-ı Hakk'ın bunun cevabını hazfedip, açıkça belirtmemesi, bu işin künhüne vakıf olunamayacak derecede büyük bir şey olduğuna delâlet eder. Nice söylenmeyen şeyler vardır ki, söylenmesinden daha beliğ, daha manafı, daha tesirlidir. 5. Hüküm; İfk |
﴾ 10 ﴿