15

"O zaman siz dillerinizle (birbirinize) yetiştiriyordunuz, (hakkında) hiçbir bilginiz olmayan şeyi ağızlarınızla söylüyordunuz ve bunu kolay sanıyordunuz. Hâlbuki o, Allah indinde büyüktür".

Ayetinin ifade ettiği husus olup, bu da yasaklar koyan ayetlerdendir. Keşşaf Sahibi ayetin başındaki in edatının ya messe fiilinin yahut da etadtüm fiilinin "mef'ûlü fîh'i" (zaman zarfı) olduğunu söylemiştir. Buna göre, ayetteki (......) ifadesinin manası "onu birbirinizde... aldığınız zaman" şeklinde olur. Nitekim Arapça'da (......) ve (......) denilir ki, hepsinin manası, "o sözü aldı, telakki etti..." şeklindedir. Nitekim "Adam, Rabbinden kelimeler telâkki etti, aldı "(Bakara, 37) ayeti de böyledir. Bu fiil, aslı üzere (......) şeklinde okunduğu gibi, ze harfinin tâ'ya idğam edilmesiyle de, ("ittelakkavnehû") şeklinde de okunmuştur. Yine bu kelime (ele geçirdi) manasında olmak üzere (......) kökünden, (onu elde ediyordunuz, onun peşine düşüyordunuz) şeklinde de okunmuştur. Yine bu kelime, "ıf'âl" babından, "birbirlerine verip alma" anlamına gelen, (Tulkûnehû) şeklinde de okunmuştur. Aynı kelime, "yalan söylemek" anlamına gelen (......) ve (......) kökünden olmak üzere ("Telikûnehû") ve ("Telikûnehû") şekilnde de okunmuştur. Hazret-i Âişe'nin sözü olarak da (......) şeklinde okunmuştur. Süfya'ın şöyle dediği rivayet olunmuştur: "Ben annemin, bu ifadeyi ("İz teskafünehu") "onu elde ediyor, yakalıyordunuz" şeklinde okuduğunu duydum. Annemin babası da Abdullah İbn Mes'ûd'un kıraatiyle okurmuş.

Bil ki Allahü teâlâ, bu kimseleri şu üç günahı irtikab etmekle tavsif etmiş ve o büyük azabın isabet etmesini, bunlara bağlamıştır:

1) "İfk"i dilden dile dolaştırmaları. Bu böyledir, çünkü birisi birisiyle karşılaştığında o ona, "Ne var ne yok?" diyor, o da ona, hemen ona "ifk" hadisesini anlatmaya başlıyordu. Derken bu hadise öylesine yayıldı ve duyuldu ki, bütün evler ve meclislere girdi, konuşuldu. Buna göre sanki onlar, bu hayâsızlığı yayma hususunda gayret ve çaba sarfetmişlerdir ki, bu ise büyük günahlardandır.

2) Onlar, hakkında bilgileri bulunmayan şeyi konuşuyorlardı. Bu da, haber vermenin ancak bilgiyle olması gerektiğine delâlet eder. Binâenaleyh doğruluğu bilinmeyeni haber vermek, haram olma bakımından, haram olduğu bilinen şeyi haber verme gibidir. Bunun bir benzeri de Cenâb-ı Hakk'ın "Senin için hakkında bir bilgi hâsıl olmayan şeyin ardına düşme" (isra, 36) ayetidir.

Şayet, "söz ancak ağızla söylenebildiğine göre, Cenâb-ı Hakk'ın "ağızlarınızla" ifadesinin manası nedir?" denilirse, biz deriz ki bu, şu demektir: "Bilinen bir şeyin ilmi kalbte olur, (önce kalbde hâsıl olur) daha sonra lisan onu ifade eder. Bu "ifk" ise, ona dair kalbde herhangi bir bilgi oluşmaksızın ve bulunmaksızın, onların lisanında dönüp dolaşan bir söz oluvermiştir." Bu da Cenâb-ı Hakk'ın tıpkı "Ağızlarıyla kalblerinde olmayanı söylüyorlardı" (Al-i İmran. 167) ayeti gibidir.

3) Onlar, bu büyük günahlardan bir günah olduğu halde, bunu küçük addediyorlardı. Bu şu üç şeye delâlet eder:

a) Bu, iftiranın büyük günahlardan olduğunu gösterir. Çünkü Cenâb-ı Hak, "Hâlbuki o, Allah indinde büyüktür" buyurmuştur.

b) Cenâb-ı Hak, "bunu kolay (önemsiz) sanıyordunuz" ifadesiyle, masiyetin büyüklüğünün onu işleyenin zannına ve takdirine göre değişmeyeceğine, tam aksine çoğu kez bunun onun büyük olduğunu bilmemesi açısından, o günahın büyüklüğünü vurgulayacağına dikkat çekmiştir.

c) Her haram konusunda, mükellefe terettüp eden, onun büyük günahlardan olmadığına emin olamayacağı için, ona yönelmeyi ve onu işlemeyi büyük saymasıdır. İşte bundan dolayı, "İsrar edilirse küçük günah, küçük olmaz. İstiğfar edilirse, büyük günah da büyük kalmaz" denilmiştir.

Beşinci Nevi Edeb: Tenzih

Beşinci çeşit, Cenâb-ı Hakk'ın,

15 ﴿