14"(Allah'ın şanı) ne yücedir ki O, dilerse sana bunlardan daha hayırlı olmak üzere altından ırmaklar akıp duran cennetler verir, senin için saraylar yapar. Onlar, bilakis o saati de yalanladırlar. Biz, o saati yalanlayanlara öyle çılgın bir ateş hazırladık ki, o kendilerini uzak bir yerden gördüğü zaman onlar' bunun bu müthiş gazaptan masını ve uğultusunu duyacaklardır. Elleri boyunlarına bağlı olarak, onun en dar yerine atıldıkları vakit orada (yetiş ey) helak! (diye) bağırırlar, (onlara denilirki), bu gün tek bir helak çağırmayın, birçok helak çağırın". Bil ki bu, o (üçüncü) şüphenin ikinci cevabıdır. O halde, Cenâb-ı Hakk'ın, "(Allah'ın şanı) ne yücedir ki, o dilerse sana bunlardan daha hayırlısını.. verir" buyruğunun manası, "onların hazine ve bahçeler-bağlar gibi, dünya nimetlerine dair sayıp döktükleri o şeyler, Allah'tandır" demektir. Allah bu ayette geçen "hayr" kelimesini "altından ırmaklar akıp duran cennetler verir, senin için saraylar yapar" ifadesiyle tefsir etmiştir. Cenâb-ı Hakk bu ifadesiyle O peygamber'e o kâfirlerin ileri sürmüş oldukları şeylerin tamamını vermeye kadir olduğuna ancak ne var ki, ya kulun faydası için, ya da kendi meşietine uygun olarak kullarını idare ettiğine, yaptığı işler hakkında hiç kimsenin itiraz hakkı bulunmadığına böylece de, kimilerine ilim ve irfan kapılarını açıp dünya kapılarını tıkadığına, bir başkası hakkında ise bunun aksini yaptığına, bütün bunların ise kendisinin istediğini yapan bir varlık olduğu için olduğuna dikkat çekmiştir. Burada birkaç mesele vardır. İbn Abbas ifadesinin manasının, "Onların Sen'i bağ bahçe sahibi olmamakla kınamalarından daha hayırlı olmak üzere... Çünkü onlar Sen'i, tek bir bağ bahçe sahibi olmamakla ayıplamıştır. Oysa ki Cenâb-ı Hakk Sana pek çok bağ bahçe ermeye kadirdir" şeklinde olduğunu söylemiştir. İbn Abbas, ikrime'den gelen bir ayete göre de bu ifadeye, "Bu, çarşı-pazar dolaşmandan ve geçimini bu yolla temin etmenden daha hayırlı olmak üzere" manasını vermiştir. Cenâb-ı Hakk'ın (......) ifâdesinin manası (hâşa) "Allah bu hususta mütereddittir" manasında değil, "O, buna kadirdir" anlamındadır. Çünkü Allah hakkında şek düşünülemez. Bazıları da bu ifâdenin başındaki (......) edatının, (......) manasına geldiğini ve ifadenin takdiri manasının, "Biz, ahirette Sen'in için pekçok bağ bahçeler kıldık ve pekçok saraylar yaptık" şeklinde olduğunu, bu ifadenin başına edatının ise, kullarının bu şeylerin ancak ilâhî rahmet ile elde edileceğine bunların aahi meşiete bağlı olduğuna ve ne dünyada, ne de ahirette hiçkimsenin Allah'da alacağı olmadığına dikkat çekmek için dahil olduğunu" söylemişlerdir. Ayetteki (......) kelimesinin manası, "köşkler topluluğu" anlamında olup, saray ve kasr, yüksek mesken anlamına getir. Binâenaleyh her cennetin bir kasrı olması muhtemeldir. Böylece o kasr, bir mesken ve gezinti yeri olmuş olur. Yine bu ifadeyle, köşklerin belli bir yerde, cennetlerin belli bir yerde bulunmasının kastedilmeside mümkündür. Mücâhid bu ifadeye "Eğer Allah dilerse, Sana ahirette cennetler, dünyada da köşkler verir...", şeklinde mana vermiştir. Kelimesinde farklı kıraatler vardır. Bu cümleden olarak İbn Kesir, İbn Amir ve Asım, lam harfini merfû olarak yec'alu diğerleri meczum olarak yec'al şeklinde okumuşlardır. Binâenaleyh, meczum okuyanlara göre mana, "Allah dilerse, Sana cennetler ve köşkler verir, tahsis eder" şeklinde olur. Merfû okuyanlara göre bu ifade, cümle-i istinâfiyye olup mana, "Allah Sana saraylar ve köşkler verecektir" şeklinde olur. Bu, Zeccâc'ın görüşüdür. Vahidi ise şöyle der: "Bu iki kıraata göre, mana bakımından fark bulunmaktadır. Binâenaleyh, meczum okuyanlara göre mana, "Eğer -Allah dilerse, Sana dünyada köşkler verir" şeklinde olup, (......) kelimesi üzerinde vakıf yapmak güzel olmaz. Bu ifadeyi merfû okuyanlara göreyse (......) kelimesi özerinde vakıf yapmak yerindedir. Daha sonraki ifade "müste'nef" bir söz kabul edilerek, "Allah ahirette Sana köşkler verecektir" biçiminde olur. Ubeyy İbn Ka'b ve İbn Mesudun mushaflarında burada (......) şeklinde bir ibare vardır. Tavus, Ibn Abbas (radıyallahü anh)'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Hazret-i Peygamber ile Cebrail otururlarken Cebrail (aleyhisselâm) "Bu, gökten inen ve Sen'i ziyaret etmek için izin talebinde bulunan bir melektir" dedi. Çok geçmeden o melek geldi ve Allah'ın Resûlü'ne selam vererek, "Allahü Teâlâ seni, Sen'den önce hiç kimseye vermediği, Sen'den sonra da hiç kimseye vermeyeceği şeylerin anahtarlarını Sana vermek ve Sana verdiği şeylerden dolayı da, daha sonra Sana vereceği şeylerden noksanlaştırmamak hususunda seni muhayyer bıraktı" dedi. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), "Hayır, onların hepsini bana ahirette verir (versin, bunu isterim)" buyurdu da, işte bunun üzerine Cenâb-ı Hakk'ın ayeti nazil oldu. Ibn Abbas (radıyallahü anh)'dan rivayet edildiğine göre Hazret-i Peygamber şöyle demiştir: "Cebrail bana, Mekke vadisi dolusu altını sundu da ben, "Hayır, bir öğün tok, üç öğünse aç kalmayı (isterim!) Çünkü bu, benim Rabbimi daha çok hatırlamamı ve O'ndan daha çok talepte bulunmamı sağlar" dedim" Tirmizi, Zühd, 35 (4/575); Müsned, 5/254. (Benzeri hadis). Safvan İbn Süleym'in Abdu'l-Vehhâb'tan rivayetine göre, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur. "Bir gün tok olurum, üç gün aç. Böylece de, tok olduğumda Sana hamdederim, aç olduğumda da Sana yalvarıp yakarırım.' Tirmizi, Zühd, 35 (4/575); Müsned, 5/254 (Benzeri hadis). Yine, Dahhâk'ın rivayetine göre müşrikler, Allah'ın Resûlü'nün yoksulluk ve çaresizlikle ayıpladıklarında, bundan dolayı Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) mahzunlaşmış, bunun üzerine O'nu takviye ve teselli etmek üzere, Cebrail (aleyhisselâm) gelerek Allah Sana selâm yolladı ve "Biz Sen'den evvel hiçbir peygamber gönderemedik (ki), muhakkak onlar da yemek yerlerdi (......) " (Furkân. 20) buyurdu" dedi. Yine Dahhak, sözüne devamla şöyle der: "Bir gün Cebrail (aleyhisselâm) ile Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) karşılıklı konuşurlarken, semânın kapılarından birisi açılıverdi ki, bu kapı, daha önce hiç açılmamıştı. Derken, Hazret-i Cebrail (aleyhisselâm), "Ey Muhammed, müjde bu bir hoşnutluk ve razı olmadır. Cennetin bekçisi Sana, Rabb' inden hoşnutluğu (rıdâ) getirdi ve Sana selâm yollayarak şöyle dedi: Rabbin seni Hükümdar nebi olma ile kul nebî olma arasında muhayyer bıraktı" dedi. Onun elinde de, nurdan parlayan bir çanta bulunuyordu. "İşte bu dünya hazinelerinin anahtarlarıdır. Cenâb-ı Hakk ahirette Sen'in için hazırladığı şeylerden, bir sineğin kanadı kadar bile eksiltmeksizin bunları al..." dedi. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), sanki irtişare ediyormuşcasına Cebrail'e baktı, Cebrail de eliyle tevazu da bulunmasını işaret etti. Derken Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de, "Hayır, kul ve nebi olmayı tercih ederim" dedi. Ravi rivayetine devamla şöyle der: "Artık Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bundan 'sonra' ahirete irtihal edinceye kadar hükümdarların yaptığı gibi) yaslanarak yemek yemedi. Kıyameti Yalanlayanların Cezası Cenâb-ı Hakk'ın "Onlar, bilakis o saati de yalanladılar. Biz, o saati yalanlayanlara öyle çılgın bir ateş hazırladık ki" buyruğuna gelince, bu yine onların (o üçüncü) şüphelerine verilen üçüncü bir cevaptır. Buna göre Cenâb-ı Hakk sanki şöyle demek istemiştir: "Onların tutundukları o şey, haddi zatında ilme dayanan bir şüphe değildir. Tam aksine onları, Sen'i yalanlamaya sevkeden şey, ona hazırlanmayı ağır ve külfetli gördükleri için kıyameti yalanlamalarıdır." Mananın şöyle olması da muhtemeldir: "Onlar, kıyameti yalanlamaktadırlar. Binâenaleyh bu demektir ki onlar artık, ne bir mükafaat ne de bir ceza beklememektedirler. Bu sebeple de düşünüp tefekkür etme külfetine katlanamamaktadırlar. İşte bundan dolayıdır ki, onlar kendilerine getirilen o delillerden asla yararlanamazlar." Daha sonra Cenâb-ı Hak buyurmuştur. Bu ifadeyle igili birkaç mesele vardır: Ebu Müslim şöyle der: "Cenâb-ı Hakk'ın ifâdesinin manası, "Biz o cehennemi hazır hâle getirip onlar için hazırladık" demek olup, ayetteki ifadesiyle de, cayır cayır yanan, tutuşan ateş kastedilmiştir. Hasan el-Basri'den bunun, cehennemin isimlerinden birisi olduğu da nakl edilmiştir. Ehl-i sünnet âlimlerimiz "müttakiler için hazırlanmıştır" (Al-i imrân, 133) ifadesiyle cennetin bu ayetteki "Biz, o saati yalanlayanlara öyle çılgın bir ateş hazırladık ki..", ifadesiyle de ceza yurdu olan o cehennemin (şu anda) yaratılmış olduğuna istidlal etmişlerdir. Cenâb-ı Hakk'ın (......) ifâdesi, geçmişte yapılmış olan bir işi bildiren bir ifâdedir. Binâenaleyh bu ayet, cehennemin yaratılmış ve hâlen mevcut olduğuna delâlet eder." Cübbâî ise şöyle der: "Bu ayetin manasının, "ateşi, cehennemi dünyada hazırladık, onunla kafir ve fasık kimselere, kabirlerinde azab edeceğiz" şeklinde olması muhtemel olduğu gibi, ayetteki "ateş" ifadesiyle, ahiret ateşinin kastedilmiş olması da muhtemeldir. Böyle olması durumunda, (......) ifâdesi "O cehennemi onlar için hazırlayacağız" anlamında olur ki, bu Cenâb-ı Hakk'ın "Cennetlikler ateş ehline (...) diye seslendi" (A'raf, 44) ayetindeki ifâdesi gibidir." Bil ki Cübbâi'nin verdiği bu mana, son derece düşüktür. Çünkü ayetteki sözüyle, ya dünya ateşi, yahutta ahiret ateşi kastedilmiştir. Eğer birincisi olursa, bu durumda sen bak... Bununla ya, Cenâb-ı Hakk'ın o kafir ve fasıklara dünyada, dünya ateşiyle azab edeceği, yahutta ahirette, dünya ateşiyle onlara azab edeceği kastedilmiş olur. Birincisi batıldır, çünkü Allahü teâlâ dünyada kafirlere dünya ateşiyle azab etmemiştir. İkincisi de batıldır, çünkü ümmetten hiçbir kimse, Allah'ın kafirlere ahirette dünya ateşiyle azab edeceğini söylememiştir. Binâenaleyh böylece, bu ifâdeyle ahiret ateşinin kastedildiği ve o cehennemin, şu anda hazır vaziyyette olduğu sabit olmuş olur. Ayeti, "Allah o cehennemi hazırlayacaktır" anlamına hamletmek, delilsiz olarak, ayetin zahirini terktir. Hasan el-Basri'nin, "Sair, cehennemin isimlerinden bir isimdir" demesine görede Cenâb-ı Hakk'ın, "Biz, o saati yalanlayanlara öyle çılgın bir ateş hazırladık ki..", ifâdesi, O'nun, cehennemi yarattığı, hazır vaziyyette tuttuğu hususunda sarih bir isimdir. Âlimlerimiz, bu ayetle said olan kimsenin ta anasının karnında iken said olduğuna istidlal ederek şöyle demişlerdir: "Allah'ın, kendileri için saîr'i hazırladığı ve haber verdiği, haklarında böyle hükmettiği o kimseler, mükafaat ehli olan müminler olacak olsalar, o zaman Allah'ın, kendileri hakkında cehennemliklerden olduklarına dair vermiş olduğu o hükmü, yalana, ve bu husustaki ilmi de cehalete dönüşmüş olurdu. Halbuki bu dönüşme, imkansızdır. İmkansıza götüren de imkansızdır. O halde, o kimselerin mükafaat ehli müminler haline gelmeleri muhaldir. Böylece de saîd'in şakiye, şakînin de, saîde dönüşmesinin imkânsız olduğu sabit olmuş olur. Daha sonra Cenâb-ı Hakk, o cehennemi birkaç sıfatla tavsif etmiştir. 1) Cenâb-ı Hakk'ın "o kendilerini uzak bir yerden gördüğü zaman onlar bunun pu müthiş gazaplanmasını ve uğultusunu duyacaklardır" ayetinin ifâde ettiği husustur. Bununla ilgili birkaç mesele vardır: Kelimesi müzekker bir kelime olduğu halde burada ' kelimelerinde müennes itibar edilmiştir. Müennes sayılması, semri müennes olan yerine kullanılması itibariyledir. Ehl-i sünnet âlimlerinin itikadına göre, hayatiyetin bulunması için, bünye şart değildir. Binâenaleyh ateş, durumunu muhafaza ettiği halde, Cenâb-ı Hakk'ın onda hayatı aklı ve konuşmayı yaratması mümkündür. Halbuki Mu'tezile'ye göre bu mümkün değildir. Mu'tezile'nin bu konudaki delilleri sadece bunun adetlere aykırı bir şey olduğunu söylemeleridir. Eğer bu doğru olsaydı, o zaman peygamber hakkındaki harikulade şeylerin yalanlanmaması gerekirdi. Binâenaleyh, bu Mu'tezile'nin görüşleri hep çelişkilerle doludur. Aksine, harikulade şeyleri kabul etmemek, ancak felsefecilerin anlayış ve prensiplerine uygun düşer. İşte bundan dolayı bizim ehl-i sünnet ve'l-cemaat âlimlerimiz, "Allah'ın, cehennemin vasfı hakkında buyurduğu "o kendilerini uzak bir yerden gördüğü zaman, onlar bunun bu müthiş gazaplanmasını ve uğultusunu duyacaklardır" ifadesini, zahiri manasına göre almak gerekir. Zira, cehennemin canlı gören ve kâfirlere öfkelenen bir hâle gelmesinde, bir imkansızlık bulunmamaktadır" demişlerdir. Mu'tezile'ye gelince onlar, bu ayeti tevil etme ihtiyacını duyarak bu hususta şu lan yapmışlardır: 1) Şunu demişlerdir: "Ayetteki (......) ifadesinin anlamı, "Cehennem onlara göründü" şeklinde olup, bu ifade de, Arabların "onların evleri birini görmekte, birbirine bakmaktadır" deyimlerinden alınmıştır. Nitekim Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur. "Mü'min ile kâfirin birbirine bakışmaz" Nesâî, 27 (8/36); Ebu Davûd, Cihâd, 103 (3/45) (Benzeri hadis). buyurmuştur, yani mü'minin kâfir ve müşrikten uzak durması vâcib olduğu için, karşı karşıya gelmezler. Arapça'da (......) "Falancanın evleri, mütenazırdır" yani, "karşıkarşıya bulunurlar" denilir. 2) "Ateş, yanmasının ve fokur fokur kaynamasının şiddetinden dolayı (adeta) kâfirleri görür, onları ister ve onlara öfkelenir hâle gelmiştir." 3) Cübbal şöyle demiştir: Cenâb-ı Hakk burada, "cehennem ateşi"ni zikretmiş, ama bununla cehennemliklere azab etmekle görevlendirilmiş olan cehennem tekçilerini murad etmiştir. Zira görme işi ateşten değil, ancak o bekçilerden sadır olabilir. Bu (Yusuf. 82) ayetindeki duruma benzer "Köye sor" "Köyün ahalisine sor" manasına gelir. Bir kimse, "Tegayyuz, şiddetti bir şekilde öfkelenmekten ibarettir. Bu ise, duyulmaz... O halde daha nasıl Cenâb-ı Hakk, "Onlar bunun bu müthiş gazaplanmasmı ve uğultusunu duyacaklardır" buyurmuştur" derse, buna birkaç bakımdan cevap verilebilir: 1) Tegayyuz (şiddetli öfkelenme), her ne kadar duyulmazsa da, ancak ne var ki, ona delâlet eden ses, vb. şeyler duyulabilir. Bu bir kimsenin tıpkı öfkeye delâlet eden halleri gördüğünde, "Emirin gazap ve öfkesini, falancanın üzerinde gördüm" demesi gibidir. Muhabbet ve sevgi hakkında da aynı şey söylenir; işte burada da böyledir. O halde mana "Onlar öfkelenmiş ve gazaplanmış kimsenin sesine benzeyen bir ses duydular" şeklinde olur. Bu, Zeccâc'ın görüşüdür. 2) Mana, "O cehennemin öfkelendiğini anladılar, onun uğultusunu duydular" şeklinde olup bu, Kutrub'un görüşüdür. Bu, şairin tıpkı la sözü gibidir. Sizde "Kuşanma" tabiri kılıca mahsus olduğu halde bu beyitte kılıçla beraber mızrak içinde kullanılmıştır. Amma asıl gaye yine kılıç için kıllanılmasıdır. 3) Bu ifadeden murad, cehennem bekçilerinin öfkelenmesidir. Ubeyd İbn Umeyr şöyle demiştir: "Cehennemin öyle bir narası vardır ki, istisnasız bütün herkesin bedenini sarsacaktır. Hatta İbrahim (aleyhisselâm) bile dizleri üste çökecek ve "Nefsi, nefsi" diyecektir." Cehennem Ateşinin İkinci Özelliği Ateşin ikinci sıfatı Cenâb-ı Hakk'ın, "Elleri boyunlarına bağlı olarak, onun en dar yerine atıldıkları vakit, orada (yetiş ey) helak! (diye) bağırırlar" ayetinin ifade ettiği husustur. Bil ki Cenâb-ı Hakk, kâfirler cehennemin uzağında iken, onların durumunu vasfedince, daha sonra da onlar cehenneme atıldığı zamanki durumlarını tavsif etmiştir. Sığınma şekillerinin en makbulü ne ise, cehennem azabından onunla Allah'a sığınırız. Bu ayet hakkında birkaç mesele vardır. Kelimesi hakkında biri şeddeli değeri de şeddesiz olmak üzere iki kıraat bulunmaktadır. Şeddesiz olanı, İbn Kesifin kıraatidir. Kelimesinin tefsiri hususunda pekçok şey nakledilmistir. Mesela Katâde şöyle demiştir: Abdullah İbn Ömer'in bize anlattığına göre o şöyle demiştir: "Dibine geçirilen demirin mızrağa olmayıp da darlaşması gibi, şüphesiz cehennemde kâfire daralır, onu sıkıştırır" Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e bundan sorulunca o şöyle buyurur "Canım elinde olan Allah'a yemin ederim ki, o kâfirler tıpkı kazığın duvara zorla çakılması gibi, istemedikleri halde itile kakıla cehenneme sokulacaklar" Kelbi de "Cehennemi en alt tabakasında bulunanları ateşin alevi yükseltir; yukarda bulunanları da, yeni girenler bastırır, böylece onlar, o dar kapılarda sıkışıp kalırlar" demektedir. Keşşaf sahibi ise şöyle demiştir: "Nasıl genişlikte bir rahatlık varsa, darlıkta da sıkıntı ve huzursuzluk vardır. Bundan dolayı Cenâb-ı Hakk cenneti vasfederken, onun genişliği gökler ve yerler kadardır demiştir." Nitekim hadislerde de varıd olduğuna göre Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur: "Her ü'nunın, nitelikleri şöyle şöyle olan köşkleri ve bahçeleri (cennet) vardır" Buhârî, Rıkâk. 51; Müsned, 3/210, 215. Muhakkak ki Allahü Teâlâ, şiddetli azaba bir de sıkışmayı ve darlığı eklemek suretiyle, cehennemlikler için çok çeşitli belaları bir araya toplamıştır. Âlimler, Cenâb-ı Hakk'ın (......) ifadesinin tefsiri hakkında şunları söylemişlerdir: "Cehennemlikler, içinde bulundukları şiddetli azab ve o şiddetli darlıkla birlikte, bir de elleri boyunlarına bağlanmış oldukları halde zincirlere vurulurlar." Yine, her kâfirin kendi şeytanıyla birlikte zincire vurulmuş olduğu, ayaklarında ise kağışlar ve bukağılar bulunduğu da söylenmiştir. Daha sonra Cenâb-ı Hakk bu son derece şiddetli ikâb ceza çeşidiyle yüzyüze geldikleri zaman cehennemliklerin, "Yetiş ey yokluk, ey helâk!" diye nida ettiklerini nakleder. (Subûr) kelimesi, helak ve yok olmak camına gelir. Onların çağırması ise, "Nerdesin ey helak, yetiş!" yani "Ey helak ve yok olma, yetiş! İşte senin zamanın ve vaktin" demeleridir. Enes'in merfû olarak rivayet ettiğine göre, ateşten elbise giyecek olan ilk kişi İblistir. O elbiseyi iki yanına sarar da, onu sürükler. Arkasında da zürriyeti olduğu Mde, "Ey helak ve yokluk, nerdesin yetiş!" der. Zürriyeti de, "Ey yokluk, nerdesin? yetiş" diye çağırır. Derken, ateşe varırlar. Ayetteki "Bu gün tek bir helak çağırmayın" ifadesine gelince, "Onlara şöyle denilir" takdirindedir. Her ne kadar burada bir söyleme söz konusu değilse de, onlar kendilerine böyle denilmeyi çoktan hak etmişlerdir. ifadesinin anlamı, "Sizler öyle bir hâle düştünüz ki, bundan dolayı bir kere helak olmayacaksınız. Sizin helakiniz, pekçok kere helak olmaktır" şeklindedir. Bu da ya, azabın çok çeşitli olup, herbir türününde şiddet ve dayanılmazlığından dolayı bir helakinin olmasından dolayıdır, veya onların derileri eşten her kızardığı zaman, başka derilerle değiştirilmesi sebebiyledir, veyahut bu azabın, sürekli ve karışıklıktan uzak olup, sonu olmayan herbir zamanda da bir helak ve yokluğunun bulunmasındandır veyahutta şundan dolayıdır: Çoğukez onlar, "Nerdesin ey helak, yetiş" demelerinden dolayı, bir tür hafiflik ve rahatlama bulabilecekler. Zira, kendisine işkence edilen kimse bağırıp ağladığı zaman, bundan dolayı bir tür rahatlama hisseder. İşte bunun üzerine onlar bundan men olunacaklar ve kendilerine, hüzün ve kederlerinin artması için, helak oluşlarının her gün artacağı Ktr verilecektir. Bundan, Allah'a sığınırız! Kelbi de "Bu ifade, Ebu Cehil ile, bu şüpheler izhar eden kafirler hakkındadır" demiştir. |
﴾ 14 ﴿