31"Peygamber dedi ki: "Ya Rabbi, kavmim gerçekten şu Kur'ân'ı terkedilmiş (birşey) edindiler." Biz, her peygambere günahkârlardan böyle düşmanlar kıldık. Hidâyet verici ve yardımcı olarak Rabbin yeter" Bil ki kâfirler çokça yersiz itirazlarda bulunup, işi yokuşa sürünce, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in gönlü daraldı ve onları Allah'a şikayet ederek "Ya Rabbi, kavmim gerçekten şu Kur'ân'ı terkedilmiş (birşey) edindiler" dedi. Bununla ilgili birkaç mesele vardır: Müfessirlerin çoğu, bunun Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in bizzat söylediği bir söz olduğu kanaatindadırlar. Ebu Müslim ise, "Hayır, bununla Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in ahirette böyle söyleyeceği manası kastedilmiştir. Bu tıpkı, "Her ümmete bir şahid getirdiğimizde ve seni de bunlara şâhid kıldığımızda (halleri) nice olacak?" (Nisa. 41) ayetinde anlatılan husus gibidir" demiştir. Birinci görüş daha uygundur, çünkü ayetin lafzına (zahirine) daha uygundur. Birde Hak teâlâ'nın, bundan sonraki "Biz, her peygambere günahkârlardan böyle düşmanlar kıldık" ifadesi, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) için bir tesellidir. Bu ise, ancak o sözün dünyada iken ondan sâdır olması haline uygun düşer. Âlimler, "mehcûr" kelimesinin iştikakı hususunda şu iki görüşü ileri sürmüşlerdir: a) Bu kelime, "hicran" masdarındandır ve "onlar ona iman etmediler, onu kabul etmediler ve o Kur'an'ı dinlemekten hicret ettiler, yüz çevirdiler" demektir. b) Bu fülindendir ve takdiri seklindedir. Yani "hakkında atılıp-tutulan, ileri-geri konuşulan" demektir. Bu mahzuftur. Bunu "Siz, müstekbirler olarak, geceleyin bu hususta hezeyanlarda bulunuyorsunuz" (Müminun. 67) ayeti de destekler. Sonra Kur'ân hakkındaki "hecr"leri, yani atıp-tutmalan, onları "Bu sihirdir, şiirdir, yalandan, saçma-sapan şeylerdir" demeleridir. Enes (radıyallahü anh), Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ona şöyle dediğini rivayet etmiştir: Kur'ân öğrenir ve kendisine ilgi duymaksızın ve içindekileri tefekkür etmeksizin onu bir mushaf olarak başucuna asarsa, kıyamet günü o Kur'ân onun yakasına yapışır ve "Ey âlemlerin Rabbi, bu kulun beni mehcûr (terkedilmiş-unutulmuş bir şey) kıldı. Benimle onun arasında (bugün) hükmü sen ver" der." Daha sonra Allahü teâlâ, Resulünü teselli edip, ona güç-kuvvet vererek, "Böylece biz, her peygambere günahkârlardan düşmanlar kıldık" buyurmuş ve bununla peygamberin diğer peygamberlerden alabileceği ibretler bulunduğunu, dolayısıyla, tıpkı onlar gibi, kavminden gördüğü eziyetlere karşı sabretmesi gerektiğini beyan buyurmuştur. Bu ayetle ilgili birkaç mesele var: Ehl-i sünnet alimlerimiz bu ayetle, hayrın da, şerrin de yaratıcısının Allahü teâlâ olduğuna dair istidlal edip şöyle demişlerdir: "Çünkü Hak teâlâ'nın bu beyanı bu düşmanlığın, Allah'ın yaratmasıyla olduğuna delâlet eder. Bu düşmanlığın bir küfür olduğunda ise şüphe yoktur." Cübbâî de şöyle der: "Buradaki ca'l (kılma) ile açıklama bildirme manası Kastedilmiştir. Çünkü Allahü teâlâ onların düşman olduklarını beyan edince, "Onları düşman kıldık" denilmesi caiz olur. Nitekim bir adam, falancanın hırsız olduğunu açıklayınca, "O onu hırsız kıldı, hırsız yaptı" denilir. Yine hâkim için, "O, falancayı İdil kıldı, falancayı fâsık kıldı ve tenkid etti" denilir. Ka'bf de, "Allahü teâlâ peygamberlere, kâfirlere düşman olmalarını emrettiği ve kafirlere düşmanlık da, kâfirlerin peygamberlere düşmanlığını gerektirdiği için, "Biz, her peygambere, günahkârlardan böyle düşmanlar kıldık" denilmesi caiz ve doğru : ti ustur. Çünkü bu düşmanlığa sebep olacak şeyi ona yaptıran ve onu buna davet eden, Allah Subhanehû ve Teâlâ'nın kendisidir" demiştir. Ebu Müslim de: "Ayette bahsedilen düşmanlığın, yakınların değil, uzakların düşmanlığı olması muhtemeldir. Çünkü yardım, yakınlık ve desteği ifade ettiği gibi, düşmanlık da uzaklığı ifade eder. Çünkü Allahü teâlâ, mü'minler ile kâfirlerin : -birinden uzak olduğunu bildirmiştir" demiştir. Cübbâî'nin görüşüne şöyle cevap veririz: "Açıklamaya kesinlikle "ca'l" (kılma) denmez. Çünkü bir yaratıcının varlığını ve kadim olduğunu, bir başkasına açıklayan kimse için, "o, onu yarıtıcı ve kadim kıldı" denemez. İkinci görüşüne de şu şekilde cevap veririz: Allahü teâlâ'nın emrettiği şeyin, onların kalblerinde düşmanlığın meydana gelmesinde bir tesiri var mıdır, yok mudur? Eğer var ise, mesele yok. Çünkü onların, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e düşman oluşları küfürdür. Binâenaleyh Allah, Resulüne o düşmanlığa sebep olacak birşeyi emrettiğinde, küfre düşmeye sebeb olan birşeyi emretmiş olur. Yok eğer bunun bir tesiri yok ise, o bundan tamamen uzak olmuş olur. Dolayısıyla bunun ona isnâd edilmesi imkansız olur. Bu aynı zama'nda Ebû Müslim'in görüşüne de bir cevaptır. Birisi şöyle diyebilir: "Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, "Ya Rabbi, kavmim gerçekten şu Kur'ân'ı terkedilmiş (birşey) edindiler" ifadesi mana bakımından tıpkı Hazret-i Nuh (aleyhisselâm)'un, "Rabbim, kavmimi gece gündüz (dine) davet ettim. Ama benim bu davetim, ancak onların nefretini artırdı" (Nuh, 5-6) şeklindeki sözü gibidir. Binâenaleyh Nuh (aleyhisselâm)'ın bu sözünden maksadı, kavminin başına ilâhî azabın inmesi olduğuna göre, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in sözünde de böyledir. Öyle ise Hak teâlâ'nın, "Seni ancak alemlere rahmet olmak üzere gönderdik" (Enbiya. 107) ayetinde, kendisini "Rahmet" (sebebi) olarak tavsif ettiği bir peygambere, böyle beddua etmesi nasıl uygun düşer?" Buna şöyle cevap verilebilir: Nuh (aleyhisselâm) bunu söylemiş ve arkasından onlara açıkça beddua etmiştir. Fakat Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) bu sözü söylemiş, ama peşisıra onlara beddua etmeyip beklemiştir. Binâenaleyh Hak teâlâ, "Böylece biz, her peygambere günahkârlardan düşmanlar kıldık" buyurunca bu, sanki Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e bütün olup bitenler hususunda sabredip, onlara beddua etmemeyi emir gibidir. Böylece de bu iki durum arasındaki fark ortaya çıkmış olur. Ayetteki "kıldık" kelimesi ta'zim (Allah'ın yüceliğini gösteren) ifade eden bir üsluptur. Büyük olan, kendisinden ta'zim sadedinde bahsedip, bahşişte bulunacağını bildirir ise, mutlaka o bahşişin büyük olması gerekir. Mesela, "Celalim hakkı için biz sana Seb'u'l-Mesâniyi verdik" (Hicr. 87) ve, "Sana kevseri verdik" (Kevser, 1) ayetlerinde olduğu gibi. O halde bu bahşiş ve atıyyenin, hem dini, hem dünyevî zararların kaynağı bir düşmanlık olması, bu üslûba nasıl uygun düşer? Cevap: Düşmanlığı yaratmak, (karşı tarafın) meşakkatin artmasına sebep teşkil eder. Zahmetin fazlalığı ise daha fazla mükâfaata vesile olur. Allah en iyi bilendir. Bu düşmanın tek veya daha fazla olması mümkündür. Bu tıpkı, "Onlar, benim için bir düşmandır" (şuara. 77) ayetinde olduğu gibidir. Tefsirde Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın (baş) düşmanı olarak da, Ebû Cehil gösterilmiştir. Ayetteki "Hidayet verici ve yardımcı olarak Rabbin yeter" cümlesine gelince, Zeccâc, "Buradaki bâ harf-i cerri zâiddir. Yani, takdirindedir. "Hadi" ve "naşir" kelimeleri de, hâl olarak mansubturlar, yani 'O, dinî ve dünyevî menfaatlere hidayet eder, sevkeder ve düşmanlarınıza karşı size yardım eder" demektir. Bunun bir benzeri de, "Ey peygamber, sana Allah ve tâbi olan mü'minler yeter" (Enfal, 64) ayetidir" demiştir. |
﴾ 31 ﴿