4"Tâ sîn mîm. Bunlar o mübîn kitabın ayetleridir. Onlar mü'min olmayacaklar diye, neredeyse kendine kıyacaksın. Eğer dilersek, biz onların tepesine gökten bir tek ayet indiririz ve boyunları ona hemen eğilir". "Tâ", ariflerin kalbinin "tarb"ına (coşkusuna); sin, aşıkların sürûruna; mim dendlerin münacaatına bir işarettir. Bu ayetle ilgili birkaç mesele var: Katâde, izafetle ayeti, (......) şeklinde okumuştur. Ayrıca ayet şeklinde de okunmuştur. "...a kadar kesmek" demektir. Bu da omurga iliğine kadar varan bir kesmedir. Buradaki işfâk (şefkat-acıma) ifade eder. (......) ifadesi "Bu sûrenin ayetleri, mübin (açıklayıcı) kitabın ayetleridir" manasında olup, bunun geniş izahı, Bakara 2. ayetin tefsirinde geçmişti. Kur'ân'ın Kâfirler İçin Mübin Olması Bu ayetteki “Kitap” ile Kur'ân'ın kastedildiğinde şüphe yoktur. “Mübîn” (açıklayıcı) olan da, gerçekte konuşabilen bir varlığın sıfatı olsa bile, kendisine bakılıp-okunduğunda, bazı şeylerin açıklığa kavuşmuş olması bakımından, bazen bir söz (veya yazı) için de bu sıfat kullanılabilir. Eğer “Onlar kâfir olduklarına göre nasıl olur da Kur'ân'ın ayetleri, onlar için onlara gereken şeyleri beyân edici (açıklayıcı) olabilir? Halbuki bu Kur'ân ile ancak hükümler beyan edilir” denilirse biz deriz ki: O kâfirlerin, bir benzerini getirememeleri açısından, Kur'ân'ın lâfızları ile, kulların bir benzerini yapamayacağı şeylerden istidlal etmeleri gibi, onlardan başka bir fâil-i muhtarın bulunduğuna istidlal etmeleri de mümkündür. İşte Kur'ân bu bakımdan tevhidin, i'câz bakımından da nübüvvetin delilidir. Artık bundan sonra Kur'ân ile kendisinin Allah katından olmuş olduğu anlaşılır. Bu da ondaki bütün hükümlerin delili, hücceti olmuş olur. Bunun böyle olduğu sabit olunca da, bütün usûl (tevhid) ve fürû (ahkâm) hakkında Kur'ân ayetlerinin yeterli olduğu sabit olur. Allahü teâlâ, bütün bu şeyleri açıklayanın kendisi olduğunu beyan buyurunca, her nekadar bu kitap mübîn (açıklayıcı) olma hususunda zirveye ulaşmış ise de, daha evvel Allah'ın hükmü (kaderi), aksi şekilde, yani onların kâfir kalmaları seklinde geçtiği için, Kur'ân'ın onları imana sokucu olamayacağına dikkat çekmek için “Onlar mü'min olmayacaklar diye, neredeyse kendine kıyacaksın. Binâenaleyh bu hususta, fazla üzülüp esef etme. Çünkü eğer çok ileri gider, fazla üzülürsen, kendini öldüren, canına kıyan kimse gibi olursun ve böyle yapmakla da bir şey elde edemezsin “ buyurdu ve Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'i sabra davet edip, kalbini takviye etti. Açıklama ve izah özelliği çok ileri seviyede bir kitabın bulunmasına rağmen, onların bundan istifâde edemeyeceklerini beyan ettiği gibi, bu husustaki keder ve üzüntüsünün de hiçbir fayda vermeyeceğini Hazret-i Peygamber'e bildirdi. Daha sonra da indiği takdirde kendisine boyun eğip, kabul etmek mecburiyetinde kalacakları bir ayet indirebileceğini, (fakat bunu yapmayacağını) beyan etmiştir. Eğer (İtaat ediciler olarak) kelimesi nasıl onların boyunlarına nisbet edilmiştir” denilirse biz deriz ki: Bunun takdiri, “Ona boyun eğdiler” şeklinde olup, “a'nâk” (boyunlar) kelimesi, “boyun eğme” işinin mahallini göstermek için getirilmiş ve böylece aslı üzere bırakılmıştır. “Boyunlar” ancak akıllı varlıklara nisbet edilecek “huzû” (itaat etme) sıfatı ile tavsif edilince de, tıpkı “(O yıldızları) bana secde ediyor gördüm” (Yusuf, 4) ayetinde olduğu gibi, cemi müzekker olarak “hâdı'îne” şeklinde getirilmiştir. Bu ifade ile kâfirlerin liderlerinin ve ileri gelenlerinin kastedildiği; tıpkı, “Onlar başlardır, göğüslerdir” denildiği gibi, ileri gelenlerin, “boyunlara” teşbih edildiği de ileri sürülmüştür. Yine bununla, insan topluluklarının kastedildiği, Arapça'da “bir grup insan” manasına denildiği de söylenmiştir. Bu ayetin bir benzeri de Kehf süresindeki (Fatır, 8) ayetidir. |
﴾ 4 ﴿