11"Hani Rabbin Musa'ya, "O zalimler güruhuna Firavun'un kavmine git. Hâlâ sakınmayacaklar mı onlar?" diye nida etmişti". Ehl-i sünnet, Hazret-i Musa (aleyhisselâm)'ın, Allah'dan duyduğu o nidanın ne olduğu hususunda, -O'nun, kadîm kelâmı mı, bir çeşit ses mi olduğu hususunda- ihtilaf etmişlerdir. Bu cümleden olarak Ebu'l-Hasan el-Eşarî şöyle der: “Duyulan şey, O'nun kadîm olan kelamıdır. Delil, Cenâb-ı Hakk'ın zâtının malûm ve müretteb olduğuna delâlet ettiği halde, nasıl ki zâtı diğer eşyaya benzemiyor, aynen bunun gibi, onun kelâmı da duyulduğu halde, ses ve harflere benzemekten münezzehtir.” Ebû Mansûr el-Maturîdî ise şöyle demiştir: “Hazret-i Musa (aleyhisselâm)'ın duyduğu o şey, harfler ve sesler cinsinden bir nidadır. Çünkü delil, bizim cevheri ve arazı gördüğümüze delâlet edip, görülebilmesi için de, cevher ile araz arasında mutlaka müşterek bir sebebin bulunması gerekip, bu müşterek illet de, onların mevcudiyeti olunca, biz her mevcudun görülebileceğine hükmettik. Cisim ile ses arasında mutlaka ortak bir noktanın bulunduğuna hükmedil inceye kadar, bize göre bizim sesleri ve maddeyi görmemiz sübut bulmaz. Binâenaleyh bundan her mevcudun duyulabilmesi neticesi çıkmaz. Böylece aradaki fark ortaya çıkmış olur.” Mu'tezile'ye gelince, onlar bu duyulan şeyin, sadece harfler ve sesler olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Bu noktada onlar şöyle demektedirler: “Bu nida Hazret-i Musa (aleyhisselâm)'nın bu kelamın Allah tarafından geldiğini bileceği bir tarzda tahakkuk etmiştir. Böylece bu, sayesinde Allah'ın kendisine hitab ettiği bilinen bir mucize olmuş olur. Bu sayededir ki Hazret-i Musa (aleyhisselâm) herhangi bir vasıtaya muhtaç olmamıştır. İşte o vakit Hazret-i Musa (aleyhisselâm)'nın Firavun'a, “O zalimler güruhuna, Firavun'un kavmine git” risaletini taşıması yetmiştir, çünkü bi'setin başlangıcında, Hazret-i Musa (aleyhisselâm)'a tevhide çağırmayı emretmek, hükümleri ise daha sonra emretmek gerekir. Cenâb-ı Hakk'ın, Hazret-i Musa (aleyhisselâm)'a bu şekilde emretmesi ise ancak Hazret-i Musa (aleyhisselâm)'ın istendiğinde kendisi elinden mucizelerin zuhur edeceğini bildiği zaman zuhur eder. Cenâb-ı Hakk'ın “O zalimler güruhuna git” buyruğuna gelince bu, Allah'ın onları zalimlikle tescil etmesi demektir. Onlar bu ismi almaya şu iki sebepten dolayı yani kâfir olmaları ve kendi nefislerine zulmetleri sebebiyle İsrâiloğullarına zulmetmeleri açısından müstehak olmuşlardır. Cenâb-ı Hakk'ın ifadesi, “firavnun kavmine” ifadesi o'nun ifadesine bir atf-ı beyan olarak atfedilmiştir. Buna göre sanki, “zalim kavimler” ifadesiyle “firavnun kavmi” ifadesi, aynı manaya delâlet eden iki lafız gibi olmuş olurlar. Ayetteki “Hâlâ sakınmayacaklar mı onlar?” cümlesine gelince, bu ifade “Hâlâ benden sakınmayacaklar mı onlar?” şeklinde olmak üzere nûnun kesresiyle yettekûnî şeklinde de okunmuştur. Böylece nûn, iki nûnun bir araya gelmesinden dolayı; yâ da kesre ile yetinilerek hazfedil mistir. Cenâb-ı Hakk'ın bu ifadesi müste'nef bir kelâm olup, bunun peşinden Hazret-i Musa (aleyhisselâm)'ı zulüm ve taşkınlıktaki halleri ile kendi akıbetlerine dair duydukları güven ve korkusuzluktan dolayı teaccüb ve hayrete davet etmek için, onları uyarmak ve zulümlerini tescil etmek amacıyla Musa'yı onlara gönderdiğini bildiren ifadeyi getirmiştir. Bu kelimenin, zalimin kelimesinin zımnındaki hüm zamirinden hal olması da muhtemeldir. Buna göre mana, “onlar Allah'tan ve O'nun ikâbından korkmayarak zulmediyorlar” şeklinde olur. Bu manaya göre, istifhâm-ı inkâr? İçin olan bu hemze, hâl cümlesinin başına getirilmiş olur. Bir üçüncü izah da, bunun manasının, “Dikkat, ey insanlar, benden korkun!” şeklinde olmasıdır ki, buna göre bu ifade tıpkı, “Allah'a secde etmesinler diye (...)” (Neml, 25) ayetinde olduğu gibidir. Bu ifadeyi, muhatab sığasıyla (......) şeklinde okuyanlara gelince bu onlara dönmek, onları yadırgayarak, yüzleri onlara çevirmek ve onlara gazab etmek üslubu gözetilerek böyle okunmuştur. Bu tıpkı, bir suç işleyen ve kendisi de orada bulunan kimseden şikayetçi olan kimsenin hiddetle yüzünü ona çevirmesi gibidir. Bu kimse şikayet etmeye koyulup da öfkesi şiddetlendiğinde, arkadaşından ilgisini keserek, suçluya yönelir, onu azarlar ve ondan dolayı onu kınar. Ve ona, “Allah'tan korkmaz mısın? İnsanlardan utanmaz mısın?” demeye başlar. İmdi, şayet “Hitap Hazret-i Musa (aleyhisselâm)'a olup, kendisine yönelinenter de, orada bulunmayan kimseler olduğu halde münâcaat (Allah'la konuşma) esnasındaki bu iltifatın fayda ve hikmeti nedir?” denilirse, ben derim ki: Bunu, kendilerine gönderilen o peygamberle konuşma esnasında yapmak, bunu onların huzurunda yapmak ve bunu, bizzat onların kulaklarına atmak demektir. Çünkü, on tara tebliğde bulunan odur, onlara yasak koyan da. Bunda Hazret-i Musa (aleyhisselâm)'a bir lütuf ve takvasını arttırmaya bir teşvik vardır. Kâfirler hakkında nazil olmuş nice ayet vardır ki, onları tefekkür etme ve onlardan dersler çıkarma bakımından, mü'minlerin o ayetlerden olan nasipleri daha da fazladır.  | 
	
﴾ 11 ﴿