14

"O dedi ki: "Ya Rabbi, doğrusu onların beni yalanlayacaklarından korkarım. Benim de göğsüm daralır, dilim açılmaz. Onun için Harun'a gönder. Hem onların, benim aleyhimde bir suç (davaları) da var. Bundan dolayı beni öldürmelerinden korkarım".

Bu ayetlerle ilgili birkaç mesele vardır:

Birinci Mesele

Bil ki Allahü teâlâ, Hazret-i Musa (aleyhisselâm)'a Firavunun kavmine gitmesini emredince, Hazret-i Musa (aleyhisselâm), beraberinde Harun (aleyhisselâm)'ı da onlara göndermesini istemiş, daha sonra da kendisini böyle bir talebe sevkeden sebepleri zikretmiştir ki, bunun neticesi şudur: Şayet Harun (aleyhisselâm) olmasaydı, Hazret-i Musa (aleyhisselâm)'ın peygamber olarak gönderilmesinden elde edilmesi istenen fayda, elde edilemezdi. Bu, şu iki sebepten dolayı böyledir:

a) Firavun genel olarak Hazret-i Musa (aleyhisselâm)'ı yalanlar. Kişinin yalanlanması ise, kalbinin sıkışmasına sebeptir. Kalbin daralması da dilinde tutukluk bulunan kimselerin konuşurken zorluk çekmelerine sebep olur. Çünkü kalb daraldığında rûh ve vücuttaki tabii ısı, kalbin içinde tutulur, sıkışıp kalır. Ruh ile hararet-i garîziyye kalbin içinde sıkışıp kalıp, kalbin dışı rûh ile hararet-i garîzeden halî olunca, lisandaki tutukluk artar. O halde bu demektir ki, yalanlanmaktan dolayı eziyyet duymak, kalbin sıkışmasına; kalbin sıkışması da dilin tutulmasına sebeptir. İşte bundan dolayı, Hazret-i Musa (aleyhisselâm) ise önce yalanlanma korkusuyla, ikinci olarak kalbin daralmasıyla,üçüncü olarak da lisanın tutukluk yapmasıyla başlamıştır. "Harun (aleyhisselâm)'a gelince der Hazret-i Musa (aleyhisselâm), o benden daha fasihtir. Onda, saydığım şu şeyler yoktur. Binaenaleyh onu göndermen daha uygun olur."

b) Onların bana karşı bir suç davası vardır. Binaenaleyh, onların hemen beni öldürmeye koşacaklarından korkarım. Eğer beni öldürürlerse, peygamber olarak gönderilme gayesi gerçekleşmez. Ama Harun (aleyhisselâm) böyle değildir, binâenaleyh bi'setin gayesi de ancak böylece tahakkuk etmiş olur."

İkinci Mesele

Bu ifadeler, ref ile (......) ve (......) şeklinde de okunmuşlardır. Çünkü bunlar (......)'nin haberi üzerine ((......) üzerine) matufturlar. Bu iki fiil, 'in başına geldikleri ifadeye atfedildikleri için de nasb ile de okunmuşlardır. Bu ikinci okuyuşa göre mana "Ben, onların beni yalanlamalarından, böylece de göğsümün daralmasından ve dilimin tutukluk yapmasından endişeleniyorum" şeklinde olur. Bu iki okuyuş arasındaki fark şudur: Merfû okuyuş, Hazret-i Harun (aleyhisselâm)'ın gönderilmesini isteme hususunda, üç ayrı sebebi ifade eder. Nasb ile okuyuş ise tek bir sebebi ifade eder ki, bu da bu üç şeyden "korkma"dır.

İmdi, eğer "Korku, olması beklenen bir kötülükten dolayı meydana gsten bir keder ve üzüntüdür. Halbuki dilin tutukluğu daha önce de mevcuttur. Binâenaleyh korku daha bununla nasıl alâkalı olabilir?" dersen ben derim ki: Biz ileride olacak yalanlamanın, kalbin sıkışmasına, kalbin darlığının da, lisanın iyice tutukluk yapmasına sebebiyet vereceğini beyan etmiştik. Binâenaleyh tutuklukta meydana gelen artma, o anda mevcut değildi, tam aksine, bu ilerde olması beklenen bir şeydi. Binâenaleyh korkunun, olması muhtemel olan bu tutukluğun artmasına bağlanması caiz ve uygundur.

Harun (aleyhisselâm)'ı Teklif Etmesi

Ayetteki “Onun için Harun'a gönder” cümlesine gelince, bu ifadenin zahirinde, Hazret-i Harun (aleyhisselâm)'a kimin gönderileceği bulunmamaktadır. Haberin birinde şu varid olmuştur: “Allahü teâlâ, Hazret-i Musa (aleyhisselâm)'ı Harun (aleyhisselâm)'a göndermiştir.” Süddî şöyle der: “Musa (aleyhisselâm) ailesiyle Mısır'a gitti. Derken, Musa (aleyhisselâm) kendisini tanımayan Harun (aleyhisselâm)'la karşılaştı. Bunun üzerine Hazret-i Musa (aleyhisselâm), “Ben Musa” dedi ve böylece de tanıştılar. Ona, risalet görevini ifa için, kendisiyle birlikte Firavunun yanına gitmesini emretti. Anneleri korktuğu için, korkarak arkalarından bağırdı. Ama onlar bunu dinlemeyerek, doğrudan Firavuna gittiler. Bundan muradın, Cenâb-ı Hakk'ın Harun (aleyhisselâm)'a Cebrail (aleyhisselâm)'ı göndermiş olması da muhtemeldir. Çünkü Allah'ın peygamberlerine gönderdiği elçisi, Cebrail (aleyhisselâm)'dır. Bu iş Cebrail (aleyhisselâm)'a verilmiş olunca, malûm olduğundan dolayı, bu ifadede anlatılmamıştır. Hem ayetin zahirinde onun hangi şey için gönderildiği de yer almamıştır: Ancak ne var ki, sözün fehvası, sözden anlaşılan, Hazret-i Musa (aleyhisselâm)'ın Hazret-i Harun (aleyhisselâm)'ı yapmayı istediği şeyler hususunda kendisine yardımcı olması için talep ettiğini gösterir. Nitekim, Arapça'da birisi, senin yerine davrandığında, “Falancaya adam sal” denilir. Yani “o konuda sana yardımcı olması için...” demektir. Ayetin zahirinde Hazret-i Musa (aleyhisselâm)'ın, Hazret-i Harun (aleyhisselâm)'ın kendisiyle birlikte nebî olmasını İstediği hususu yer almamaktadır. Ancak ne var ki, Cenâb-ı Hakk'ın, “Biz alemlerin Rabbinin gönderdiği peygamberiz deyin" (Şuara, 16) şeklindeki ifadesi buna delâlet etmektedir.

Ayet-i kerimedeki “Hem onların, benim aleyhimde bir suç (davaları) da var” cümlesine gelince, Hazret-i Musa (aleyhisselâm) bu ifadedeki “suç”, sözüyle kendisinin o Kıptîyi öldürmesini kastetmiştir ki, Allahü teâlâ bu hadiseyi Kasas Sûresi'nde açıklamıştır.

Bil ki, Hazret-i Musa (aleyhisselâm)'ın Hazret-i Harun (aleyhisselâm)'ın kendisine katılmasını istemesi hususunda kendisinin Firavuna gitmekten afvedilmesini istediğini gösteren herhangi bir şey yoktur. Tam aksine, onun bu isteğinin gayesi, bu gitmenin maksada ulaşma bakımından en kuvvetli bir biçimde olmasını istemektir. Alimler bu hususta ihtilaf etmişlerdir. Bu cümleden olarak bazıları şöyle demişlerdir: Hazret-i Harun (aleyhisselâm), her ne kadar nebî idiyse de ancak ne var ki o, kendisinin risaleti ifa edinceye kadar kalacağını bilemiyordu. Çünkü o, bununla ancak peygamberlik görevini yapmada Hazret-i Musa aleyhisselâm)'a yardımcı olmakla emrolunmuştu. Bu, Bağdatlılardan Ka'bi ve diğerlerinin görüşüdür. Çünkü Bağdatlılar, Allah'ın kutuna şartlı teklifte bulunabileceğini tecviz etmektedirler. Ekseri ulemânın benimsediği görüş ise, bunun caiz olamayacağıdır. Çünkü Allahü teâlâ bir şeyi emrettiğinde, emrolunanın onu yapabileceğini, onu hangi vakitlerde yapabileceğini de bilir. Binâenaleyh o, onun onu yapamayacağını bilirse, o zaman ona onu emretmez. Bu doğru olduğuna göre, peygamberler hakkında doğruya en yakın olanı, onların Allah'ın kendilerine risâlet görevini yüklediğinde onu yerine getirebileceklerini ve bu risâlet görevi yerine getirilinceye değin de yaşayabileceklerini bilmeleridir. Bu gibi hususlar her ne kadar başkaları hakkında bir teşvik olsa bile peygamberler hakkında bir teşvik olmaz.

Üçüncü Mesele

Bir kimse şöyle diyebilir: “Hazret-i Musa (aleyhisselâm)'ın, “Hem onların, benim aleyhimde bir suç (davaları) da var” şeklindeki sözü, o günahın ondan sudur ettiğine delâlet eder mi?”

Cevap: Hayır. Bununla “onların iddialarına göre, onların benim aleyhimde bir suç (davaları) vardır” manası kastedilmiştir.

Musa ve Harun (aleyhisselâm)'ın Firavuna Gönderilmeleri

14 ﴿