9

"Şüphesiz ki bu (Kur'ân) sana, herşeyi hakkıyla bilen, hakîm ve alîm Allah tarafından veriliyor. Hani Musa ailesine, "Ben bir ateş gördüm. Size ondan ya bir haber getireyim, yahut size ondan bir kor getireyim de ısınasınız" demiştir. Oraya gittiği zaman, ona şöyle nida olundu: "Ateşte bulunana da, çevresinde olanlara da muhakkak bereket verildi. Alemlerin Rabbi olan Allah münezzehtir. Ey Musa, hakikat şudur ki mutlak gâlib olan, Aziz ve Hakîm Allah benim".

Ayetteki ifadesi, "O Kur'ân sana, öyle alîm bir zattan, öyle hakîm bir zattan verilmiştir ki..." demektir. Alim ve Hakîm'ın nekire getirilmesinin hikmeti bu (te'kiddir). Bu ayet, Cenâb-ı Hakk'ın bundan sonra zikredeceği kıssalar için bir mukaddime (giriş)dir. lafzı ise mukadder bir fiili ile mansubtur. Buna göre Cenâb-ı Hak sanki bundan sonra şöyle demektedir: "O'nun hikmetinin ve ilminin neticesi olan, Musa'nın kıssasını da al." Bu lafzın, "alim" kelimesinin mef'ulü olarak mansub olması da mümkündür. İmdi, eğer, "Hikmet, ya ilmin bizzat kendisidir; yahut ilim, hikmetin içinde birşeydir. Öyle ise niçin, hikmetle birlikte ilim de zikredilmiştir? Cevap: Hikmet, sadece amelî şeyleri bilmekle; ilim ise bundan daha kapsamlıdır. Çünkü ilim bazen amelî, bazanda nazarî olur. Nazarî ilimler ise, amelî ilimlerden daha kıymetlidir. Böylece Cenâb-ı Hak, amelî ilimleri kapsayan hikmeti ele almış, bunun peşinden de, kendisinin alîm olduğunu zikretmiştir ki, alîm, ilimde had noktaya varan demektir. Bunun kemâli ise şu üç cihetle elde edilir:

a) Tek olması.

b) Bütün malumatı içine alması.

c) Hertürlü değişiklikten korunmuş olmasıdır. Bu üç mükemmeliyet hali ise, ancak Cenâb-ı Hakk'ın ilminde mevcuttur.

Bil ki Allahü teâlâ bu sûrede pekcok çeşit kıssadan bahsetmiştir:

1. Kıssa: Hazret-i Musa Kıssasının Ezberlenmesi

Birinci kıssa, Hazret-i Musa (aleyhisselâm)'nın kıssasıdır.

Cenâb-ı Hakk'ın, "Hani Musa, ailesine ... demiştir" ifadesine gelince bu, Hazret-i Musa'nın yolunda, hanımı Hazret-i Şuayb'ın kızından başka bir kimse bulunmadığını gösterir. Cenâb-ı Hak, Hazret-i Musa'nın hanımını, onun, "ehli" olarak vasfetmiş ve bunun peşinden de ümküsü "kalınız" (Kasas.29) buyurarak, fiili çoğul getirmiştir.

Ayetteki, "Ben bir ateş gördüm..." cümlesine gelince, bu şu anlamdadır: "Onlar geceleyin yürüyorlardı. Derken, yolu şaşırdılar. Vakit de soğuk bir vakit idi. Bu gibi hallerde nefis, yol konusundaki şaşkınlığı gidermek ve ısınmak için ateşten istifâde etmek ümidiyle, ta uzaklarda bir ateş görme arzusunu duyar.. İşte bundan ötürü Hazret-i Musa, hanımına, bir müjde vererek, "Ben bir ateş gördüm..." demiştir. Alimler, bu ifadenin ne manaya geldiği konusunda ihtilâf etmişlerdir. Bu cümleden olarak bazıları, ânestü fiilinin "gördüm" anlamına geldiğini söylerken, diğer bazılan da, o, "tesadüf ettim, buldum da, ona ünsiyyet keşfettim" manasına geldiğini söylemişlerse de, birincisi doğruya daha yakındır. Çünkü Araplar, ifadeleri arasında bir fark görmezler.

Cenâb-ı Hakk'ın, "size ondan ya bir haber getireyim..." ifadesine gelince, "haber", kendisiyle yol hakkında bilgi verilen şeydir. Çünkü Hazret-i Musa, yolunu şaşırmıştı. Sonra bu ifade de, şöyle bir hazf söz konusudur: "O, ateşi görünce, ona doğru yönelerek, "size ondan ya bir haber getireyim..." dedi. Yani, "kendisiyle, yolun bilinebileceği bir haber..." demektir.

Onun "yahut size, ondan bir kor getireyim" cümlesine gelince, (şihab), alev, meşale; (kabes) de, ele alınmış kor, ateş demektir. Cenâb-ı Hak, alevi kora, ateşe nisbet etmiştir; çünkü "şihâb" kor ele alındığı zaman ele alınmış olur, ele alınmadığı zaman da ele alınmamış olur. Bu ifadeyi tenvinle (......) şeklinde okuyanlar ise, (......) kelimesini ya bedel tutmuş; yahut da, kendisinde bulunan, "ele alma, tutma" anlamından ötürü, sıfat addetmiştir. Sonra burada, şu şekilde birkaç soru sorulabilir:

Bazı Sorular ve Cevapları

Birinci Soru: Cenâb-ı Hakk'ın, "size ordan ya bir haber getireyim..."(Neml, 7) ifadesiyle, "olur ki ondan size bir haber ... getiririm..." ifadeleri, adeta birbirleriyle tenakuz halindedirler. Çünkü bunlardan birisinde ümit etme manası var (Kasas, 29), diğerinde ise, kesinlik ve katiyyet anlamı...

Biz diyoruz ki, bunun cevabı şöyledir: Bir şeyi uman, bekleyen kimse bazan, o umduğunu elde edememe ihtimalini de düşünerek, o husustaki beklenti ve ümidi kuvvetli olduğu için, "şunu yapacağım ve şöyle olacak" der.

İkinci Soru: Bu ifadenin başına niçin, "gelecek" manasını bildiren sîn gelmiştir?

Cevap: Bu, Hazret-i Musa tarafından, ailesine, geç de olsa, yahut mesafe uzak dahi olsa, onu getireceği hususunda verilmiş olan bir va'ddir.

Üçüncü Soru: Hazret-i Musa, bu iki cümlenin arasına, ev "veya" edatını sokmuştur? Her ikisine de, aynı anda ihtiyacı olduğu için, bunları birlikte anmalı, zikretmeli değil miydi?

Cevap: Hazret-i Musa Allah'ın sünnetine güvenerek, ümidini, ikisini birden elde edemezse bile, onlardan birini elde edeceğine, yani, ya yolu bulacağına, ya da ateşi elde edeceğine bağlamıştır. Çünkü Allah, kulu üzerinde, iki mahrumiyeti birden bulundurmaz.

Ayetteki, cümlesine gelince bu, "ısınmanız için" demektir. Ki bu da, onların, ısınmaya olan ihtiyaçlarını gösterir. Bu durumda bu işin, ancak soğuk bir vakitte meydana geldiği anlaşılır.

Ağaçlardaki İlâhî Zuhur

Cenâb-ı Hakk'ın..Şöyle nida olundu: "Ateşte bulunana da, çevresinde olanlara da muhakkak bereket verildi" ifadesine gelince, bu hususta birkaç bahis vardır:

Birinci Bahis: Bu cümlenin başındaki en, tefsir için getirilen en-İ müfessire'dir. Çünkü nida fiilinde kale (dedi) anlamı vardır. Buna göre mana, "O Musa'ya bereket erildi" denildi.." şeklinde olur.

İkinci Bahis: Alimler "ateşte olan..." tabirinin ne demek olduğu hususunda ihtilaf ederek şu izahları yapmışlardır:

1) (......) kelimesi, "Bereketli oldu, arttı..." anlamındadır, nar kelimesi de, nûr" (şık, ziya) anlamındadır. Buna göre mana, "Nurda olanlar mübarek oldu..." şeklinde olur. Ki bu da, Cenâb-ı Hakk'dır. tabiri ile de, melekler kastedilmiştir. Biz bu rivayetin her ne kadar uydurulmuş ve mevzu olduğunu kesinkes eliyorsak da, bu, İbn Abbas (radıyallahü anh)'dan rivayet edilmiştir.

2) (......) ifadesiyle, "Allah'ın nuru" (......) ifadesiyle de, "melekler" kastedilmiştir. Bu da, Katâde ve Zeccâc'dan rivayet edilmiştir:

3) Allahü teâlâ, Hazret-i Musa'ya, mübarek bir yerdeki o ağaçtan duyduğu bir sözle nidâ etmiştir. O halde bu demektir ki, sözün mahalli o ağaçtır; ama, Hazret-i Musa'ya konuşan ise, bu konuşmayı o ağaçta yaratmak suretiyle kendisi olmuştur, ama ağaç olmamıştır. Sonra o ağaç, içindedir. Onun etrafındakiler ise, meleklerdir. İşte bundan dolayı, Cenâb-ı Hak, "Ateşte bulunan da, çevresinde olanlar da mübarek kılındı" buyurmuştur. Bu, Cübbai'nin görüşüdür.

4) Ateşte olan, Hazret-i Musa'dır. Çünkü, ateşe yakın olan odur. Ateşin etrafında olanlar ise meleklerdir. Bu, doğruya en yakın olan görüştür. Çünkü bir şeye yakın olan hakkında, "o, o şeyin içindedir" ifadesi kullanılabilir.

5) Keşşaf sahibine göre, ifâdesinin anlamı "ateşin yerinde olan ıse ve onun çevresindekiler kutlu kılındı" demektir. Burası da ateşin hasıl olduğu yerdir, yani Cenâb-ı Hakk'ın, "bir yerdeki vadinin sağ kıyısın d'an... "(Kasas, 30) ayetinde ele alınan kutlu bölgedir. Bunun böyle olduğuna, Übeyy İbn Ka'b'ın bu kelimeyi "o yer ile, onun etrafındakiler mübarek oldu" şeklindeki kıraati delâlet etmektedir. Yine Ubeyy'in (......) şeklinde okuduğu da rivayet olunmuştur.

O Mekânın Kutlu Olmasının Sebebi

Üçüncü Bahis: O mıntıkanın, ateştekilerin ve onun etrafındakilerin mübarek nma sebebi, bu büyük hadisenin orada vaki olmasıdır. Ki, bu büyük iş de, Allahü teâlâ'nın Hazret-i Musa ile konuşması, onu peygamber kılması ve onun elinden mucizeler izhâr etmesidir. İşte bundan dolayı Cenâb-ı Hak, Şam topraklarını, "Onu da, Lût'u da, içinde âlemler için bereketler verdiğimiz arza (ulaştırıp) kurtardık" (Enbiyâ, 71) ayetinde de belirttiği gibi, bereketli kılmış, mübarek yapmıştır. O toprakların böyle olması da gerekir; çünkü o topraklar peygamberler otağı, vahyin indiği mekân olup onların, ölülerini de, dirilerini de içinde bulunduran yerdir.

Teşbihin Buradaki Anlamı

Dördüncü Bahis: Cenâb-ı Hak, bu sözü, Hazret-i Musa'nın münacâatının bir mukaddimesi yapmıştır. O halde ayet-i kerimedeki, "Ateşte bulunan da, çevresinde olanlar da mübarek kılındı.." cümlesi, bunun, bütün Şam topraklarında, kendisinden bereket fışkıran büyük bir iş olarak kabul olunduğuna delâlet eder.

Ayetteki, "Alemlerin Rabbi olan Allah münezzehtir" cümlesinin şu iki faydası vardır: a) Cenâb-ı Hak, bunun, Hazret-i Musa'nın peygamberliğinin doğruluğu hususunda bir mukaddime olması için, Kendisini, gerek zâtı, gerekse hikmeti hususunda O'na yakışmayan şeylerden tenzih etmiştir, b) Bunun, kâinatta meydana gelen büyük olayların ve hadiselerin, Cenâb-ı Hak tarafından meydana getirildiğine dikkat çekmek için, bunu dileyenin ve onu yapanın, Alemlerin Rabbi olduğunu ilân etmek için gelmiş olmasıdır.

Ateşten Gelen Nidanın Manası

Cenâb-ı Hakk'ın... "hakikat şudur ki, mutlak galib olan, Aziz ve Hakîm olan Allah Benim..." ifadesine gelince, Keşşaf sahibi şöyle der: "innehû kelimesindeki zamirin, şân zamiri; cümlesinin mübtedâ haber; ifadesinin de, o haberin sıfatı olması muhtemel olduğu gibi, bu zamirin, kendinden öncekilerin delâlet ettiği şeye raci bir zamir olması da mümkündür. Yani, "Sana konuşan, Benim..." demek olur, Bu durumda, Allah lafzı, ene'nin beyâniyyesi, (......) ifadeleri de, tayin için getirilmiş iki sıfat olur. Bu, Cenâb-ı Hakk'ın, Hazret-i Musa'nın elinden izhâr etmek istediği mucizeleri ortaya koyması için, bir mukaddimedir. Allahü teâlâ bu beyanı ile şunu demek istemiştir: "Meselâ o değneğin bir yılana dönüşmesi gibi, vehim ve anlayışlardan uzak olan şeylere muktedir olan ve yaptığını ince hikmet ve tedbir ile yapan Benim Ben!."

Nidanın Hak Olmasının Ölçüsü

İmdi eğer, "Bu nidanın Allah'dan başkasından olması da mümkündür. O halde, Hazret-i Musa, bunun Allah'dan olduğunu nasıl bilebilmiştir?" denilirse, buna şu şekilde cevap verilir: Ehl-i sünnetin bu hususta, iki izah şekli vardır:

a) Hazret-i Musa, harflere ve seslere benzemekten münezzeh olan bir kelâm duymuş ve bunun, Allah'ın sıfatı olduğunu, bedîhî ve zarurî olarak bilip anlamıştır.

b) Mâverâünnehir imamlarının görüşüdür. Buna göre, Hazret-i Musa(aleyhisselâm) o sesi o ağaçtan duymuştur. Bu noktada biz şöyle diyoruz: Hazret-i Musa, bunun Allah'dan olduğunu, şu sebeplerden dolayı anlamıştır:

1) "O nida, o ateş veya o ağaçta meydana gelince, Hazret-i Musa, bunun Allah tarafından olduğunu anlamıştır. Çünkü, içimizden hiçkimse, böyle bir şeye kadir olamaz." Bu izah tutarsızdır; çünkü, "Ateşe ve o ağaca şeytan girdi; sonra da nida etti" denilmesi muhtemeldir.

2) "O nidanın bizzat kendisinin büyüklük ve azametle, ancak bir mucize olabilecek bir dereceye ulaşmış olması da mümkündür." Bu izah da tutarsızdır, çünkü biz, meleklerin ve şeytanların, (ses bakımından) ne derece kuvvetli olduklarını bilemiyoruz. Binâenaleyh, bunlardan, her frekans ve yükseklikte sesin sadır olması mümkündür.

3) Bu konuşmaya, ilahi bir konuşma olduğunu gösteren bir mucize de eklenmiştir. Bu cümleden olarak, o ateşin yeşil bir ağaçta yanmasına rağmen, o ağacın kendisi yanmamıştır. Bu işte, adetâ bir mucize gibi olmuştur. En doğru olan da budur. Allah en iyisini bilendir.

Musa (aleyhisselâm)'ın Teskin Edilmesi

9 ﴿