14

"Ve asanı bırak". (Musa asasını bırakıp da) onu çevik bir yılan gibi hareket eder görünce, arkasını dönüp kaçtı ve geri dönmedi. "Ey Musa, korkma. Çünkü Ben (varım). Benim yanımda peygamberler korkmaz. Zulmeden kimseler müstesna. Fakat zulmeden kimse işlediği kötülükten sonra iyi iş yapar, halini düzeltirse şüphesiz ki Ben, hakkıyla bağışlayıcı, çok merhamet ediciyim. Elini koynuna sok da, Firavn'a ve kavmine (göstereceğin) dokuz mucize içinde o, kusursuz, bembeyaz (parlak) olarak çıkıversin. Şüphesiz ki onlar, fâsıklar topluluğudur". Vakta ki ayetlerimiz böyle apaçık olarak onlara geldi. "Bu, apaçık bir büyüdür" dediler. Vicdanları da bunlara tam bir kanaat hasıl ettiği halde, zulüm ve kibr ile yine bunları inkâr ettiler. Fesat çıkaranların akıbeti bak nice oldu...".

Bil ki, bu ayetlerde yeralan hususların pekçoğunun İzahı geçmişti. Biz burada, hassaten buraya mahsus olan (tekrarlanmamış olan) hususları zikredeceğiz.

Cenâb-ı Hakk'ın, 'Ve asanı bırak" ifadesinin neye atfedildiği sorulmuştur.

Cevap: Bu, (......) (Neml, 8) lafzına atfedilmiştir. Çünkü kelamın takdiri, şeklindedir. Ki, her ikisi de, (......) ifadesinin tefsiridir.

Ayetteki, "çevik biryılangibi..."cümlesinegelince, cânkelimesi, küçük yılan anlamına gelir. Onu bu adla isimlendirmişlerdir, çünkü o, insanlara gözükmez. Hasan el-Basrî bu kelimeyi, iki sakin harfin bir arada bulunmasından kaçınarak, (şâbetun - genç kız) ve (dâbetun - debelenen, kımıldayan canlı) diyen kimsenin okuyuşu üzere (cânun) şeklinde okumuştur.

"ve geri dönmedi" cümlesine gelince, bunun anlamı, "rücû etmedi, arkasına dönmedi" şeklindedir. Nitekim Arapça'da, savaşçı hakkında, kaçıştan sonra tekrar geri dönüp saldırıya geçtiğinde " 'Akkâbe'l-Mukâtilu" denilir. O ancak, bunun, kendisi hakkında murad edilen bir şey olduğunu zannettiği için korkmuştur. Ayetteki "Korkma, çünkü Benim ... yanımda peygamberler korkmaz.." hitabı da buna delâlet eder. Bazıları da şöyle demiştir: "Bundan murad şudur: "Biz peygamberlere bir mucize izhar etmeyi emrettiğimiz zaman, onların bunu izhar hususunda korkmamaları gerekir..." Aksi halde, peygamberler, muhakkak ki bazan korkarlar.

Cenâb-ı Hakk'ın "zulmeden kimseler müstesna" ifadesine gelince, bunun manası şudur: "Lakin, zulmedenler hariç..." Buradaki zulüm, evlâyı terketmek ya da küçük günahlar kabilinden, nebilerden sadır olan şeylere hamledilmektedir. Bununla kastolunanın, Musa (aleyhisselâm) da bulunan şeye ima olması da muhtemeldir ki, bu, son derece hoş olan tavizlerdendir.

Hasan el-Basrî (radıyallahü anh) şöyle demiştir: "Allah'a andolsun ki Musa (aleyhisselâm) kıbtîyi öldürmekle zulmetmiş olan, sonra da halini değiştiren kimselerden idi. Çünkü Cenâb-ı Hakk'ın, "Rabbim, ben nefsime zulmettim. Beni bağışla!.." dedi. Bunun üzerine Allah da bağışladı.."(Kasas, 16) ayeti, Hazret-i Musa'ya delâlet eder. Bu ifade, tenbîh harfiyle, (elâ men zaleme) şeklinde de okunmuştur.

Cenab-ı Hakk'ın, "Sonra bir kötülüğün ardından onu bir iyiliğe çevirse.." ayetine gelince, bundan murad, "tevbe güzelliğin ve günahın kötülüğü"dür. Ebû Bekr'ın Asım'dan olan rivayetine göre o, (Hasenen) şeklinde okumuştur.

Ona Verilen Dokuz Mucize

Cenâb-ı Hakk'ın, "(göstereceğin) dokuz mucize içinde.." ifadesine gelince bu müstesna bir ifadedir. Buradaki fî harf-i cerri, mahzuf olan bir kelama mütealliktir. Buna göre mana, "Dokuz mucize içinde (ile) Firavuna git" şeklinde olur. Bir kimse şöyle diyebilir: "Mucizeler onbir taneydi. Bunlardan ikisi yed-i beyzâ ile asa mucizeleridir. Dokuzu ise şunlar: Denizin yarılması, tufan, çekirge, bit, kurbağa, kan, sitme kör edilmeleri, badiyelerinde kuraktık tarlalarında da eksilme... Ayet-i Kerime'deki "Vaktaki ayetlerimiz böyle apaçık olarak onlara geldi.." cümlesine gelince, burda, "görme" (Ibsâr) ise, ayetlere nisbet edilmiştir; hakikatte ise, bu ayetleri düşünene aittir. Bu da, onların iyice bakmaları ve onun hakkında tefekkür etmeleri sebebiyledir. Yahutta bu ayetler, son derece aşikâr olmalarından dolayı görür ve doğruya ulaşır gibi addedilmişlerdir. Ali İbn Hüseyin ve Katâde bu kelimeyi, tıpkı (mecbene) ve (mebhale) kelimelerinde olduğu gibi, (......) şeklinde okumuşlardır. Yani, kendisinde görme ve ibret almanın çok olduğu mahal ve mekân.

Muarızların İçlerinden İnanmaları

Cenâb-ı Hakk'ın "Vicdanları da buna tam bir kanaat hasıl ettiği halde..." ifadesine gelince, buradaki vâv, hâl vâv'ıdır. Kendisinden sonra da, bir kelime bulunur. Burada muzman (vicdanlar) kelimesini zikretmenin faydası ise şudur: "Onlar bu ayetleri dilleriyle inkâr edip yalanlamışlar, ama kalblerinde ve vicdanlarında ise, bunun gerçek ve hak olduğuna kanaat getirmişlerdir." (isteykane) fiili, (eykane) ifadesinden daha beliğdir.

"zulüm ve kibir ile.." ifadesine gelince, bu, "Bu ayet ve mucizlerin apaçık olup Allah katından olduğuna kanaat getirdikten sonra, onu apaçık bir sihir olarak isimlendirmek suretiyle büyüklenen kimsenin zulmünden daha çirkin hangi zulüm vardır?.." anlamındadır.kelimesi, büyüklenerek, Hazret-i Musa'nın getirdiği şeye imandan yüz çevirmektir. Bu tıpkı Cenâb-ı Hakk'ın "Kibirlerine yediremediler... Onlar mütekebbir ve müstebid adamlardı..." (Mü'minun, 46) ayetinde olduğu gibidir. Bu kelime tıpkı, (......) kelimesinde olduğu gibi, damme ve kesre ile ve şeklinde de okunmuştur.

2. Kıssa: Davud (aleyhisselâm)

14 ﴿