40

"(Süleyman) dedi: "Ey seçkin topluluk, onun tahtını, kendilerinin bana müslüman olarak gelmelerinden önce, hanginiz bana getirir?" Cinlerden bir İfrît, "Sen, makamından kalkmadan ben onu sana getiririm. Ben bu hususta, mutlaka güvenilecek bir kuvvete mâlikim" dedi. Nezdinde kitaptan bir ilim olan, "Ben, sen gözünü yumup açmcaya kadar onu sana getiririm" dedi. Vakta ki onu yanında durur bir halde gördü. "Bu, Rabbimin lütfundandır. Şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni imtihan etmek içindir. Kim şükrederse, bu onun faydasınadır, kim de nankörlük ederse, şüphe yok ki Rabbim, tamamen müstağnidir, hakkıyla kerem sahibidir".

Tahtı Getirtme Sebebi

Bil ki ayet-i kerimedeki "(Süleyman) dedi: "Ey seçkin topluluk, onun tahtını, hanginiz bana getirir?" ifadesinde, hem Belkıs'ın, Süleyman'a katılmaya azmettiğine, hem de o taht meselesinin meşhur bir mesele olduğuna, böylece de Hazret-i Süleyman'ın, Belkıs gelmeden önce, o tahtın kendi yanında olmasını istediğine dair bir delâlet bulunmaktadır. Alimler, Hazret-i Süleyman'ın o tahtı getirip,orada hazır bulundurmasındaki maksadının ne olduğu hususunda ihtilaf ederek, şu açıklamaları yapmışlardır:

1) Bundan maksat, bunun, Belkıs için, Allah'ın kudretine, Hazret-i Süleyman'ın peygamberliğine dair bir delil olması ve böylece Belkıs'ın, bu delili daha önce geçmiş' olan diğer delillere eklemesidir.

2) Hazret-i Süleyman, o tahtı getirtmeyi, böylece şeklini ve şemailini değiştirmeyi, daha sonra da Belkıs'ın onu tanıyıp tanıyamayacağını anlamak için, o tahtı ona sunmasıdır. Ki, bunun gayesi de, Selkıs'ın aklını ve zekâsını ölçmektir. Cenâb-ı Hakk'ın "Onun tahtını bilinmez hale getirin. Bakalım (tanımaya) muvaffak olacak mı, yoksa başaramayanlardan mı olacak?" (Neml. 41) ifadesi de, bu görüşe delâlet eder gibidir.

3) Katâde şöyle der: "Hazret-i Süleyman, Bel kıs müslüman olduğunda, onun malını almasının helâl olmayacağını bildiği için, o müslüman olmadan önce, onun tahtını almak istemiştir."

4) "Arş", bir memleketin kudretini simgeleyen bir şeydir, tahttır. Böylece Hazret-i Süleyman, Belkıs kendisine gelmeden önce, onun mülkünün miktarını, (ne derece zengin olduğunu) bilmek istemiştir.

İfrit'in Teklifi

Ayetteki, "Cinlerden bir ifrit dedi..." ifadesine gelince, insan hakkında kullanıldığı zaman, "İfrit" akranlarını ezip geçen, onları zefil kılan kötü adam demektir. Şeytanlar için kullanıldığında ise, âsî ve habîs anlamına gelir.

Ayetteki, "Sen makamından kalkmadan..." ifadesi, "sen meclisinden kalkmadan" demektir. Bu işin, bir zamana ve bir müddete bağlanabilmesi için, bu hususta mutlaka malûm olan bir örfün bulunması gerekir. İşte bu sebeple, bu cümleden olarak bununla, insanlar arasında hükmetme meclisi (zamanı) kastedilmiştir, denildiği gibi; bununla, kendisinde insanlara bir hutbenin, hitabenin îrad edileceği bir vaktin kastedildiği de ileri sürülmüştür. Yine bu müddetin, gündüzün yarısına (öğleye) kadar olan bir müddet olduğu da ileri sürülmüştür.

Ayetteki lafzına gelince bu, "Onu taşıyabilirim, hiçbir şeyi kırmadan, dökmeden, olduğu gibi getirebilirim" anlamındadır.

İlim Ehli Vezirinin Teklifi

Ayetteki "Nezdinde kitaptan bir ilim olan... "tabirine gelince, bu hususta şöyle iki bahis bulunmaktadır:

Birinci Bahis: Alimler bu ifade, bahsi gecen şahsın kimlerden olduğu hususunda şu iki şekilde ihtilaf etmişlerdir:

a) Bunun meleklerden olduğu ileri sürüldüğü gibi,

b) Bunun insanlardan olduğu da ileri sürülmüştür. Binâenaleyh, birinci görüşte olanlar da, kendi aralarında ihtilaf ederek,

1) Bu Cebrail (aleyhisselâm)'dir,

2) Allahü teâlâ'nın Hazret-i Süleyman'ı desteklediği bir melektir.

İlim Ehli Kim İdi?

İkinci görüşü benimseyenler de kendi aralarında inkişaf ederek şu izahları yapmışlardır:

1) İbn Mes'ûd'a göre bu, Hızır (aleyhisselâm)'dır.

2) İbn Abbas'ın en meşhur görüşüne göre bu, Hazret-i Süleyman'ın veziri Asaf İbn Berhiyâ'dır ki bu, Allah'ın ısm-i azamı'nı bilen sıddîk bir kuldu. O bununla dua ettiğinde, duası kabul olunurdu.

3) Katâde'ye göre bu, ism-i azamı bilen bir insandı.

4) İbn Zeyd'e göre bu, o denizdeki bir adada yaşayan salih bir kimseydi. O gün, Hazret-i Süleyman (aleyhisselâm)'a bakmak için çıkmıştı.

5) Doğrusu bu, Süleyman (aleyhisselâm)'ın bizzat kendisidir. Hitap olunan şahıs ise Hazret-i Süleyman (aleyhisselâm)'ın kendisiyle konuştuğu ifrittir. Hazret-i Süleyman (aleyhisselâm), bir mucize ortaya koymak ve böylece de, herşeyden önce onlara meydan okumak istemiştir. Daha sonra da İfrît'e, İfrît için mümkün olmayan bir sürat içinde, o tahtı kendisinin getireceğini açıklamıştır.

Katından Bir İlim Bulunanın Süleyman (aleyhisselâm) Olduğu Hakkında

Bu görüş şu görüşlerden dolayı doğruya daha yakındır.

a)lafzı, Arapça'da, bir şahıs belli bir hâdise ile tarif edilmeye çabalandığında, o muayyen şahsa işaret etmek için vazolunmuş bir lafızdır. "Katnda kitaptan bir ilim" bulunmakla meşhur olan o şahıs ise, Süleyman (aleyhisselâm)'dır. Binâenaleyh, bunun Hazret-i Süleyman'a verilmesi gerekir. Bu konuda söylenebilecek son söz şudur: Diyelim ki, Asâf da böyledir. Ancak ne var ki, biz diyoruz ki: Hazret-i Süleyman, kitabı ondan daha iyi bilir, çünkü Hazret-i Süleyman peygamberdir. Binâenaleyh bu lafzı, Süleyman (aleyhisselâm)'a'hamletmek daha uygundur.

b) O tahtı, çok kısa bir zaman dilimi içinde getirip mevcut hale getirmek, yüksek bir payedir. Binâenaleyh, şayet bu derece, Hazret-i Süleyman'da değil de Asalda tahakkuk edecek olsaydı, bu, Asâf'ın Hazret-i Süleyman'dan üstün kılınmış olmasını gerektirirdi ki, bu caiz olamaz.

c) Hazret-i Süleyman (aleyhisselâm), şayet bu hususta, Asâf'a muhtaç olmuş olsaydı, bu, Hazret-i Süleyman'ın durumunun, halk nazarında daha aşağıda olmasını gerektirirdi.

d) Hazret-i Süleyman (aleyhisselâm) "Bu Rabbimin lütfundandır. Şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni imtihan etmek içindir" demiştir ki, bu ifadenin zahiri, Cenâb-ı Hakk'ın bu mucizeyi, Hazret-i Süleyman'ın duası vesilesiyle izhar etmiş olmasını gerektirir.

İkinci Bahis: Alimler bu ayette geçen "kitap" lafzıyla neyin kastedildiği hususunda ihtilaf etmişlerdir. Bu cümleden olarak bununla, Levh-i Mahfuz; "katında ondan bir ilim bulunan kimse" tabiriyle de Cebrail (aleyhisselâm)'in kastedildiği ileri sürüldüğü gibi, bununla, Hazret-i Süleyman'ın kitabı veya peygamberlerden birinin kitabının kastedildiği de ileri sürülmüştür. Bunun, bir medh ifadesi olduğu ve bu vasfın, o tahtın taşınmasında bir tesirinin bulunduğu, işte bundan dolayı da onların, "Bu, mevcut olduğunda, en kısa zamanda Allah tarafından icabetin meydana geldiği ism-i azamdır" dedikleri, genel olarak malumdur.

Ayette yer alan "Ben, gözün sana dönmeden evvel onu sana getiririm" ifadesine gelince, bununla ilgili şöyle iki bahis vardır:

Birinci Bahis: Her iki yerde geçen ifadesinin, fiil veya ism-i fail olması mümkündür.

İkinci Bahis: Alimler, "gözün sana dönmeden evvel..." ifadesinin ne demek olduğu hususunda ihtilaf ederek şu iki açıklamayı yapmışlardır:

1) Bununla, bu işin son derece kısa zamanda meydana geleceği kastedilmiştir. Bu, tıpkı senin arkadaşına, "Ben bunu bir anda, hemen yaparım!" demen gibidir. Bu, Mücâhidin görüşüdür.

2) Bizim, bu ifadeyi, zahirine göre ele almamızdır. Tarf bakarken, gözkapaklarım hareket ettirmek demektir. Binâenaleyh, sen, göz kapaklarını açtığında, gözün ışığının, görülen nesneye doğru uzadığı sanılır. Yumduğunda ise, o nurun, tekrar yeniden göze geri döndüğü sanılır ki, işte ayetteki, "gözün dönmesinden kastedilen de budur.

Burada şöyle bir soru sorulabilir: Aradaki mesafe böylesine uzak iken, o tahtın bu kadarcık bir zaman içinde taşınması nasıl mümkün olabilir? Bu taşınmaz işi, ya, o tahtın sıçrayarak buraya konduğunu veyahut da aynı cismin, aynı anda iki yerde bulunduğunu söylemeyi gerektirir.

Cevap: Mühendisler, şöyle demişlerdir: Güneş küresi, yer küresinden yüzaltmış dört kez daha büyüktür. Buna rağmen güneşin doğma zamanı, çok kısa sürer: Binâenaleyh biz, güneş yuvarlağının doğuş zamanını, Şam ile Yemen arasındaki zamana taksim ettiğimizde, o lemha (o kısacık an), uzamış olur. Binâenaleyh, böylesine hızlı bir hareketin varlığı aklen sabit olup, Cenâb-ı Hakk'ın da bütün mümkinâta kadir olduğu sabit olunca, bu soru ortadan kalkar.

Şükür, Şükredene Fayda Verir

Sonra, Hazret-i Süleyman (aleyhisselâm), "Vakta ki onu yanında durur bir halde gördü, "Bu, Rabbimin lütfundandır. Şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni imtihan etmek içindir" demiştir. "Ibtilâ-imtihan etme"nin ne demek olduğu, defalarca anlatıldı. Hazret-i Süleyman, şükrün faydasının, Allah'a değil, şükredene yönelik olduğunu beyan etmiştir. Bunun, şükredene yönelik olmasına gelince, bunun sebepleri şunlardır:

1) Şükrünü gerektiren hususun, böylece hakkını yerine getirmiş, mes'uliyetten kurtulmuş olur.

2) O, bununla, Allah'ın daha fazla vermesini talep etmiş olur. Nitekim Cenab-ı Hak, "Eğer şükrederseniz, elbette size olan nimetimi artırırım" (İbrahim, 7) buyurmuştur.

3) Şükr ile meşgul olan, maddî lezzetlerle meşgul olmuş demektir. Bu ikisi arasındaki fark, şeref bakımından, in'am edenle o nimet arasındaki fark gibidir. Daha sonra, "Kim de nankörlük ederse, şüphe yok ki Rabbim, tamamen müstağnidir, hakkıyla kerem sahibidir" demiştir. Bu, "Allah, o kimsenin şükründen müstağnidir, onun nankörlüğü O'na zarar vermez; O, kulunun şükretmekten yüz çevirmesi sebebiyle, o nimetlerini o kimseden kesmeyecek derecede kerîm olandır" manasındadır.

Süleyman (aleyhisselâm)'ın Belkıs'ı Sınaması

40 ﴿