43

"(Süleyman) dedi ki: "Onun tahtını tanınmaz şekle getirin. Bakalım, tanıyabilecek mi, yoksa tanımaya muvaffak olamayanlardan mı olacak? Artık, o kadın gelince, ona şöyle denildi: "Senin tahtın böyle miydi?" Kadın, "Sanki bu odur, dedi; ondan evvel de bize ilim verilmişti ve biz, müslüman olmuştuk." (Hayır), onun, Allah'tan başka olarak tapmakta devam ettiği şey, kendisinin müslüman olmasına mani olmuştu. Hakikatte o, kâfirler topluluğun dandı”.

Tahtın Görünüşünü Değiştirmesi

Bil ki, Hazret-i Süleyman'ın, ifadesinin anlamı, "o tahtı, tıpkı bir kimsenin. insanlar tarafından tanınmamak için kıyafet değiştirmesi gibi, şeklini değiştiriniz, tanınmaz hale getiriniz" şeklindedir. Bu böyledir, zira o taht, aynen olduğu gibi bırakılmış olsaydı, şüphesiz ki Belkıs onu tanırdı. Ve onun onu tanıması çok akıllı olduğuna delalet ederdi. Ama taht değiştirildiğinde, onun onu tanıması veya o hususta duraklaması ise, aklının fazlalığına delalet eder. İleri sürülen şu şeyin doğru olması da imkansız değildir: Rivayet edildiğine göre Süleyman (aleyhisselâm)'a, hasetlerinden, o onunla evlenmesin ve o kadın onun yanında makam-mevki sahibi olmasın diye, onun aklının noksan olduğu söylenmiştir. Bunun üzerine de Süleyman (aleyhisselâm), onun aklını sınamak istemiştir.

Ayetteki "bakalım..." ifadesine gelince, bu ifade, emrin cevabı olarak meczûm; mûste'nef bir cümle olarak merfû okunmuştur.

Alimler, ayetteki ifadesinin ne demek olduğu hususunda ihtilaf ederek şu iki açıklamayı yapmışlardır:

a) Daha evvel de söylediğimiz gibi, o, onun kendi tahtı olduğunu tanıyacak mı?

b) O bu sayede, bununla, Hazret-i Süleyman (aleyhisselâm)'ın nübüvvetini anlayacak mı, anlamayacak mı? İşte bundan dolayı Cenâb-ı Hak, "yoksa tanımaya muvaffak olamayacaklardan mı olacak?" buyurmuştur. Bu, bir zem ve kınama gibi olup, ancak, delâlet yoluyla buraya uygun düşer. Buna göre Süleyman (aleyhisselâm) sanki, onun, bu tahtı bulup o tahtın uzak bir yerden oraya getirilmiş olması açısından, bu sayede kendi nübüvvetini tanımasını arzulamıştır. Çünkü bu, hem Allah'ın kudretine, hem de Hazret-i Süleyman (aleyhisselâm)'ın doğruluğuna delalet eder. Ve yine Hazret-i Süleyman (aleyhisselâm), kendisine has bu maksatlardan dolayı, yine bununla, aklının üstünlüğünü bilmek istemiştir. İşte bundan dolayı ona bu şekilde sormuştur.

Onun İsabetli Cevabı

Ayetteki "Senin tahtın böyle miydi?" ifadesine gelince; bil ki, (......) ifadesi, harf-i tenbîh, teşbih kâfi ve işaret ismi gibi üç kelimeden meydana gelmiştir. Hazret-i Süleyman (aleyhisselâm) "senin tahtın bu mu?" dememiş, ancak ne var ki, ona bir ipucu vermemek için, "senin tahtın da böyle miydi?" demiştir. Bunun üzerine o kadın da, "Bu, o", veya, "bu, o değildir" demeyip, "sanki bu, odur" demiştir ki, bu da, onun aklının mükemmel oluşunun neticesidir. Çünkü o, durulması, itinâ edilmesi, teennî ile hareket edilmesi gereken) yerde, cevrîlik yapmamış, teennie hareket etmiştir.

Onun, "Daha evvel verilmişti..." ifadesine gelince, bununla ilgili şu iki şey sorulabilir:

a) Bu, kimin sözüdür?

b) Bu, hangi cümleye atfedil mistir? Bunun iki cevabı vardır:

a) Bu, Süleyman (aleyhisselâm) ve kavminin sözüdür. Çünkü, Belkîs'e tahtı sorulduğunda, o da, bu soruya "sanki bu, odur" diye cevap verince, görünen odur ki, Süleyman (aleyhisselâm) ile kavmi, "cevabında isabetli, akıllı ve zekî bir kadın; İslâm'la müşerref oldu" demişler, sonra da bu sözlerine, "ondan bize ilim verildi" şeklindeki sözlerini atfetmişlerdir. Buna göre onlar sanki, "Biz, o kadın bilmezden önce, Cenâb-ı Hakk'ı ve O'nun kudretini biliyoruz" demek istemişlerdir, onların bundan maksatları, İslâm'a ilk girme şerefini kendilerine nasîb ettiği için, Allah'a şükretmektir.

b) Bu, Belkîs'ın, "Sanki bu, odur" şeklindeki sözüyle alâkalı olarak, yine onun sözüdür. Buna göre, mana, "Bize, bu mucizeden ya da bu hallerden önce, Allah'ı ve Süleyman (aleyhisselâm)'ın nübüvvetini tanıma bilgisi verildi" şeklinde olur. Daha sonra, ayetteki "(hayır), onun, Allah'dan başka olarak taptığı şeyler "şeklindeki ifadeler ise, Cenâb-ı Hakk'ın sözleri cümlesinden olmuş olur.

Belkıs'in Şirki

Ayetteki, "Onun, Allah'tan başka olarak tapmakta devam ettiği şey, kendisinin müslüman olmasına mani olmuştu" ifadesine pelince, bu hususta şu iki izah yapılmıştır:

1) Bununla, "o kadının, Allah'tan başkasına ibadet etmesi, kendisinin iman etmesine mani olmuştur" manası kastedilmiştir.

2) Harf-i cerr'in hazfedildiği ve fiilin i'sali (fiilin doğrudan doğruya müteallakıyla birleştirilmesi) düşünülerek, o kadını, Allah veya Süleyman (aleyhisselâm), ibadet ettiği şeylerden menetti" manasının murad edilmesi (demektir) (......) ifadesindeki (......) kelimesi, yâ, (......) fiilinin failinden bedel olmak üzere, veyahut da (......) manasında olduğu düşünülerek, fetha ile (ennehâ) şeklinde de okunmuştur.

Mu'tezile, bu ayetle istidlalde bulunarak şöyle der: "Şayet, o kadında o küfrü yaratan Allahü teâlâ olmuş olsaydı, onun imana girmesine mani olan, "ne onun önceki küfrü, ne de o kadının kâfirler topluluğundan olması" olmazdı. Tam aksine, onun imana girmesini engelleyen şey, Allahü teâlâ'nın o kadında, o küfrü yeniden yaratmış olması olur.

Cevap: Bu, ikinci te'vile göre ele alınırsa, bu istidlalin sakıt olduğunda şüphe yoktur. Ama, birinci te'vile göre, bizim buna vereceğimiz cevap şudur: O kadının kâfirler zümresinden olması, onun küfrünü gerektirecek "daî"nin meydana gelmesine sebep olmuştur. Bu durumda da, ayetin zahiri, biz ehl-i sünnetin görüşüne muvafık olarak kalmış olur. Allah en iyi bilendir.

Belkîs'ın Saraya Girişi

43 ﴿