53"Celalim hakkı için Biz, Semûd'a da, "Allah'a ibadet edin" diye, kardeşleri Salih'i gönderdik. Bir de ne görsün, onlar, biribirleriyle çekişen iki grup..., Salih dedi ki: "Ey kavmim, niçin iyiden evvel çarçabuk kötüyü istiyorsunuz? Allah'dan mağfiret edilmenizi istemeli değil misiniz? (Böyle yaparsanız), mağfiret edilmeniz umulur." Onlar da dediler ki: "Sen ve beraberinde bulunanlar sebebiyle uğursuzluğa uğradık." (Salih) dedi ki: "Sizin amel ve hareketleriniz Allah yanında (yazılı)dır. Belki siz, imtihana çekilmekte olan bir kavimsiniz." O şehirde dokuz grup vardı ki, bunlar, yeryüzünde fesat çıkarıyorlar, iyiliğe hiç yanaşmıyorlardı. (Biribirine) Allah adına yemin ederek dediler ki: "Ona ve ehline mutlaka bir gece baskın yapalım. Sonra da fisine, "Andolsun biz onun ailesinin helakinde bulunmadık. Şüphesiz ki biz dbette sadıklarız" diyelim. Onlar böyle bir tuzak kurdular. Biz de, kendilerinin berleri olmadan, onların planlarını alt-üst ediverdik. işte bak, o tuzaklarının akıbeti nice oldu! Çünkü biz onları da, kavmlerini de toptan helak ettik." İşte zulmetmeleri yüzünden çökmüş, ıpıssız kalmış evleri. Şüphe yok ki bilecek kimseler için bunda bir ayet vardır. İman edip, ittikâ edenleri ise, biz kurtardık". Nûn'u bâ'nın zammesine tabî kılarak, şeklinde de kıraat vardır. Ayetteki, "Bir de ne görsün, onlar iki grup..." ifadesiyle ilgili şu iki görüş ileri sürülmüştür: a) Bununla, mü'min grup - kâfir grub manası kastedilmiştir. b) Bununla, onlardan hiç kimse iman etmezden önce, Salih (aleyhisselâm)'in kavmi kastedilmiştir. Ayetteki, "Birbirleriyle çekişen"ifadesi, "iman edenler, Hazret-i Salih (aleyhisselâm)'in getirdiği delilleri inceleyip doğruluğunu anladıkları için iman etmişlerdir. Durum böyle olunca da, bunların mutlaka o delilleri kabul etmeyenlerin hasmı olmaları gerekir. Bu hasımlaşma ve çekişme, din konusunda olunca, bu, dinî konularda mücadele etmenin, tartışıp, onları iyice incelemenin hak olduğuna delalet eder. Yine bu ifadede, taklidin geçersizliğine de işaret vardır. Ayetteki, "Ey kavmim, niçin iyiden evvel çarçabuk kötüyü istiyorsunuz?" ifadesi ile ilgili şu iki bahis vardır: Birinci Bahis: Haseneden (iyiden) evvel, çarçabuk kötülüğün istenmesi hususunda şu iki izah yapılmıştır: 1) Hazret-i Salih (aleyhisselâm)'in, kendisini yalanlayanlara getirdiği deliller fayda vermeyince, o onları ilahî azabla tehdit etmiş; bunun üzerine onlar, "Eğer sadıklardan isen (doğru söylüyorsan), haydi o azabı getir" (Ankebut, 29) demişlerdir. Onlar bu sözü, onunla alay etmek için söylemişlerdir. İşte bu sırada o, "Niçin iyiden evvel, çarçabuk kötüyü istiyorsunuz?" demiştir. Bu, "Allah size, rahmetine ulaşma ve mükâfaatını elde etme fırsatı vermiştir. Binâenaleyh daha niçin bunu bırakıp, O'nun azabının hemen gelmesini istiyorsunuz" demektir. 2) Onlar cahil oldukları için, "Salih'in bizi tehdid edip durduğu o ilahi ceza eğer, iddia ettiği gibi gelecek olursa o esnada bir araya gelir ve Allah'dan mağfiret isteriz. Bu durumda da Allah tövbelerimizi kabul eder ve o azabı bizden uzaklaştırır" diyorlardı. Salih (aleyhisselâm) bu sebeple, onların inançlarına göre hitap edip, "Keşke o azap gelip çatmazdan önce Allah'dan mağfiret isteseniz. Çünkü hayrı hemen istemek, şerri hemen istemekten daha evladır" demiştir. İkinci Bahis: Ayetteki "seyyie" (kötü) İle, ilahî ceza, "hasene" (iyi) ifadesi ile de ilahî mükâfaat kastedilmiştir. İlahî azabın, "kötü" diye adlandırılması mecazdır. Bu mecazın sebebi, ya ikâb-ı ilâhînin, kötülüğün ayrılmaz vasfı oluşundandır, yahut da bu ilahî ceza, kötü olma bakımından kötüye benzetilmiş olmasındandır. Rahmetin ve mükâfaatın iyi (hasene) diye nitelenmesinin, bazı alimler "hakikat" olduğunu sövlemis. bazıları da bunun mecazî olduğunu söylemişlerdir. Birincisi doğruya daha yakındır. Sonra Salih (aleyhisselâm) bu gerçek sözü ifade edince, onlar buna, yine bozuk bir ifade ile, "Sen ve beraberinde bulunanlar sebebiyle uğursuzluğa uğradık. Çünkü başımıza gelen bu darlık ve kıtlık, senin ve adamlarının uğursuzluğu yüzündendir" demişlerdir. Keşşaf sahibi şöyle demiştir: "Onlardan birisi, yolculuğa çıkmak istediğinde, bir kuşa rastlayınca onun peşinden giderdi. Eğer o kuş, solundan sağına doğru uçarsa, bunu uğur sayar; şayet, sağından soluna doğru uçarsa, uğursuzluk kabul ederdi. Binâenaleyh onlar iyiyi-kötüyü, hayrı-şerri kuşların uçuş ve hareketlerine nisbet edince, "tayr" (kuş) kökü, mecazî olarak hayır ve şer için kullanılmaya başlamıştır. Halbuki bu, Allah'ın takdiri ve taksimi ile olur." İşte Salih (aleyhisselâm) de, "Sizin kuşunuz (yani amel ve hareketleriniz) Allah yanında (yazılıdır.)" Yani "size gelen hayır ve serleriniz, Allah'dan olup, bu da O'nun kaza ve kaderi iledir. O, isterse size rızık verir, isterse sizi mahrum eder" demiştir. Bunun manasının, "sizin uğursuzluğunuzun karşılığı olan ilahî ceza Allah katındandır" şeklinde olduğu da söylenmiştir. Doğruya en yakın olan, birinci manadır. Çünkü o kavim, o anda meydana gelen bu işe işaret etmişlerdir. Bunun cevabının da, başka konuda değil, bu konuda olması gerekir. Hazret-i Salih (aleyhisselâm) daha sonra, bunun onların cahilliklerinden kaynaklanan bir cevap olduğunu, "Belki siz imtihana çekilmekte olan bir kavimsiniz" ifadesi ile açıklamıştır. Binâenaleyh onları o sözü söylemeye sevkedenin, başkaları olması muhtemel olduğu gibi, şeytanın, vesvesesiyle onları bu fitneye düşürmüş olması da muhtemeldir. Cenâb-ı Hak "O şehirde dokuz çete vardı ki, bunlar yeryüzünde fesat çıkarıyorlardı..." buyurmuştur. Doğruya en yakın olan bu ifade ile, dokuz grubun kastedilmiş olmasıdır. Çünkü "raht" kelimesinin zahiriyle tek kişi değil, bir cemaat kastedilir. Bunların, dokuz kabile olması muhtemel olduğu gibi, sebebin farklı olmasından değil de, sıfatlarının ve hallerinin farklılığından ötürü, onların bu belli sayıda olmuş olmaları da muhtemeldir. İşte bu sebeple Cenâb-ı Hak, onların yeryüzünde fesat çıkarıp, iyiliğe hiç yanaşmadıklarını, fesatlarına iyilik namına hiçbirseyi karıştırmadıklarını anlatmıştır. Çünkü O, "Bunlar, yeryüzünde fesat çıkarıyorlar, iyiliğe hiç yanaşmıyorlardı..." buyurmuştur. Daha sonra Hak teâlâ, onların Hazret-i Salih (aleyhisselâm)'in işine dair kafalarında kurdukları şeyin de, bu fesatları cinsinden olduğunu beyan buyurmuştur. Ayetteki, "(Birbirlerine) Allah adına yemin ederek..." ifadesindeki fiilin, emir veya başında mahzuf bir (......) edatı ile, hal yerine vaki olmuş bir haber cümlesi olması da muhtemeldir. Yani, "onlar, yemin ederek böyle söylediler" demektir. "Beyat" geceleyin düşmanı izlemek ve baskın yapmak demektir. Ayetteki, "Sonra da velisine, "Andolsun biz onun ailesinin helakinde bulunmadık" diyelim" ifadesi, "Eğer onun kavmi, akrabaları bizi itham ederlerse, onlara, "orada değildik" diye yemin ederiz" demektir. Ayetteki, mehlike fiilinden olmak üzere, mîm'in ve lâm'ın fethasıyla mehlek; ve lâm'ın kesresiyle mehlik şeklinde okunduğu gibi, den olmak üzere, mîm'in zammesiyle mühlek şeklinde de okunmuştur. Bu kelimenin, masdar-ı mîm'i, ism-i zaman ve ism-i mekân olması da muhtemeldir. Daha sonra Hak teâlâ, "Onlar böyle tuzak kurdular. Biz de kendilerinin haberleri olmadan onlara tuzak kurduk..." buyurmuştur. Alimler Allah'ın mekri (tuzağı) hususunda şu değişik izahları yapmışlardır 1) Allah'ın mekri, onları farkına varmadıkları bir anda helak etmesidir. Allah'ın mekri, mecazî olarak, insanların mekrine benzetilmiştir. Rivayet olunduğuna göre, Salih (aleyhisselâm)'in, o kayanın içinde namaz kılabileceği bir kovuk vardı. O kâfirler, "Salih (aleyhisselâm), bizden üç güne kadar kurtulacağını iddia etmektedir. Gelin biz, ondan ve ehlinden (ailesinden - adamlarından) üç gün gelmezden önce kurtulalım" demişler, o kaya kovuğuna gitmişler ve "o buraya namaz (ibadet) için geldiğinde onu öldürür, daha sonra gider ehlini öldürürüz" demişler. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak, bir kaya göndermiş ve o kaya onlar kovukta iken, kovuğun ağzını tamamen kapamış. Böylece onlar yok olup gitmişler. Geri kalanları da (Cebrail (aleyhisselâm)'in o narası ile yok olup gitmişlerdir. 2) Onlar, geceleyin kılıçlarını sıyırarak, Hazret-i Salih (aleyhisselâm)'in bulunduğu yere gelmişler. Allahü teâlâ da Hazret-i Salih (aleyhisselâm)'in evi dolusu melek göndermiş ve melekler onların kafalarını taşlarla yarmışlar. Onlar taşları görüyorlarmış, ama atanları göremiyorlarmış. 3) Allahü teâlâ, Salih (aleyhisselâm)'e, onların kurdukları bu tuzağı haber vermiş, Salih (aleyhisselâm) de, böylece onlardan kurtulmuş. İşte Allah'ın onlara karşı tuzağı, bu haber verişidir. Ayetteki, "Onları helak ettik" ifadesi, bir müste'nef cümledir. Bunun başındaki edatını meftun okuyanlar, bunu, ya önce geçen "akıbet"den bedel yaparak mahallen merfu kabul etmişlerdir, yahut takdiri, "Onların helakleri budur" şeklinde olan, mahzûf bir mübtedanın haberidir. Yahut da bu ifade, . (......) manasında (mef'ûl-ü leh) olarak, yahut da Jif nin haberi olarak mahallen mansubtur. Bu ikincisine göre mana, "Onların tuzaklarının neticesi, kendileri için bir helak oldu" seklinde olur. Ayetteki hâviyeten kelimesi, üzerinde, tükenin delalet ettiği şeyin amil olduğu bir "hal"dir. Isa b. Ömer, bunu, mahzûf bir mübtedanın haberi olmak üzere, ref ile haviyetun şeklinde okumuştur. Allah en iyi bilendir. |
﴾ 53 ﴿