61"(O şeyler mi), yoksa yeryüzünü bir karargâh yapan, aralardan ırmaklar akıtan, onun için sabit dağlar kuran, iki denizin arasına bir perde koyan mı (daha hayırlı)? Allah ile beraber bir tanrı öyle mi? Hayır, hayır, onların çoğu bilmiyorlar". İkinci husus, yeryüzü ile ilgili olandır ve bu ayetle anlatılmıştır. Keşşaf sahibi şöyle der: "Bu ifadeler, bundan önceki "yaratan mı?" ifadesinden bedeldir. Buna göre, bu ayetin durumu da, önceki ayetin durumu gibidir." Bil ki Allahü teâlâ, bu ayette yeryüzünün şu dört faydasını saymıştır: Birinci Fayda, onun bir karargâh oluşudur. Bunun böyle oluşunun pek çok sebepleri vardır: a) Allahü teâlâ, yeryüzünü oval yaratmış ve üzerinde rahat durulabilsin, karar kılınabilsin diye, onu düzenlemiştir. b) Allahü teâlâ, yeri ne fazla sert, ne fazla yumuşak yaratmamış, orta bir halde yaratmıştır. Böylece yeryüzü, üzerinde oturan kimsenin rahatsız olacağı bir taş gibi sert değildir. Yine yer, içine batılıp gidilen bir su ve balçık gibi yumuşak değildir. c) Allahü teâlâ yeri, ışığın aksetmesine kabil olması için kesîf ve tozlu yaratmıştır. Eğer yeryüzü saydam olsaydı, ışıklar onda durmaz, o zaman da hiçbir canlının yaşamayacağı bir soğuklukta olurdu. d) Allahü teâlâ güneşin dönme eksenini eğik yaratmıştır. Böyle olmasaydı mevsimlerdeki farklılıklar meydana gelmezdi. Mevsimlerden hâsıl olan faydalar da elde edilemezdi. e) Hak teâlâ, yeryüzünü durgun (hareketsiz) yaratmıştır. Eğer o hareketli olsaydı, ya bir doğru istikametinde hareket edecekti, yahut bir daire üzerinde hareket edecekti. Her iki takdire göre de, yeryüzünde iskân ile elde edilen faydalar elde edilemezdi. f) Allahü teâlâ yeryüzünü, ölülerin de dirilerin de yer aldığı bir mekan kılmıştır. Çünkü her çirkin şey onun üzerine atılır ve her güzel şey ondan çıkar. İkinci Fayda, Allah'ın o yeryüzünün aralarında ırmaklar akıtmış olmasıdır. Bil ki yeryüzünden şu dört çeşit su çıkmaktadır: a) Akan gözelerin suyu... Bu, kendisi fazla, fışkırma gücü ileri, yer altı buharlarından kaynaklanan, yeri bu kuvvetiyle delip çıkan ve sonra devamlı olarak akan sulardır. b) Durgun gözelerin suları... Bunlar da, kuvveti, ancak yeryüzüne çıkacak kadar olan, fakat kuvveti ve kendisi, peşpeşe gelecek derecede olmayan buharlardan olan sulardır. c) Nehir ve kanalların suları... Bunlar da, yeryüzünü delecek güçte olmayan buharlardan elde edilen sulardır. Bunların üzerinden, o toprak kazılıp kaldırıldığında, o buharlar çıkacak bir delik bulurlar ve az bir güç ile yeryüzüne çıkıp akmaya başlarlar. d) Kuyuların suları... Bunlar da, kanal ve nehir suları gibi, yerden kaynayan sulardır. Fakat bunların, bir yere doğru akma imkanı yoktur. Kanal ve nehir sularının, kuyu sularına nisbeti, akan göze sularının, duran göze sularına nisbeti gibidir. Binâenaleyh, yeryüzünün bu sertliğinin olmaması halinde, o buharların yerin altında bir araya gelemeyecekleri anlaşılır. Çünkü eğer o buharlar yerin altında bir araya gelmeselerdi, yerin üstündeki bu gözeler meydana gelemezlerdi. Üçüncü Fayda, Allah'ın o yeryüzünde revasf yani kazık gibi çakılmış dağlar yerleştirmesidir. Bu cümleden olarak diyoruz ki: Gözelerin, su birikintilerinin ve madenlerin çoğu, ya dağlarda, ya dağlara yakın yerlerde bulunur. Gözelerin dağlarda meydana gelmiş olması şöyle olur: Yer yumuşak ve nemsiz olsaydı oradan buharlar emilip zayi olur ve zikre değer bir su birikmezdi. Demek ki bu buharlar ancak, sert toprak altında toplanabilir. Dağlar ise, yerin en sert yerleridir. Dolayısıyla bu buharları tutmaya, toplamaya ve böylece de gözelerin esasını oluşturabilecek şeylerin biraraya gelmesine elverişli yerler olurlar. Dağ su deposuna benzer. Dağın huknası buharla doludur ki, adeta damıtma işlemi için hazırlanmış imbiğe benzer. Buharın az bir kısmının bile dağılıp kaçmasına imkan vermez. Dağın alt kısmı ise damıtma kazanır durumunda olup kanallardan gelen su orada toplanır. İşte bundan ötürü, gözelerin çoğu dağlardan, pek azı da sahralardan fışkırır. Bu az kısmın o sahralardan fışkırması da yine, oraların sert olmasına bağlıdır. Bulutların çoğunun dağlarda oluşmasının şu üç sebebi vardır: 1) Dağlarda bulunan çiğ taneleri kadar, başka yumuşak arazilerde çiğ tanesi bulunmaması... 2) Dağların, yüksek olmaları sebebiyle, daha serin olmaları... Böylece, dağların üzerindeki çiğler ve karlar kadar, başka yerde çiğ ve kar kalmaz. 3) Yükselen buharların dağlarda hapsedilmiş, tutulmuş olup, ayrılıp çözülmelerine imkan verilmemiş olması... Bunun böyle olduğu sabit olunca, dağlarda bulutların çok oluşunun sebebi de ortaya çıkmış olur. Çünkü onları meydana getiren madde, dağların içinde ve dışında daha çoktur, yine buharı tutma özelliği daha fazladır ve buharın çözülüp gitmesine sebep olan sıcaklık da dağlarda daha azdır. İşte bundan ötürü, bulutlar dağlarda daha fazla oluşur. Buharlara muhtaç olan madenlerin arz ile olan münasebeti ise daha fazladır ve kanal açma işinin tamamlanması için yeryüzünde daha fazla kalma durumundadırlar. Bu hususta ise, dağlar kadar müsait ortam olamaz. İki Deniz Arasına Engel Konulması Dördüncü Fayda: Allah'ın iki deniz arasına bir perde koymasıdır... Bundan murad, tatlı suyun karışmalar ile bozulmamasıdır, bir de aradaki perdeden istifade edilmesidir. Bir de mü'minin kalbinde iman ve hikmet denizi ile, tuğyan ve şehvet denizi vardır. Cenâb-ı Hak, yardımı ile bu ikisinden biri diğeri ile karışıp bozulmasın diye, aralarına bir engel koymuştur. Bazı feylesoflar, Hak teâlâ'nın, "O, iki denizi birbirine kavuşmak üzere salıvermiştir. (Böyle iken) aralarında yekdiğerine tecavüz etmeye mâni bir perde vardır" (Rahman, 19-20) hususunda, "tecavüz olmadığı zaman o ikisinden inci ve mercan çıkar" demişlerdir. Kalbte de aynı şekilde, İki tarafın birbirine tecavüzü ve karışması olmadığı zaman, şükür sayesinde din ve iman çıkar. Buna göre eğer, "Cenâb-ı Hak niçin denizi tuzlu yaratmıştır?" denilirse, biz deriz ki: Eğer deniz tuzlu olmasaydı, suyunun tadı, rengi ve kokusu bozulur, böylece de o bozukluk yeryüzüne yayılır ve umumi bir veba hastalığı meydana gelirdi. Bil ki denizin yeryüzünün belli yerine yerleştirilmesi, değişmesi mümkün olmayan birşey değildir. Gerçek olan şudur ki, deniz bir asırdan, diğer bir asra nakledilen tarihlere sığmaz, uzun bir müddet içinde yer değiştirir. Çünkü denizler genelde nehirlerden, nehirler de genelde gözelerden beslenir. Gökyüzünün suları ise, belli mevsimlerde oluşurlar. Sonra ne gözelerin, ne gök sularının aynı mıntıkada, hallerinin devamlı birbirine benzemesi gerekmez. Çünkü gözelerin çoğu, batıp kaybolur. Yine çoğu kez, gök, sularını indirmez. Binâenaleyh mutlaka bu durumda vadilerin ve nehirlerin suyu çekilir ve kurur. Böylece de denizlerdeki suların azalması-çekilmesi meydana gelir. Yeryüzünün bir başka tarafında gözeler meydana geldiğinde, orada nehirler de meydana gelir. Bundan sonra da o tarafta denizler meydana gelir. Daha sonra Hak teâlâ, kendisinde bu gibi yüce faydalar bulunan yeryüzünü yaratanın ancak kendisi olduğunu beyan edince, ulûhiyyetin de kendisine has kabul edilmesi gerekir. Cenâb-ı Hak, "Hayır, hayır, onların çoğu bilmiyorlar" ifadesiyle de, onların böylesi bir düşünceden yoksun oldukları için, cehaletlerinin büyük olduğuna dikkat çekmiştir. Mahlûkların Allah'a İhtiyaçları Üçüncü Husus, mahlûkâtın, Hak teâlâ'ya muhtaç oluşları ile ilgilidir ve bu ayetle elde edilmiştir. |
﴾ 61 ﴿