6

Ta, Sin, Mîm. Bunlar, apaçık bildiren kitabın ayetleridir. Musa ile Firavun haberinden bir kısmını, iman edecek bir zümre için, hak olarak sana okuyacağız. Hakikat, Firavun yeryüzünde büyüklük taslamaya kalktı, ora ahalisini fırkalar haline getirdi. Onlardan bir zümreyi zaafa uğratıyor, bunların oğullarını boğazlıyor, kızlarını diri bırakıyordu. Çünkü o fesatçılardandı. Biz ise diliyoruz ki o yerde zaafa uğratılanlara lütfedelim. Onları önderler îpalım. Onları, vârislerden kılalım. Onlara orada kudret verelim. Firavun'a, Hamân'a ve bunların ordularına da gocunmakta oldukları şeyi gösterelim".

Bil ki, Cenâb-ı Hakk'ın ifadesi, diğer sûrenin başındaki, hurûf-ı mükattaalar gibi olup, bu husustaki sözümüz daha önce geçmiştir. Bu ayetteki tilke ism-i İşareti, bu sûrenin ayetlerine işarettir. Buradaki "kitab-ı mübin" sözüyle, ya Levh-i Mahfuz, yahut da Allahü teâlâ'nın Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e İndireceğini kastettiği kitap kastedilmiştir. Böylece Cenâb-ı Hak, bu sûrenin ayetlerinin, o kitabın ayetleri olduğunu beyan etmiş oldu. Allah, bu kitabı, ya kendisinde helâl-haram beyan edildiği için; ya, fesahatiyle onun, kulların kelâmı değil, Allah'ın kelâmı olduğu; yahut Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in nübüvvetinin doğruluğu; yahut evvelkilerin ve sonrakilerin haberleri, veyahut da sapıkların şüphelerinden nasıl kurtulunacağı beyan edildiği için "mübîn" diye vasfetmiştir.

(......) Tabirinin İzahı

"Sana okuyacağız..." ayetine gelince, bu, "Cebrail (aleyhisselâm)'in lisanıyla okuyoruz..." demektir. Çünkü Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisine gelen vahiyleri ezberleyinceye kadar, Cebrail (aleyhisselâm) ona okuyordu. Cenâb-ı Hakk'ın

"Musa ile Firavun haberinden bir kısmım ... hak olarak..." "... okuyacağız" fiilinin mef'ulü olup, "Biz, sana, o ikisinin, yani Musa (aleyhisselâm) ile Firavunun haberlerini hak (gerçeğe uygun) olarak okuyacağız" demektir. Bu Cenâb-ı Hakk'ın, "Yağı bitiriyor... "(Mü'minûn, 20) ayeti gibi olup, orada olduğu gibi, burada da ba harf-i cerri aslî unsur olmayıp tezyîn için kullanılmıştır.

Ayet-i kerimedeki "iman edecek bir zümre için." ifadesiyle ilgili olarak şu iki açıklama yapılmıştır:

1) Allahü teâlâ bu tabirle iman etmeyenleri de kastetmiştir. Ancak ne var ki, kabul edip yararlananlar iman edenler olduğu için,hassaten mü'minlerden bahsetmiştir. Bu da, Cenâb-ı Hakk'ın tıpkı, "Müttakiler için bir hidâyet rehberi" (Bakara, 2) ifadesi gibidir.

Firavun'un Azması

2) Şu mâna da muhtemeldir: Allahü teâlâ, Kur'ân'ı okumadaki salâhın, onların iman etmeleri olduğunu biliyordu. Böylece O'nun, o salâhı iman etmeyenler için dilemiş olması da, (teb') kabilinden olur, yani bunun peşinden gelen talî bir şey olur.

Firavun'un Zulmü

Cenâb-ı Hakk'ın, "Hakikat, Firavun o yerde büyüklük taslamaya kalktı..." ifadesine gelince, bu ayetteki Firavun kelimesi, fa'nın dammesi ile Firavun ve Furavn şeklinde okunmuştur, ama kesreti (Firavun) okunması daha yerinde olup, bu tıpkı el-Kustâs ve el-Kıstâs kelimeleri gibidir. "At kelimesi, "tekebbür etti, zorba oldu, büyüklük tasladı ve azdı" anlamlarına gelip, bununla, o kralın kuvvet ve kudreti kastedilmiştir. "Yerde büyüklük taslamak" ise, "idare ettiği beldede böyle oldu, dünyanın her tarafında değil..." demektir. Daha sonra Cenâb-ı Hak, bu saltanatın bir yönünü, "ora ahalîsini fırkalar haline getirdi..." beyanı ile açıkladı. Bu ya, " Firavun, idare ettiği memleketlerin halkını, istediği şeyde, kendisine yardım eden ve itaatta bulunan; içlerinden hiçbirisinin kendisine muhalefet edemeyeceği gruplar haline getirdi" demektir, yahut, "Kendisine hizmet hususunda, onları birbirleriyle yardımlaşır hale getirdi"; yahut da, "Onları, kendisine hizmet hususunda, daha fazla itaatkâr olsunlar diye, aralarında düşmanlığı kışkırttığı değişik değişik sınıflara, gruplara böldü" demektir. Veyahut da, bununla kastedilen, Cenab-ı Hakk'ın "Onlardan bir zümreyi zaafa uğratıyor, yani kendisine hizmet ettiriyor, bunîann oğullarım boğazlıyor, kızlarını diri bırakıyordu..." buyruğu ile tefsir ettiği şeydir ki, işte ayetteki (......) kelimesiyle kastedilen de budur. Onlardan zaafa uğratılan o zümre, İsrailoğullarıdır.

Rüyanın Muteberlik Derecesi

Onların oğullarının kesilme sebebi hususunda da, şu izahlar yapılmıştır:

1) Bir kâhin, Firavuna, "İsrailoğulları arasında, falanca gecede doğacak bir çocuk sebebiyle, senin mülkün ve devletin yok olup gidecektir" demiş, o belirtilen gecede de oniki erkek çocuk doğmuş, Firavun ise onları öldürtmüştür. Müfessirlerin ekserisine göre, bu işkence, İsrailoğulları arasında uzun seneler devam etmiştir. Vehb şöyle demektedir: "Kıptîler, Hazret-i Musa (aleyhisselâm)'yı bulabilmek için, İsrailoğullarından doksanbin kişiyi öldürdü." İşte bundan dolayı bazı kimseler şöyle demişlerdir: "Bu, - âdisede, Firavun'un ahmak olduğuna bir delil yatmaktadır. Çünkü, kâhin eğer doğru söylüyorsa, yapılacak olan öldürmeler, olacak olan şeyin önüne geçemeyecek. Eğer yalan söylüyorsa, bu öldürmenin ne manası kalır? Bu soru, ilm-i nücûmdan elde edilen, "İlmü'l-ahkâm"ın geçersizliği hususunda da bazen ileri sürülür. Bunun bir benzeri de, teklifin olmadığını söyleyenlerin şu şekildeki sözleridir: "Eğer, meselâ Zeyd; Allah'ın ilmine ve kazasına göre "saîd" kullardan ise, onun itaatta bulunmasına perek yok. Yok eğer, "şakî" (bedbaht) kimselerden ise, onun taatte bulunmasının faydası yoktur. Hem bu soru, şayet doğru olsaydı, o zaman rüya tabîri (yorum) ilmi ve faydaları geçersiz olurdu. Bir de, müneccimlerin cevabı şöyledir: "Yıldızlar, Sürülmemesi halinde, şöyle şöyle olacak bir çocuğun doğumuna işaret etmiştir". Böyle olması halinde, onu öldürmeye çaba sarfetmek, boş şeyle iştigal olmaz."

Bil ki bu son izah tutarsızdır; çünkü böylesi bir haberin o kâhine isnat edilmesi, o kâhinin, gayb'dan tafsilatlı bir biçimde haber verdiğini kabullenme olur. Binâenaleyh, şayet biz bunun olabileceğini söylesek, gaybdan haber verme işinin, peygamberlerin doğruluğuna delâlet etmeleri bâtıl olmuş olur ki, bu müslümanların icmâı ile bâtıl ve geçersiz bir husustur.

2) Süddî'ye göre Firavun, rüyasında, Beyt-i Makdis yönünden, bir ateşin geldiğini; Mısır diyarını da içine aldığını, derken İsrailoğullarını değil de, Kıptileri yakıp kül ettiğini görmüş... Böylece de, rüyasını tabircilere sormuş, onlar da, İsrailoğullarının geldiği deden ve onların içinden, Mısır'ın helakine sebep olacak olan bir adamın açacağını söylemişler... Bunun üzerine de, Firavun, İsrailoğullarının erkeklerinin öldürülmesini emretmiştir.

3) Hazret-i Musa (aleyhisselâm)'dan önce gelen peygamberler, Hazret-i Musa (aleyhisselâm)'nın peygamber olacağı müjdesini vermişler. Firavun da bunu duymuş. İşte bundan dolayı Firavun, İsrailoğullarının erkek çocuklarını kati ettirmiştir. Bu izah, kabule daha uygundur.

Keşşaf sahibi şöyle der: (......) ifadesi, ya (......) ifadesindeki zamirden haldir, ya (......) kelimesinin sıfatıdır, veyahut da müste'nef bir kelâmdır. (......) kelimesi de, (......) kelimesinden bedeldir.

Firavun'un İfsadı

Ayet-i kerimedeki "Çünkü o fesatçılardandı" cümlesi, bu öldürme işinin sadece bir fesat olup; Allah'ın kazasını defetme hususunda bir tesirinin bulunmadığını gösterir.

Cenâb-ı Hakk'ın, "Biz ise diliyoruz ki.." ifadesi, O'nun "Fakat, Firavun yeryüzünde büyüklük taslamaya kalktı..." ifadesine atfedilmiş bir cümledir. Çünkü bu da, Hazret-i Musa (aleyhisselâm) ile Firavun'un o önemli haberlerini tefsir etme ve anlatma hususunda, o ayetin bir benzeridir. Ancak ne var ki, mırfdu lafzı, muzari olması itibarı ile her ne kadar, gelecek ifâde ediyorsa da, bununla mazinin hikayesi kastedilmiştir. Bunun, (......) kelimesinden hâl olması da mümkündür. Buna göre mana, "Biz, onlara lütfetmeyi dilediğimiz halde, Firavun onları istihdam etmek ve zaafa uğratmak istemiştir" şeklinde olur.

İmdi eğer, "Allah'ın onlara lütfetmeyi irade etmesiyle, Firavun'un onları köle olarak kullanması hâdisesi, nasıl bir arada düşünülebilir? Çünkü Allah bir şeyi irade ettiğinde, o hemen oluverir ve onun olması, başka bir vakte kalmaz..." denilirse, biz deriz ki: Cenâb-ı Hakk'ın, onların Firavun'un elinden kuıiulmalarıyla ilgili lütfunun meydana gelme zamanı yakın olduğu için, bu lütfün meydana gelişini dilemek, sanki, onların zaafa uğratılmak istenilmesine mukarin (bitişik) kılınmıştır (İkisinin zamanı aynı kabul edilmiştir).

İmam'ın Manası

Cenâb-ı Hakk'ın, "Onları önderler yapalım..." beyanına gelince, bu, "Onları, gerek dinî, gerekse dünyevî hususlarda (kendi zamanlarının) Öncüleri kıldık" demektir. Mücahid bu ifadeye, "onları, hayra çağıranlar yaptık..." manasını verirken, Katâde, "onları idareciler kıldık" manasını vermiştir ki, bu ikinci manaya göre bu, Cenâb-ı Hakk'ın, "Ve sizi, krallar yaptık..." ifadesi gibi olmuş olur.

Cenâb-ı Hakk'ın "Onları, varisler kılalım..." ifadesine gelince. bu, "Firavun'un idaresine, yerine, sahip olduğu şeylere varisler kılalım..." demektir.

Cenâb-ı Hakk'ın "Onlara orada kudret verelim..." buyruğuna gelince, bil ki: Arapça'da, birisi birisine, üzerinde oturacağı, ayak basacağı bir yer hazırlayıp onu oraya yerleştirdiğinde, (......) denilir. Bunun bir benzeri de, (......) tabiridir. Onlara o yerde -ki bu, Mısır ve Şam beldeleridir, imkân ve kudret vermesi anlamı, onların emirlerini geçerli ve nüfuzlu kılmak, el ve ayaklarını çözüp hürriyete kavuşturmaktır.

Cenâb-ı Hakk'ın, "Firavun'a, Hâmân'a ve bunların ordularına da, gocunmakta oldukları şeyi gösterelim..." beyanına gelince, bu cümlenin başındaki (......) kelimesi yuriye şeklinde de okunmuştur ki, buna göre mana, "Bunlara, İsraitoğulları arasında doğacak olan o çocuk vasıtasıyla mülklerinin ellerinden çıkmasına ve yok olup gitmesine dair o şeyi göstermek için..." şeklinde olur.

Musa (aleyhisselâm)'yı Irmakta Bulup Almaları

6 ﴿