9

"Musa'nın anasına, "Onu emzir, onun hakkında endişe edersen, kendisini denize bırak, korkma, kederlenme. Çünkü biz onu yine sana geri döndüreceğiz. Hem onu peygamberlerden biri yapacağız" diye vahyettik. Firavun'un ailesi de akıbette kendilerine düşman ve başlarına dert olsun diye onu bulup aldı. Doğrusu Firavun da, Hâmân da, bunların orduları da suçlulardı. Firavun'un karısı dedi ki: "Benim için de, senin için de bir göz aydınlığı... Onu öldürmeyin. Olur ki bize faydası dokunur, yahut onu bir evlat ediniriz." Halbuki onlar (işin) farkında değillerdi.".

Musa (aleyhisselâm)'nın Annesine Vahyedilmesi

Bil ki Allahü teâlâ, "Biz ise diliyoruz ki, o yerde zaafa uğratılanlara lütfedelim " buyurunca bu konudaki nimetlerin ilkinî "Musa'nın anasına ... vahyettik" ifâdesiyle zikretmiştir ki, burada bahsedilen, "vahy" ile ilgili açıklamayı biz, Tâhâ Suresi'ndeki, "Andolsun ki biz sana diğer bir zamanda, anana vahyolunacak şeyi iham ettiğimiz vakit de lütfetmiştik..." (Tâha, 37-38) ayetlerinin tefsirinde yapmıştık.

Cenâb-ı Hakk'ın "onu emzir" ifadesi, Hazret-i Musa (aleyhisselâm)'nın annesinin, Hazret-i Musa (aleyhisselâm)'yı emzirdiğine delâlet eder gibidir. Fakat, Kur'an'ın metninde, emzirmenin sının, kesin bir şekilde yer almamaktadır. "Komşularının, onun farkına varmalarından, ağlarlarken onun sesini duymalarından endişelendiğinde ise, onu denize bırak..." Ibn Cüreyrc şöyle der: "Denize atma işi, doğumundan dört ay sonra olmuştur. Çünkü Hazret-i Musa (aleyhisselâm) ağlayınca denize atılmıştır.

Cenâb-ı Hak, "korkma, kederlenme" buyurmuştur. el-Havfu, ilerde meydana gelmesi beklenilen nahoş bir şeyden dolayı meydana gelen keder. hüzün ise, geçmişte meydana gelmiş olan nahoş bir şeyden dolayı insanı saran bir kederdir. Buna göre sanki, "Onun helak olacağından korkma; senden ayrıldığı için de mahzun olma. Çünkü biz onu emzirenlerden olasın diye, biz yine sana göndereceğiz ve onu, Mısırlı ve Şamlılara gönderilmiş olan bir peygamber yapacağız..." Onun, denize (Nil'e) atılma hadisesi, Tâhâ Sûresi'nde geçmişti.

Hazret-i Musa (aleyhisselâm)'ın Doğumu

İbn Abbas (radıyallahü anh) şöyle der: "Hazret-i Musa (aleyhisselâm)'nın annesinin doğumu yaklaşınca, Firavun'un hamile kadınları kontrol ile görevlendirdiği ebelerden bir ebe de, Musa (aleyhisselâm)'nın annesi için görevlendirilmişti. Hazret-i Musa (aleyhisselâm)'nın annesi, doğum sancılarının başladığını hissedince, o ebeye haber saldı ve ona, "Başıma gelecek şeyler geldi. Senin beni sevmen, işte bu gün fayda verecek..." dedi, bunun üzerine ebe oturdu. Musa (aleyhisselâm) dünyaya gelince, o kadın bir de ne görsün! Musa (aleyhisselâm)'nın iki gözü arasında bir nur. İşte bunun üzerine, kadının bütün mafsalları titremeye başladı ve Hazret-i Musa (aleyhisselâm)'nın sevgisi kalbine girdi... Bunun üzerine ebe, "Ey kadın, aslında ben sana çocuğunu öldürmek için geldim. Ancak ne var ki, senin şu oğluna karşı, içimde alabildiğine bir sevgi duydum... Haydi artık oğlunu muhafaza et. Çünkü onu, düşmanlarımız görebilir..." dedi. Ebe, Hazret-i Musa (aleyhisselâm)'nın annesinin yanından ayrılınca, onu, casuslar gördü. Derken, Hazret-i Musa (aleyhisselâm)'nın annesinin yanına girmek için, o kapının yanına geldiler. Bunun üzerine Hazret-i Musa (aleyhisselâm)'nın kız kardeşi. "Anneciğim, bekçiler..." diye bağırdı. Bunun üzerine Hazret-i Musa (aleyhisselâm)'nın annesi, onu bir beze sararak, kızgın tandıra attı. O sırada, aklı başından gitmiş ve ne yapacağım akledememişti.

Derken, bekçiler içeri girerler; birde ne görsünler, kızgın bir tandır! Musa (aleyhisselâm)'nın annesinin ise, rengi değişmemiş ve kendisinde süt meydana gelmemiş olarak gördüler. Bunun üzerine, "Ebe, yanına niye geldi?" deyince, Musa (aleyhisselâm)'nın annesi, "O, benim dostumdur; ziyaret için gelmişti..." cevabını verdi. Bunun üzerine onlar, onun yanından çıkınca, aklı başına geldi ve Musa (aleyhisselâm)'nın kız kardeşine, "Çocuk nerede?" dedi. O da "bilmiyorum" cevabını verdi. Tam o sırada, tandırda bir ağlama sesi duydu. Hemen o tarafa doğru koştu. Bir de ne görsün; Allah o ateşi, Hazret-i Musa (aleyhisselâm) için bir serinlik ve esenlik kılmış! Hemen çocuğunu aldı ve bağrına bastı... Daha sonra, Hazret-i Musa (aleyhisselâm)'nın annesi, Firavunun, doğan erkek çocukların peşine düşme hususundaki ciddiyetini görünce, oğlundan endişe duymaya başladı.

Derken, Allahü teâlâ, onun kalbine, bir sandık yaptırıp,sonra da o sandığı Nil'e bırakması düşüncesini ilham etti... Bunun üzerine, "Mısırlı bir marangozun yanına gitti. Derken, ondan bir sandık satın aldı. Bunun üzerine marangoz ona, "Bunu ne yapacaksın?" deyince de, kadın, "Bir oğlum var, Firavunun tuzağından endişeleniyorum... Onu bu sandıkta saklayacağım..." dedi. Annesi, bu haberin yayılacağını düşünemedi. Hazret-i Musa (aleyhisselâm)'nın annesi, marangozun yanından ayrılır ayrılmaz, marangoz, bu haberi cellatlara bildirmek için oradan hemen ayrıldı. Onların yanına gelince, Allah, marangozun dilini konuşmaz hale getirdi ve o, eliyle işaret etmeye başladı... Derken, bunun üzerine onlar onu tartakladılar, dövüp kovdular. Marangoz çalışma yerine dönünce, Allah, konuşma yeteneğini kendisine yeniden verdi. Bunun üzerine o, bu hadiseyi onlara haber vermek için yine oraya gitti; onlar da onu, yine dövüp tartakladılar. Yine yerine dönünce, Allah konuşma yeteneğini ona yeniden verdi. Bunun üzerine o, bu hâdiseyi bildirmek için yeniden oraya gitti. Onlar onu, aynı şekilde dövdüler ve tartakladılar. Bu sefer, Allahü teâlâ onun gözünü ve konuşma yeteneğini alıverdi. Böylece o, Allahü teâlâ'ya, ona, gözünü ve dilini iade etmesi halinde, onlara bu haberi iletmek üzere gitmeyeceğine dair yalvarmaya başladı. Cenâb-ı Hak da onun, bu niyazında samimi olduğunu görünce ona görme ve konuşma yeteneğini yeniden verdi... Derken, Hazret-i Musa (aleyhisselâm)'nın annesi gelip, onu o sandığa koyarak Nil'e attı...

Firavunun bir kızı vardı. Ondan başka da çocuğu yoktu. O çocuğun, günlük olarak, babasına arzettiği üç derdi vardı. Şöyle ki: O kızda, ileri derecede bir alaca hastalığı vardı. Firavun da, bu hastalık hususunda, o günün tabib ve sihirbazlarıyla fikir alışverişinde bulunuyordu. Bunun üzerine onlar, "Ey hükümdar! Bu kız, bu hastalıktan ancak deniz tarafından insana benzer bir şeyin bulunması; onun tükrüğünden alınarak, bu alacalı yerlere sürülmesi ile kurtulacak. Bu iş de, falanca ayda, falanca günde, güneş doğarken gerçekleşecek. O gün olunca, Firavun, Nil'in kenarındaki meclis binasına geldi. Beraberinde, Asiye Binti Müzahim de bulunuyordu. Derken, Firavun'un kızı, cariyeleri arasında çıkageldi ve nehrin kenarına oturdu. Tam o sırada Nil, dalgalarının çarptığı bir sandığı getirdi ve o sandık bir ağaç dalına takıldı. Bunun üzerine Firavun, "onu bana getirin bakalım" dedi. Herbir taraftan, kayıklara binerek onu almaya yöneldiler ve onu getirip Firavunun önüne koydular... Sandığın kapısını açmaya çabaladılar, ama bir türlü açamadılar. Kırmak istediler, ama kıramadılar. Derken, Asiye sandığa baktı ve sandığın ortasında, ondan başka kimsenin göremeyeceği bir nur gördü. Bu sefer Asiye işe müdahale etti... Ve sandığı açtı. Bir de ne görsün, o beşikte küçük bir çocuk! Gözleri arasında da bir nur...

Böylece Allah, o çocuğun sevgisini, oradakilerin kalbine atıverdi... Firavunun kızı hemen onun tükrüğünden almaya yöneldi ve aldı, alacalı yerlerine sürdü ve hemen iyileşti. Derken o çocuğu bağrına bastı... Bunun üzerine, Firavun kavminin azgınları, "Biz, bunun, kendisinden sakındığımız; senden korkulduğu için de denize atıldığını zannettiğiniz o şey olduğunu sanıyoruz..." dediler. Bunun üzerine Firavun, onu öldürmeye niyetlendi, ama Firavunun karısı, "onu bana bağışla" dedi ve onu alarak evlat edindi; bunun üzerine de Firavun onu öldürmekten vazgeçti.

(......)'deki Lam'ın Nev'i

Cenâb-ı Hakk'ın Bunun üzerine Firavun'un adamları onu yetik olarak aldılar" ifadesine gelince, (iltikâtun) kelimesi, bir şeyin peşine düşmeksizin bulunması, tesadüfen bulunması demektir. Bu ifadedeki (......) (Alu) kelimesiyle de Firavun'un cariyeleri kastedilmiştir Ayetteki (......) kelimesiyle de, Firavun'un cariyeleri kastedilmiştir. Ayetteki, "İleride kendilerine düşman ve başlarına dert olsun diye..." ifadesine gelince, meşhur olanı, bu lam ile, âkibet ve netice manası kastedilmiş olmasıdır. Bu görüşte olanlar, sözlerine devamla şöyle derler: "Aksi halde, ayetlerdeki, "Benim için de, senin için de birgöz aydınlığı..."ifadesiyle, "Sana karşı kendimden bir sevgi bırakmıştım..." ifadesi çelişir. Bu lâm'ın bir benzeri de, Cenâb-ı Hakk'ın Andolsun ki cehennem için yaratmışızdır" (Araf, 179) ifadesiyle, şairin, "Ölmek için, doğurunuz; yıkılmaz için yapınız" şeklindeki ifadesidir.

Bil ki, bu husustaki gerçek izah, Keşşaf sahibinin yaptığı şu izahtır: "Buradaki lâm, mecazî anlamda olmak üzere, lâm-ı ta'lîl'dir. Bu böyledir, zira o şeyin maksat ve gayesi, o şeyin neticesinin ona varıp dayanmasıdır. Böylece Araplar bu lâm'ı, teşbîh üslubuyla, o şeyin ilerde varıp dayanacağı o şey, o netice anlamında kullanmışlardır. Bu tıpkı, arslan kelimesinin, cesur bir kimseye; ahmak kelimesinin de eşeğe verilmesi gibidir." Hamza ve Kisâi, hâ'nın dammesi ve zâ'nın sükûnuyla, hüznen şeklinde okurlarken, diğer kıraat imamları ise, her ikisinin de fothasıvla hazenen şeklinde okumuşlardır ki, bu iki okuyuş da, tıpkı sukm ve sekam (hastalık) kelimeleri gibi iki kullanıştır.

Kelimesinin Manası

Ayetteki, "Çünkü Firavun da, Hâmân da, bunların orduları da suçlu idiler..." ifadesine gelince bununla ilgili olarak şu iki izah yapılmıştır:

a) Hasan el-Baarî şöyle der: "Buradaki sözü, (Hatte-hata, günah, suç) manasında olmayıp, tam aksine mana, "Onlar, onların mülkünü giderecek olanın o olduğunun farkında değillerdir..." şeklindedir. Müfessirlerin ekserisine göre bunun anlamı, "Onlar, üzerinde bulundukları küfür ve zulümleri konusunda, suçlu İdiler. Derken, Allahü teâlâ, onları kendi düşmanlarını ve kendilerinin helakine sebep olacak olan kimseyi, kendi ellerinde büyütmek suretiyle, cezalandırdı..." şeklindedir. Bu ifade, benzeri olarak, "doğruyu yanlışa kattılar" anlamında, "Hâtîne" şeklinde de okunmuştur. Allahü teâlâ, hem kendisi hem de Firavun için göz aydınlığı olsun diye, Firavun'un hanımı Asiye'nin onu bulduğunu beyân etmiştir.

İbn İshâk ise şöyle der: "Allahü teâlâ Hazret-i Musa (aleyhisselâm)'nın sevgisini; Firavunun hanımının kalbine attı. Çünkü, Hazret-i Musa (aleyhisselâm)'nın yüzünde, gören herkesin sevebileceği bir tatlılık vardı. Bir de, Firavun'un hanımı o sandığı açarken, o nuru görmüştü. Ayrıca, Firavun'un hanımı, o sandığı açarken, Hazret-i Musa (aleyhisselâm)'yı parmağını emerken bulmuştu. Bir başka husus da, Firavun'un kızının, Hazret-i Musa (aleyhisselâm)'nın tükrüğünü, alacalı yerlerine sürdüğünde iyileşmiş olmasıdır. Firavun'un hanımının çocuğu olmadığı için, onu sevmiş olduğu da söylenmiştir..." İbn Abbas şöyle der: "Firavun'un hanımı, "Benim için dedenin için de bir göz aydınlığı..." deyince Firavun, "Bu, senin için böyle; bana gelince, benim buna ihtiyacım yok" dedi. İşte bundan dolayı Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Kendisine yemin olunan Allah'a yemin ederim ki, şayet Firavun da, hanımı gibi, onun kendisi için bir göz aydınlığı olacağını ifade etseydi (Allah) hanımını hidayete erdirdiği gibi onu da hidayete erdirirdi..."

Keşşaf sahibi şöyle der: ifadesi, mahzûf bir mübtedânın haberi olup, bunun mübtedâ olması; "onu öldürmeyin..." ifadesinin de haber olması kuvvetli bir tahlil değildir. Şayet mansûb kılınacak olsa, daha kuvvetli olur. İbn Mes'ûd'un kıraati, bunun haber oluşunun delilidir. Çünkü o, (......) şeklinde okumuştur.

Bunun mübtedâ olması da, (......) ifadesinin başa alınmasından dolayıdır. Daha sonra Firavunun hanımına,"Olur ki bize faydası dokunur, böylece de, onun vesilesiyle bir hayır bulmuş olur. Yahut onu evlat ediniriz. Çünkü o, evlat edinilebilir" demiştir.

Hak teâlâ'nın "Halbuki onlar İşin farkında değillerdi" ifadesine gelince, müfessirlerin ekserisi, bunun, yeni başlayan bir cümle olduğu kanaatindedirler ve "onlar, kendi helaklerinin, Hazret-i Musa (aleyhisselâm) sebebiyle ve onun elinde olacağının farkında değillerdir" demektir. Bu, Mücahid, Katâde, Dahhâk ve Mukatil'in görüşüdür. İbn Abbas, "Cenâb-ı Hak bu cümle ile, onların, Hazret-i Musa (aleyhisselâm)'nın işinin nereye varacağının şuurunda olmadıklarını kastetmiştir" demektedir. Diğer alimler ise, bunun, o kadının sözünün devamı olan bir cümle olduğunu söylemişlerdir. Buna göre, "İsrâiloğulları ve Mısır halkı, bizim onu bulacağımızın farkında değillerdi" şeklinde olur. Bu, Kelbî'nin görüşüdür.

Evlâdından Ayrı Kalan Anne

9 ﴿