14

"Celalim hakkı için Biz Nuh'u, kavmine gönderdik de, o aralarında, elli yıl eksik olmak üzere, bin sene kaldı. Nihayet onlar zulümde devam edip dururlarken, kendilerini tufan yakalayıvermişti".

Ayetin daha önceki kısımla münasebeti şudur: Allahü teâlâ teklifi beyan edip mükelleflerin kısımlarını zikredip, doğru sözlü mü'mine büyük bir mükâfaat va'dedip, kafir ve münafığı da elim bir azâbla tehdit edince ve yine, bu teklifin Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), ashabına ve ümmetine has olmayıp, sadece onlara ağır ve meşakka olmadığını, bilakis "Andolsun, biz onlardan evvelkileri de imtihan etmişizc..-(Ankebût. 3) ayetinde de buyurulduğu gibi, ondan önceki ümmetlerin durumunun ca aynı şekilde olduğu daha önce zikredilince, burada da, mükellef kıldığı ümmetler cümlesinden bir topluluğu zikretmiştir ki, Nûh (aleyhisselâm), İbrahim (aleyhisselâm) ümmetleri bunlardan başka bazı ümmetler bunlardandır. İşte Cenâb-ı Hak bu muhtevadan "O aralarında, elli yıl eksik olmak üzere, bin sene kaldı" buyurmuştu -' Ayetle ilgili birkaç mesele vardır:

Tebliğ Müddeti

Nûh (aleyhisselâm)'un, kalış süresinin zikredilmesinde ki fayda nedir Biz şöyle deriz: Kâfirlerin İslâm'a girmemesi ve küfürlerinde ısrar etmesi sebebiyle Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in günle sıkışıyordu. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak O'na, "Muhakkak ki Nûh (aleyhisselâm), yaklaşık olarak bin sene davet etti, buna rağmen kavminden ancak pek az kimse iman etti. Ama o, sabretti ve daralmadı. Senin tebliğ ettiğin müddet daha az, ümmetinin sayısı ise çok olduğu için, senin sabretmen daha münasiptir" buyurdu. Yine, kâfirler, azabın kendilerinden çok fazla tehir edilmesine aldanıyorlardı. "Ona rağmen, (Nûh (aleyhisselâm) kavmi kurtulamadı. Bu kadarcık gecikmeyle ise, (müşrik Kureyşlilerin) aldanmamaları gerekir. Çünkü, muhakkak ki azab, onların başına çökecektir (denilmek de istenmiş olabilir).

(......) Denilmesînîn Hikmeti?

Alimlerden bazıları, sayıdaki istisnanın, geriye kalanı söylemek olduğunu ifade etmişlerdir. Meselâ bir kimse "Falancanın bende, üç hariç, on (dirhem, dinar) alacağı vardır" dediğinde, o kimse sanki, "Onun bende yedi (dirhem, dinar) alacağı vardır" demiştir. İşte bu bilinince, Cenâb-ı Hakk'ın; "Elli yılı eksik olmak üzere, bin sene" ifadesi, "dokuzyüzelli sene" demiş gibi olur. O halde böyle demeyip de başka bir üsluba geçilmesinin faydası nedir? Deriz ki: Zemahşeri bunda iki faydanın bulunduğunu söyler:

1) İstisna, katiyyete delâlet eder; bu sebeple, istisnanın terkedilmesi ise, bazan takrîbî bir mana düşündürebilir. Çünkü bir kimse, "Falanca yüz sene yaşadı dediğinde, onun, katî olarak değil de yaklaşık olarak yüz sene demiş olması zannedilebilir. Ama o kimse, "bir ay hariç, bir sene hariç yüz sene" dese, o zaman bu zan izale olur ve bundan katiyyet anlaşılır.

2) Nûh (aleyhisselâm)'ın kavmi içinde kalış müddetini zikretmek, onun ve çok sabrettiğini beyan etmek içindir. Binâenaleyh Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, tebliğ süresi daha az olduğu için, onun sabretmesi, evleviyetle gerekir. Durum böyle olunca, Cenâb-ı Hak kendisi için vad' olunmuş müstakil bir isim bulunan adetler mertebesinin en üstünde bulunan sayıyı zikretmiştir. Çünkü sayıların mertebesi, birlerden ona; onlardan yüze ve yüzlerden de bine doğrudur. Bundan sonra da, sayıları tekrarlamak suretiyle diğer çokluklar gelir. Meselâ, onbin, yüzbin, bin kere bin (milyon) denilir.

İnsan Ömrünün Müddeti

Kimi tabibler, "İnsan ömrü yüzyirmi seneyi aşmaz" demişlerdir ki, ayet, onların görüşünün aksine delâlet eder. Akıl da, bu konuda ayete muvafıktır. Çünkü, insandaki o terkib üzere kalmak, zâtı gereği mümkündür; aksi halde, kalmazdı. Onda etkili olan tesirin devam etmesi de, aynı şekilde mümkündür. Zira, ondaki müessir eğer vâcibu'l-vücud ise, devam edeceği aşikârdır; eğer başkast ise, onun da bir müessiri vardır. Bu da gide gide vâcibü'l-vücuda varır ki, o da derin ve kesintisizdir. Binâenaleyh onun tesirinin devamlı olması caizdir; o zaman beka da, zâtı gereği mümkündür. Eğer böyle olmazsa, bu bir ârız'dan dolayıdır. Ama arız, yokluğu mümkün olandır. Aksi halde, mani olan arızın varlığının vacib olması sebebiyle, bu mikdar süre kalamazdı. Böylece onların sözlerinin, hem akla hem de nakle aykırı olduğu ortaya çıkmış olur.

Daha sonra biz şöyle deriz: Onlarla bizim aramızda bir niza yoktur; çünkü onlar, tabiî olarak ömrün yüzyirmi seneyi aşmayacağını söylüyorlar. Biz de, bu ömrün tabiî olmadığını, aksine ilahî bir bağış olduğunu söylüyoruz. Tabiî ömre gelince, yüz ya da daha fazla sene bir yana, onun takdir edilenden bir an daha öte geçmesi (mümkün değildir), öteye devam edemez.

Cenab-ı Hakk'ın “Nihayet onlar zulümde devam edip dururlarken, kendilerini tufan yakalayıvermişti" buyruğuna gelince, burada bir latîfeye işaret vardır. Bu da şudur: Allahü teâlâ, sırf zulmün bulunması sebebiyle, azâb etmez. Aksi halde, zulmeden sonra da tevbe edene zulmetmesi gerekirdi. Zira, ondan zulüm sadır olmuştur. O ancak, zulmünde ısrar edene azâb eder. İşte O'nun, ifadesi, "Onlar zulümleri içinde iken, Allah onları helak etti. Şayet onlar zulmü terketselerdi, Allah onları helak etmeyecekti" anlamındadır.

Kurtuluş Gemisi

14 ﴿