3"Elif. Lâm, Mim. Edna'l-arz'da yerde Rumlar mağlub oldu. Onlar, bu yenilmelerinden sonra, birkaç yıl içinde galib gelecekler." Bu sûrenin, kendinden önceki sûreyle ilgi ve münasebetinin izahı ile, sebeb-i nüzülü de ortaya çıkacaktır. Biz diyoruz ki: Cenâb-ı Hak bir önceki sûrede, "Ehl-i Kitab ile en güzel bir şekilde mücâdele edin" (Ankebut, 46) buyurup, müşriklerle mücadeleyi de, "Onlar, sağır, dilsiz ve kördürler Artık onlar akledemezler" (Bakara, 171) ayetinde de beyan ettiği gibi, onları akılsız kabul ederek sürdürüp, ehl-i kitab da, de, bizim de ilahımız tektir" (Ankebût, 46) ayetinde beyan edildiği gibi, İlah konusunda Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e muvafakat edip, söylediği pek çok şeyde onu tasdik edip, bundan da öteye, "Kendilerine kitab verdiğimiz kimseler O'na inanırlar" (Ankebut. 47) ayetinde de bildirildiği gibi, pekçoğu O'na iman edince, müşrikler ehl-i Kitaba kızmışlar ve onlara başvurmayı bırakmışlardır. Halbuki müşrikler, pek çok konuda ehl-i kitaba danışıyorlardı. Farslı mecûsîlerle savaştıklarında talih ehl-i kitab aleyhine dönünce, müşrikler buna sevindiler. İşte Allahü teâlâ, galibiyetin haklılığı göstermediğini, aksine Allah'ın sevdikleri kimselerin mükâfaatını artırmak istediğinde onlara belâ verip, düşmanlarını onlara musallat kıldığını, bazan da ahiret günü gelmezden önce, yine âhiret için, büyük azabı değilde, peşin dünya azabını onlar için tercih edeceğini göstermek için işte bu ayetlerini indirdi. Bu ayetlerle ilgili birkaç mesele vardır: Bu sûrenin hurûf-u mukattaa ile başlamasının hikmeti nedir? Cevap: Daha önce, huruf-u hecâ ile başlayan sûrelerin evvellerinde, bu sûre ile Ankebût sûresinde zikrettiğimiz o iki sûre hariç, -ki biz o iki sûre ile ilgili hikmeti orada anlatmıştık-, meselâ (Bakara, 1) (A'raf 1) (Secde,1) (Fussilet,1) gibi, ya kitab, ya tenzîre ya Kur'ân zikredilmiştir. Bu sûrelerde, hep mucize olan şeyler zikredilmiştir. Ankebût sûresinde de izah edildiği gibi, bu sûrelerin başlarına bu harfler getirilmiştir. Bu sûrenin başında da bir mucizeden bahsedilmektedir. Bu da, gaybtan (istikbalden) haber vermedir. Dolayısıyla dinleyen uyansın, onu bûtûn kalbiyle dinlemeye yönetsin, böylece de o mucize kendisine söylensin ve zihninde yer etsin diye, başına, manası bilinmeyen harfler getirilmiştir. Allahü teâlâ, Arap toprakları manasında, "Arapların diyarına en yakın yerde" buyurmuştur. Çünkü "Arz" kelimesinin başındaki elif-lâm marifelik (belli bir yer manası) ifade eder. Araplarca belli ve malum olan yer ise, kendi toprakları ve yurtlarıdırcümlesinden sonra gelen cümlesi aynı şeyi ifade ettiği halde, ayrıca demenin hikmeti nedir? Biz deriz ki: Bunun hikmeti, kudreti anlatmaktır Bunu şöyle izah edebiliriz: Bu iş, Allah'ın emriyle olan bir İştir. Çünkü gâlib geldikten sonra mağlub olanlar ancak güçsüzlerdir. Binâenaleyh eğer onların galibiyetleri, kendi saltanatlarından ötürü olmuş olsaydı, mağlubiyetlerinden önce gâlib olmaları gerekirdi. Binâenaleyh onlar mağlub olduktan sonra gâlib geldiklerine göre bu, bu işin Allah'ın emriyle olduğuna delâlet eder. İşte bundan ötürü kendi güçsüzlükleri üzerinde tefekkür etsinler ve bu işin orduları sayesinde değil Allah'ın emriyle olduğunu hatırlasınlar diye, "bu yenilmelerinden sonra..." ifadesi zikredilmiştir. Hak Tealâ'nın,"Arapların diyarına en yakın yerde" tabiri alabildiğine güçsüz olduklarına işaret etmek için getirilmiştir, yani, "Onların güçsüzlükleri, düşmanlarının Hicaz yoluna (topraklarına) kadar ulaşıp, onlar beldelerinde iken, onlara gelip kırıp geçirme noktasına varmıştır. Sonra galip geldiler, tâ Medayin'e ulaştılar ve orada Rûmiyye (kalesini) kurdular, böylece bunca zaaftan sonra bu parlak zafere kavuşmalarının, sırf Allah'ın yardımı ile olduğu ortaya çıktı Cenâb-ı Hak, "birkaç yıl içinde" buyurmuştur. Bu bir kaç yılın, üç yıl ile on yıl arası bir müddet olduğu ileri sürülmüştür. Mucizenin o vakti belirleme yönünde meydana gelmesi, daha tam oluşu ifade ettiği halde, Cenâb-ı Hak, o vakti müphem bırakmış, net olarak belirtmemiştir, niçin? Cevap: Bunun senesi, ayı, günü ve saati, bütün bunlar, Allah katında malumdu, bunları Peygamberine açıklamıştı. Fakat O'na, bunu diğer insanlara açıklaması hususunda müsâade etmedi. Çünkü kâfirler, inadcı idiler. Uzak beldelerde meydana gelen hadiselerin, İnkarı mümkün olmayacak bir biçimde meydana geldiği malumdur. Fakat bunun vakti hususunda ihtilaf edilmesi mümkündür. Inadcı ve cedelci kimsenin, sözünde bir tenakuz meydana gelmesi için, vuku bulmazdan önce, hâdisenin vukuu konusunda boş söze dalması, ileri geri konuşması da mümkündür. Bu ayet nazil olunca, Hazret-i Ebu Bekir, Rum'un gâlib geleceğini (kâfirlere) söylemiş, Ubeyy b. Halef ve diğer kâfirler de bunu yadırgamış, uzak bir ihtimal görmüşler. Hazret-i Ebu Bekir ile iddiaya gidip, üç seneye kadar bu işin olması hâlinde, on deve üzerinde bahse tutuşmuşlardı. Bunun üzerine, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Hazret-i Ebu Bekir'e (......) üçten ona kadar sayılan ifade eder. Dolayısıyla sen ona karşı, hem devenin sayısını, hem zamanın (yılların) sayısını artır" buyurdu. Böylece Hazret-i Ebu Bekir (radıyallahü anh) ile, Ubeyy b. Halef develerin sayısını yüze, zamanı da yedi seneye çıkardılar ki bu, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in Rumların gâlib olma vaktini bildiğini gösterir. |
﴾ 3 ﴿