9

"Onlar yerde gezip de kendilerinden evvelkilerin akıbetinin nice olduğuna bakmadılar mı? Onlar, kuvvetçe kendilerinden daha şiddetli idiler. Toprağı, alt-üst etmişler, onu bunların imâr ettiklerinden daha çok İmâr etmişlerdir. Peygamberleri onlara da nice açık hüccetler getirmişlerdi. Demek, onlara Allah zulüm etmiyordu, fakat kendilerine bizzat kendileri zulmediyorlardı".

Cenâb-ı Hak, önceki iki delilde "görmediler mi?" tabirini kullanmış, ama "gezmediler mi?" dememiştir. Çünkü 'orada, kişinin bizzat kendisinin gezip dolaşmasına ihtiyaç yoktur. Burada ise, "yerde gezip... de bakmadılar mı?" buyurmuş, onları, emsallerinin halleriyle ve yaptıklarının veballeriyle alâkalı olarak zikretmiştir. Daha sonra Cenâb-ı Hak, bunların helak olmaya daha çok müstehak olduklarını bildirmiştir. Zira, kendilerinden önce yaşamış olan Ad ve Semûd kavimleri, bunlardan daha kuvvetli idiler ama kuvvetleri kendilerine fayda vermedi. Yine onlar, gerek mal gerekse ömür bakımından daha ileri idiler. Fakat, onların malları ve kaleleri, başlarına gelen o helake mâni olamadı.

Bil ki, insan şu üç şeye itimâd eder: Kendisindeki bedeni kuvvete ve destekçilerine. Zira bir şeye müdahale, bunlar sayesinde olur. Mâlî kuvvete. Zira bir şeye müdahale etmeye hazırlanmak bu sayede mümkün olur. Çözülme, gevşeme ve zayıflama esnasında, kendisine yaslanacağı, dayanacağı, arka kuvveti. Ki bunlar, kaleler ve sığınaklardır. İşte bu cümleden olarak Cenâb-ı Hak, "Onlar, beden bakımından sizlerden daha kuvvetli idiler. Mal bakımından daha ileriydiler. Çünkü onlar, yeryüzünü sürüp, ekip biçiyorlardı... -Bakara süresindeki, "Yeri süren bir sığır..." ifadesindeki bir (Ayet, 71) ve yine bu kökten dolayı, öküze sevr denilmiştir-Halbuki, sizler, çiftçilikle uğraşmıyorsunuz. Bu demektir ki, o halde onların malları, (emvâl-i zahireleri) daha çoktu. Ve onların, mamur yerleri daha fazlaydı. Çünkü onların binaları yüksek yüksek idi. Kaleleri ise, iyice sağlam idi. Halbuki Mekkelilerin mamur yerleri bile önemsizdi. Sonra onlara peygamberleri mucizeler getirmiş, emirler vermiş ve yasaklar koymuşlardı. Ama, kavimleri onları yalanlayınca da, helak olmuşlardı. O halde, (onlara nisbetle) sizin durumunuz nasıl olacaktır...?" demek istemiştir.

Cenâb-ı Hak, buyurmuştur. Yani, "Allah onları mükellef tutmakla, onlara zulmetmemiştir. Çünkü teklif, kıymetli ve güzel birşey olup, onun için de ancak güzel ve şerefli bir mahal seçilir. Ancak ne var ki onlar, nefislerini adi şeylere yöneltip orada harcadıkları için, böylece kendilerine zulmetmişlerdir. Bu adi yerler de, putlara tapmak, İblise tabi olmaktır" demektir. Böylece Cenâb-ı Hak sanki, mükellef tutmak suretiyle onları, yaratılışlarına uygun yere koymuştur. Ki bu da, onların kazanç sağlamaları demektir. Çünkü Cenâb-ı Hak sanki, "Ben sizi, siz benden kazanasınız diye yarattım; yoksa, benim sizden kazanmam sözkonusu değil" buyurmuştur. İnsanın yaratılış gayesine uygun olarak konulması, zulüm değildir. Ama onlar, kendilerini hüsran ve ziyan mahallerine koymuşlardır. Halbuki bu onları sırf kazançlı olmak için, kâr elde etmek için yaratılmışlardı. O halde onlar, bu demektir ki, zalimdirler. Bizim bu sözümüz her ne kadar, dış görünüşüyle, Mu'tezile'nin sözüne benziyor ise de, ancak iman, ehl-i sünnetin bunu nasıl söylediğini bilir. Ki bu da şudur Bu koyma işi, Allah'ın meşîeti ve İradesiyledir. Ancak ne var ki bu, onların kendilerinden kaynaklanmış ve onlara nisbet edilmiştir.

Kötülerin Cezası

9 ﴿