13"Allah ilkin mahlûkunu yaratır. Sonra da onu yeniden iade eder. Nihayet hepiniz, ancak O'na döndürüleceksiniz. Kıyametin kopacağı gün günahkârlar, ümitlerini keserek, susacaklardır. Ortaklarından da, kendilerine şefaatçiler olmamıştır. Onlar ortaklarını da inkâr edeceklerdir.". Cenâb-ı Hak, onların varacakları yerin cehennem olacağını belirtip ve bunda da, yeniden yaratacağına dair bir işaret bulununca, bu hususu, delilsiz bir İddia olarak bırakmamış ve bunun akabinden, "Allah ilkin mahlûkunu yaratır" buyurmuştur ki bu, "Kim kudret ve iradesiyle ilkin yaratırsa, yeniden yaratmaktan aciz olmaz. Ancak O'na döndürüleceksiniz" demektir. Daha sonra Cenâb-ı Hak, Kendisine yapılacak o dönüşün ne zaman yapılacağını beyan buyurarak. Kıyametin kopacağı gün, günahkârlar, ümitlerini keserek, susacaklardır. Ortaklarından da, kendilerine şefaatçiler olmamıştır. Onlar ortaklarını da inkâr edeceklerdir" demiştir. Yani, "işte o günde onların iflâsları ortaya çıkar ve ümitsizlikleri tahakkuk eder" demektir. "el-İblâs" kelimesi, şaşkınlıkla içice olan bir ümit kesmedir. Yani, "Kıyamet koptuğu gün, günahkârlar için, iki rahatlığın biri olan ümitsizlik değil, şaşkınlıkla içice olan bir ümitsizlik tahakkuk eder" demektir. Bu böyledir, zira bir şeyi bekleyen ve uman kimsenin umması fiyaskoyla sona erince, bu durumda, sen bak. Eğer o arzu edilen şey zarurî olmayan birşey olursa, onu uman kimse, onu beklemeden ümidini Kestiği için rahatlar. Yok eğer bu, onsuz bekası mümkün olmayan zarurî bir şey ise, onun kalbî ve gönlü, bunu elde edemediğinden dolayı çatlar, iste bu tür ümitsizliğe ıblâs" denilir. Şimdi biz, o mücrimin halini ve bu tür ümitsizliğini şöyle bir misâl ile açıklamaya çalışalım: Bu kimsenin hali, bir bahçe içinde bulunup da etrafında oyun ve eğlence alanlarının yer aldığı ve yanında da, kendisiyle gururlanıp sevineceği şeyler bulunan oir bahçenin haline benzer. Derken tam o esnada, kendisine doğru bir haberci gelerek, hiç kimsenin reddedemeyeceği, geldiğinde tükrüğünü bile yutma fırsatı vermeyeceği ve kendisine herhangi bir kurtuluş imkânı bırakmayacağı bir düşmanın geleceğini haber verir. Bu durumda onun, bundan kurtulmanın yollarını araması gerekirken, tam o sırada ona bir çocuk, ya da bir deli, "Altında bulunduğun bu agacın özelliği, altında bulunan kimselerin düşmanlarını def etmesidir" der. O cahil kimse de, o esnada elde ettiği lezzet ve hazları kamilen elde etme pahasına o ağaca güvenerek, o çocuğun sözünü kabul eder. Derken düşman kendisine gelir ve kendisini çepeçevre kuşatır. O düşmanın ona göstereceği o korkunç hallerin ilki ise, o ağacı kökünden söküp çıkarma olur. Böylece de o kimse, hayretler içinde, ümitsizlikler içinde ve herşeye muhtaç olarak kalakalır! Günahkârın dünyadaki durumu da işte böyledir. Çünkü o, nazlarını tamamen tatmine yönelmiştir. Doğru peygamber ona, Allah'ın kendisini cezalandıracağını ve ona, kendisini perişan edecek bir azabın geleceğini haber vermiştir. Ama bu arada, şeytan ve kötülükleri alabildiğine emreden nefs-i emmâre, "Putlar demek olan bu kötülükler ve odunlar, senden her türlü kötülüğü men ederler ve sen ölüp de hislerin dumura uğradığında sana şefaatçi olurlar" derler. O da böylece, içinde bulunduğu işle meşgul olur ve azgınlığına devam eder; derken kendisine yürekleri hoplatan o büyük şey, ölüm, kıyamet geliverir ve o kıyametin o kimseye gösterdiği ilk şey de, o putları cehenneme atışı olur. Artık o bu esnada, kurtuluş için hiçbir yol bulamaz bu esnada alabildiğine ümitsizliğe düşer, nerdeyse ümitsizliğin ta kendisi olur (el-İblis). Ki, işte bu hususa Cenâb-ı Hak, "ortaklarından da, kendilerine şefaatçiler olmamıştır. Onlar ortaklarını da inkâr edeceklerdir" ifadesiyle işaret etmiştir. Yani, "onlar, o putları o gün redd edeceklerdir". |
﴾ 13 ﴿