9"İman edip, salih ameller işleyenler yok mu, naîm cennetleri, içinde ebedf oldukları halde onlarındır. Bu, Allah'ın gerçek va'didir. O, azîz ve hakîmdir". Allahü teâlâ, kendisine ayetler okunduğunda yüz çeviren, onlara aldırmayanların hallerini anlattıktan sonra, o ayetlere can-u gönülden yönetip kabul edenlerin hallerini etmiştir. Bunların Hak karşısında yüz çevirme ve kibirlenme gibi, çeşitli olduğu gibi, bu inananların da, kabul etme, yönelme ve o ayetlerle amel gbi, çeşitli dereceleri vardır. Çünkü bir şeyi dinleyip kabul eden, bazan onunla etmeye bilir. Dolayısıyla da bunun derece ve mertebesi, o şeyi dinleyip, boyun ve ona itaat eden, gereğini yapanın derecesi gibi olamaz. Hem sonra bunun için naim cennetleri vardır. İşte bundan ötürü Cenâb-ı Hak, öbürleri için "azab-ı muhin olduğunu bildirmiştir. Burada şöyle bazı incelikler vardır: 1) Rahmetin gazab-ı ilâhiden daha çok ve geniş olduğuna bir işaret olsun diye, Allahü teâlâ azabı müfret cenneti cemî olarak getirmiştir. 2) Rahim olan Allah'ın nimetlerini beyân ettiğine ve bunlarla sağlanacak rahatı tâ kalbe ulaştırmak için o nimeti tanıttığına, ama cezasını açıklamadığına, sadece ona bir dikkat çektiğine bir işaret olmak üzere, azabı nekire, cennetleri ise, elif-lamlı kelimeye muzaf kılarak ma'rife olarak getirmiştir. 3) Allahü teâlâ sadece "azab" demiş, onların o azabta ebedî kalacaklarını açıkça ifade etmemiş, bu hususa "muhîn" kelimesi ile işaret etmiştir. Ama mükâfaatta ebedî kalışı, "içinde ebedî kalıcı oldukları halde..." buyurarak, açıkça ifade etmiştir. 4) Allahü teâlâ bu hususu, burada, "Bu, Allah'ın gerçek va'didir" ifadesiyle te'kid ederken, orada böyle bir te'kidde bulunmamıştır. 5) Cenâb-ı Hak, orada başkasına (peygamberine), "işte onu çok elem verici bir azabla müjdele..." buyururken, burada bizzat kendi ismi ile, "Allah'ın gerçek va'didir" buyurup, "Ben sizi bununla müjdeliyorum" dememiştir. Çünkü müjde, olabilecek şeyin en ilerisi ile olur. Fakat cennet, Allah'dan bir müjde olmak üzere, sâlihler için olan mükâfaatların aşağısındadir. Sâlihlerin Hak teâlâ'dan alacakları müjde, Allah'ın rahmeti ve rızası konusunda olur. Nitekim Hak teâlâ, "Rableri onları, Kendinden olan bir rahmet, bir rıdvan (rıza) ve cennetlerle müjdeler. Onlar için o cennetlerde devamlı nimetler vardır" (Tevbe, 21) buyurmuştur. Binâenaleyh bu ayetteki "Kendisinden olan" ifadesi getirilmemiş olsaydı, bu büyük bir müjde olmazdı. Eğer "kendinden olan" ifadesi, cennetten daha düşük bir mükâfaatla birlikte zikredilmiş olsa bile, böyle nisbetsiz kullanılan,cennetten daha üstün olur. Buna göre eğer, "Cenâb-ı Hak, "Va'dolunmuş olduğunuz cennet ile sevinin"(Fussilet, 30) ayetiyle, sırf cennet ile müjde verilmiştir?" denilirse, biz deriz ki: Oradaki müjde, sadece cennet hususunda değil, aynı zamanda hem cennet, hem bundan sonra gelen "Rahman'dan bir fazl- u kerem, bir ağırlama olmak üzere..." (Fussilet, 32) ifadesine kadar olan kısım ile yapılmıştır. "Nüzul" misafir etmek için yapılan hazırlığa denilir. Büyük ikram ise, ondan sonra gelir. "O, aziz ve hakimdir" yani, "O, kudreti tam ve mükemmel olandır. Dolayısıyla ayetlerinden yüz çevirenlere azab eder, ayetlerine yönelenlere de mükâfaat verir. İlmi mükemmel olandır. Dolayısıyla fiilleri-işleri, yapılması gerektiği gibi yapar, öyle ise O, iman edene azabetmez, inkâr edeni de mükâfaatlandırmaz."  | 
	
﴾ 9 ﴿