10"O, şu görüp durduğunuz gökleri direksiz yarattı. Yere, sizi sarsar diye, ağır baskılar koydu. Orada herbir canlıyı yaydı. Biz, gökten de su indirdik ve yerde her sınıftan güzel bitkiler bitirdik". Allahü teâlâ, izzet ve hikmetini, "Gökleri direksiz yarattı" buyurarak anlatmıştır. Aimlerin, gökler hakkında değişik görüşleri var: Kimileri, bunların tıpkı dümdüz bir satıh olarak, döşendiğini söylemişlerdir. Ekseri müfessirlerin görüşü budur. Kimileri be, göklerin yuvarlak (kürevi) olduklarını söylemişlerdir. Mühendislerin hepsi bu görüştedirler. Gazalî (r.h) şöyle der: "Bu hususta, biz de onlarla aynı görüşteyiz. Çünkü onların bu hususta, hissi (deneye ve gözleme dayanan) delilleri vardır. Hisse, muhalefet etmek ise caiz değildir. Eğer bu konuda, bir hadis olursa, biz onu, muhtemel olduğu bir manaya yorumlayabiliriz. Kaldı ki ne Kur'ân'da, ne hadiste buna açıkça delâlet eden birşey yoktur. Aksine Kur'ân'da onun kürevî olduğuna delâlet eden şeyler vardır. Çünkü Allahü teâlâ, "Herbiri bir yörüngede (felekte) yüzüyor" (Yasin, 40) buyurmuştur. Felek, kürevî olan bir şeyin adıdır. Aslında gerekli olan, Gökler, ister kürevî olsun, ister dümdüz olsun, bunların otomatik olarak veya tabiat gereği varolmayıp, Allah'ın kudretiyle yaratılmış olmalarının söylenmesidir. Bunun böyle olduğu bilindiğine göre diyoruz ki: Gökler bir mekânda olup, bu mekân bir boşluktur. Boşluğun ise sınırı yoktur. O halde göklerin bu sınırsız boşluk içerisinde, mesela şurada değil de, burada yer alması, ancak hür ve irade sahibi bir kudret sayesinde olmuştur, İşte bu hususa, "direksiz" sözü ile işaret edilmiş olup, bu "Gök, kendini yerinden oynatacak birşey üzerinde değildir. O halde gök, ancak Allah'ın kudretiyle yerinden oynar" demektir. Bazıları da şöyle demişlerdir: "Bu, "Göklerden hiçbirinin bir mekânı yoktur. Çünkü mekân, İçinde bulunan şeyin kendisine yaslandığı şey demektir. Eğer böyle olsaydı, gökler bir yerde karar kılmış olurdu. Boşluk ise, kendisi sebebiyle, içinde bulunan şeye işaret edilen ve hakkında "burada, orada, şurada" gibi ifadelerin kullanılabildiği şey demektir." Bu izaha göre, birinciler şöyle demişlerdir: "Dağın tepesinden düşen kimse, havada ve bir boşlukta olur. Ama o esnada bir mekânda değildir. O, bir boşluktadır. Çünkü onun hakkında da "burada, şurada" gibi ifadeler kullanılır. Bir mekânda değildir, çünkü o hiçbirşeye yaslanmamıştır. Binâenaleyh o, ancak yere düştüğünde, bir mekânda olmuş olur. Bunun böyle olduğu bilindiğine göre, gökler, kendisine yaslandıkları-dayandıkları bir mekânda değillerdir. Bu sebeble de dayandıkları direkleri yoktur. Ayetteki, terevneha hususunda şu iki izah yapılmıştır: 1) Buradaki zamir, göklere râcîdir. Buna göre mana, "Kendisini" gördüğünüz o gökler bir direk üzerinde değildir. Sizler onları işte böylece direksiz olarak görmektesiniz" şeklindedir. 2) Bu zamir, "direk" kelimesine râcîdir. Buna göre mana, "Görülmeyen direkler olsa bile, sizin görebileceğiniz direkler olmaksızın..." şeklindedir. Binâenaleyh bütün bunlar Allahü teâlâ'nın kudret ve iradesiyledir. Daha sonra Hak teâlâ, "Yere, sizi sarsar diye, ağır baskılar koydu. Oradaki herbir canlıyı yaydı" buyurmuştur. Bu, "sabit dağlar koydu (çaktı)" demektir. (......) ifadesi, ya sarsması hoş olmayacağı için" veya (sarsmasın) diye..." takdirindedir. Bil ki yeryüzünün sâbit-hareketsiz oluşu, ağırlığı sayesindedir. Aksi halde, sular ve rüzgârlar ile, yerinden oynardı. Eğer Allahü teâlâ, yeryüzünü hep kum gibi yaratmış olsaydı, ziraata elverişli olmazdı. Nitekim kumlu olan arazilerin kumunun, bir yerden bir yere geçtiğini, yer değiştirdiğini görmekteyiz. Daha sonra Cenab-ı Hak "Orada herbir canhyı yaydı" buyurmuştur. Bu, "Yerin hareketsiz oluşunda, hayvanların hareket edebilmesi gibi bir maslahat vardır" demektir. Binâenaleyh bunun manası, "Biz yeri (toprağı) hareketsiz, hayvanları ise hareketti halde yarattık. Çünkü eğer yer hareketli olsaydı, yerin sadece bir kısmi bazı hayvanların yasamasına elverişli olsaydı, o zaman, her hangi bir yere bağlı olmadan yaşayan hayvanlar o yere düşer ve orada ölürlerdi. Fakat yer hareketsiz, hayvanlar hareketli olunca, o zaman hayvanlar kendilerine uygun yerlerde gezip dolaşıp, oralarda hayatlarını sürdürmüşlerdir. Cenâb-ı Hak daha sonra, "Biz, gökten de su indirdik" buyurmuştur ki bu da, Allah'ın kullarına lütfettiği bir başka nimet olup, bütün bu nimetlerin tam ve mükemmel olsu, yerin hareketsiz olması sayesindedir. Çünkü atılan tohumlar, bitinceye-yetişinceye kadar bir yerde sebat etmezse, ziraat olmaz. Dolayısıyla eğer yeryüzünün parçalan, tıpkı kum gibi hareketli olsaydı, sebat olmazdı ve bitkiler yetişmezdi. Gayb siğasından mütekellim sigasına geçmede hem bir fesahat, hem hikmet vardır. Bundaki fesahat, Arap edebiyatında "iltifat" konusunda ele alındığı gibi, dinleyen kimse, aynı metod ve tarzda uzunca bir söz dinleyip, sonra kendisine başka bir üslubla konuşulmaya başlandığında, bu onun hoşuna gider. Baksana sen, "Zeyd şöyle şöyle... Halid şöyle şöyle... Amir de şöyle şöyle dedi" deyip, sonra da "Bekir de çok güzel konuştu" dediğinde. Bu ifadeler tekrar ettiği için, İnsana hoş gelir. Bundaki hikmet de şu iki açıdandır: 1) Yerin kütlesi ağırdır. Gök de bir mekânda değildir. Dolayısıyla bazı câhil kimseler, bu durumun tabiat gereği olduğunu sanabilir. Bazdan da yeryüzünün her tarafına hayvanların dağılmış olmasının, o canlıların irâdeleri sebebiyle olduğunu sanabilirler. Çünkü onların da iradeleri vardı:. Şimdi biz diyoruz ki: Bunların birincisinin tabiatın, ikincisinin ise hayvanların ihtiyarının neticesi olduğunu kabul edelim. Fakat hiç kimse, suyun üstteki havada mevcut oluşunun tabiî olduğunu söylemez. Çünkü suyun, tabiatı ve ihtiyarı neticesi üstümüzde-yukarıda yer alamaz. Çünkü suyun ihtiyar (iradesi) yoktur. O halde bu, Allahü teâlâ'nın İradesiyle olmuştur. İşte bundan dolayı O, "Biz, gökten de su indirdik" buyurmuştur. 2) Suyun indirilmesi, heryerde çok görülen ve her zaman tekrarlanan açık bir nimettir. Bu sebeble Cenâb-ı Allah, Kendi nimetlerine şükretmesi ve böylece ona rahmetini artırması için, insanın dikkatini çekerek, bu işi açıktan Kendisine isnad etmiştir. Allahü teâlâ, "Yerde her sınıftan güzel bitkiler bitirdik" yani "her cinsten bitkiler bitirdik" buyurmuştur. Senin açıp-genişleteceğin her cins, çifttir. Çünkü mesela bitki, ya ağaçtır, ya ağaçtan başkadır. Ağaç olan da, ya mevye verir, ya meyve vermez. Meyve veren de böylece iki kısma ayrılır. "Kerim" kelimesi, "keremli" demektir. Çünkü o bitkiler, hesabsız sınırsız olarak çokça verilir. Yahut da bu kelime, (......) kelimesinin "Buğzeden" manasına gelişi gibi, mükrim (ikram eden) manasınadır. |
﴾ 10 ﴿